Topluma hitap eden burjuva politikacılar “millet iradesi” lafını sık sık tekrar eder, kendilerini bu ‘iradenin’ cisimleşmiş hali sayarlar. Olgulara bakıldığında bu söylemin palavradan başka bir anlam taşımadığı görülecektir. Zira her seçim öncesi ‘millet’ dedikleri seçmenleri aldatmak, ayartmak, rüşvetle satın almak, korkutmak, sahte vaatlerle safına çekmek gibi bin bir yolla sürekli taciz ederler. AKP-MHP gibi dinci-ırkçı partiler ise, bunlara din istismarı, sadaka dağıtma, ırkçı-milliyetçiliği körükleme gibi birbirinden iğrenç yöntemler de ekliyorlar.
Bu ‘seçim rutini’ ancak bazı özgün hallerde bozuluyor. Daha çok halk hareketlerinin yükseldiği, kitlelerin bilinçlendiği dönemde yapılan seçimlerin sonuçları kısmen farklı olabiliyor. Bunun güncel örneklerini Venezuela, Bolivya gibi ülkelerde görüyoruz. Kaldı ki bu ülkelerde, sözde ‘sosyalist’ yönetimlerin emekçiler lehine bazı icraatları olsa da kapitalist özel mülkiyet ilişkilerine dokunulmadığı için temel sorunlar yerli yerinde kalıyor. Hatta emperyalist kuşatmadan dolayı bazı sorunlar daha da derinleşebiliyor.
***
Burjuva politikacıların vazgeçilmezlerinden biri ise, kamuoyu yoklamalarıdır. Örneğin AKP’nin her hafta kamuoyu yoklaması yaptırdığı söyleniyor. Halkın iradesine saygı duymak gibi bir dertleri olsa, yoklamalara ihtiyaç duymazlardı. Zira kamuoyu yoklamaları, daha çok ‘toplum mühendisliği’ için kullanılıyor. Halkın genel tepkilerine bakılarak ona göre yalanlar uyduruluyor, dikkatleri dağıtmak için yapay gündemler üretiliyor, toplumsal sorunları unutturacak yollar-yöntemler aranıyor vb…
Son yıllarda neredeyse her hafta bir kamuoyu araştırması yayımlanır oldu. Bunların bir kısmı toplumu yönlendirmenin araçları olarak da kullanılıyor. Muhtemelen bir kısmının kamuoyu ile de bir ilgisi yok, ofislerde hazırlanıp araştırma diye sunuluyorlar. Özellikle iktidarın fonladığı şirketlerin yayımladığı sonuçlar, bu amaca hizmet ediyor. “Olağan” zamanlarda anket sonuçları bazı partilerin yükselişine, bazılarının düşüşüne tanıklık eder. Kararsızların sayısı belirlenir, partiler arası oy kayış oranı saptanır…
Artık bütün araştırmalar AKP-MHP rejiminin krizinin derinleştiğini, toplumsal meşruiyetini yitirdiğini, dolayısıyla kitle desteğinin eridiğini saptıyor. Sponsoru saray olan şirketler farklı oranlar yayınlasa da genel eğilimin üstünü örtemiyorlar artık. “Askıda ekmek” kampanyaları başlatacak duruma gelen dinci-faşist rejimin kitle desteğini yitirmesi kaçınılmaz. Dikkat çekici olan, diğer düzen partilerinin oylarında kayda değer bir artışın olmamasıdır. Hiçbir partiye destek vermeyenlerin sayısı hızla artıyor. Düzen siyaseti, toplumun azımsanmayacak bir kesimi için ‘umut olma’ vasfını yitirmiş görünüyor.
Bundan dolayı 18 yıldır ülkeyi talan eden kokuşmuş saray rejimi halen işbaşındadır.
***
Siyaset, ‘yoğunlaşmış ekonomi’ diye tanımlanır. Sınıflı bir toplumda her siyasal eğilim şu veya bu sınıfın olaylar karşısındaki davranışını/tutumunu yansıtır. Bu bağlamda düzen siyasetinde görülen krizle çöküş arasındaki dalgalanma, kapitalist sistemdeki tıkanmanın sonucu olduğu kadar, burjuva sınıfların siyasi alandaki iflaslarının yansımasıdır aynı zamanda.
Düzen partilerinin ülkedeki temel sorunlara çözüm üretme iddiası, belli vaatlerde bulunması, toplum nezdinde kendisini bir alternatif olarak sunabilmesi bir özgüven gerektirir. Oysa günümüzün düzen partilerine bakıldığında birtakım sığ söylemler dışında, topluma hiçbir şey vaat edemiyorlar. İddiasızlaşmanın vardığı boyut dikkate alındığında, olay sadece şu ya da bu siyasetçinin başarısı-başarısızlığı ile izah edilemez. Nitekim T. Erdoğan’ın halkı aldatma, kumpas kurma, yapay gündemler oluşturma, ayak oyunları çevirme, dini istismar etme, şovenizmi pompalama, büyük yalanlar söyleme gibi alanlarda başarılı olduğunu pek çok ‘uzman’ dile getiriyor. Oysa medyanın %98’ine hükmetmesine, devletin tüm imkanlarını pervasızca kullanmasına rağmen toplumsal meşruiyetini çoktan yitirdi.
AKP-MHP iktidarı yıpranırken, diğer düzen partilerinin güçlenmemesi, sistemdeki krizlerin siyasete yansımasıdır aynı zamanda. Sistem ekonomik krize, artan işsizliğe, derinleşen sefalete, kontrolden çıkmış Covid-19 pandemisine karşı en ufak bir çözüm üretemiyor. Hatta bu sorunlarla uğraşmıyor bile. Saray rejimi ömrünü uzatmak için yollar ararken, düzen muhalefeti de onun çizdiği çerçevede hareket ederek, çapsızlığını sergiliyor. Sermaye düzeni, açlığa mahkum ettiği emekçileri “askıda ekmek” kampanyalarıyla avutmaya çalışıyor. Ahireti kazanmak için, açlığa sessizce katlanmaları gerektiği vaaz ediliyor emekçilere. Sefalete şükretmeleri gerektiği, devletin tepesindeki kişi tarafından dile getirilse de emekçilerin bu safsatalara kulak asacak halleri kalmadı.
***
‘Kararsızlar’ diye anılan kesimin sayısındaki artış, düzen partilerine duyulan güvenin sarsılmasının somut göstergelerinden biridir. Elbette bunların tümü henüz düzen dışı bir alternatif arayışı içinde değil. Ancak sistemin krizleri çözmek bir yana yönetmekte bile zorlandığı koşullarda, emekçilere insanca bir yaşam vaat etmesi mümkün değil. Tersine, krizler daha derinleşiyor. Bu ise, sistemden umut kesenlerin sayısını arttıracaktır. Seçimler gündeme geldiğinde ‘karasızlar’ın bir kısmı oy verecek. Ama bu, düzene yeniden umut bağladıkları anlamına gelmiyor.
***
Kapitalizm küresel çapta krizdedir. Artık kriz yönetim modelleri de tıkanıyor. Ekonomik, sosyal, siyasal, ekolojik-iklimsel krizler derinleşirken, bunlara Covid-19 krizi de eklendi. Bu krizlerin dolaysız sonuçlarından biri de yıkıcı savaşlardır. Henüz emekçilerin militan-kitlesel direnişiyle karşılaşmadığı için, sermayenin oligarkları bu krizlerin faturasını emekçilerin sırtına yıkabiliyorlar.
Bu vahim tabloyu yaratan kapitalizmdir. Dolayısıyla sorunların bu sistemde çözümü imkansızdır. Kapitalizm yıkılmadığı sürece biriken sorunlara çözüm üretilmesi mümkün değil.
Toplumsal mücadelede kazanımların korunması, acil demokratik ve sosyal taleplerin yükseltilmesi zorunludur elbet. Bununla birlikte bu düzen devrimle yıkılmadan sorunların çözülmeyeceği, çözüme ulaşabilmek için kapitalizmi aşıp sosyalizmi inşa etmekten başka bir çıkış yolunun olmadığı propagandasının mümkün olduğunca yaygın bir şekilde işçi sınıfına ve emekçilere taşınması gerekiyor.
Bu propaganda-örgütlenme çalışmasına yüklenmek hem kapitalizmin bütün sorunların kaynağı olduğu, sosyalizm dışında bir çıkış olmadığı bilincinin gelişmesi hem de düzenden umut kesen emekçilerin devrim-sosyalizm mücadelesine kazanılması için vazgeçilmezdir.