Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) bu yılın ilk çeyreğinde Türkiye ekonomisinin yüzde 7 büyüdüğünü açıkladı. TÜİK’in açıkladığı büyüme hızı, iyimser beklentilerin bile üzerine çıktı. Buna bakarsak ekonomi dört nal koşuyordu.
Ama aynı gün gazetelerin ekonomi sayfalarında büyüme haberlerine, “nefes kredisi için başvurular başladı” haberleri de eşlik ediyordu. Buna göre de ekonominin nefesi kesilmişti.
Gerçek durum hangisi? Ekonomi dört nala mı koşuyor? Yoksa nefesi kesilmiş bir halde ayakta zor mu duruyor?
Taban tabana zıt iki tespit de doğru. Birilerinin ekonomisi dört nal koşarken birilerinin ekonomisi de nefesi kesilmiş halde ayakta durabilmek için mücadele ediyor.
Adaletsiz büyüme!
Milyonlarca emekçinin, yoksulun her gün yüzyüze olduğu bu keskin çelişki, TÜİK’in milli gelir verilerinde de gizlenemez şekilde kendini gösteriyor.
Yılın ilk çeyreğinde yaratılan milli gelirden emekçilerin aldığı pay yüzde 35.12’den yüzde 31.56’ya düştü. Buna karşın sermayen sınıfının milli gelirden aldığı pay yüzde 56.23’ten yüzde 59’a tırmandı. Emekçilerin milli gelirden aldığı payda bir yıl içinde 3.56 puanlık düşüş, yüksek bir kayıp anlamına geliyor.
Emekçilerin milli gelirden aldığı pay kaybının en yüksek olduğu sektörlerin imalat sanayii ile ana hizmetler olması sorunu daha da ağırlaştırıyor. Çünkü bu iki sektör hem üretim, hem de istihdam açısından hayati öneme sahip.
İmalat sanayiinde yaratılan katma değerden emekçilerin aldığı pay yüzde 39.26 düzeyindeydi. Bu yılın ilk çeyreğinde emekçilerin payı 5.61 puanlık bir kayıpla yüzde 33.66’ya düştü. Ticaret, ulaştırma, lojistik, konaklama ve yiyecek hizmetlerini kapsayan ana hizmetlerde, emekçilerin yaratılan katma değerden aldıkları pay 5.66 puan düşerek yüzde 29.76’ya indi.
Tüm bunlar, ekonomi yüzde 7 büyürken, emekçinin pastadan aldığı payın azaldığını, lokmasının küçüldüğünü gösteriyor. Yılın ilk çeyreğinde milli gelir nominal olarak yüzde 29.14 artarken, emekçilere yapılan ödemeler yüzde 16.03, sermayenin geliri ise yüzde 35.48 arttı. Milli gelir hesaplarında kullanılan enflasyon oranı ise ilk çeyrekte yüzde 20.68 olarak hesaplandı. Buna göre enflasyonu hesaba kattığımızda, sermaye kesiminin kazancı reel olarak yüzde 6.91 artarken, emekçilere yapılan ödemeler reel olarak yüzde 3.85 azaldı. Emekçilerin gelirindeki reel kayıp imalat sanayiinde yüzde 3.79, ana hizmet sektörlerinde ise yüzde 11.02 gibi yıkıcı bir boyuta ulaştı.
Çalışan emekçi başına milli gelirden düşen paya baktığımızda, emekçinin kaybı daha da artıyor. Toplam emek gelirlerinde yüzde 3.85 olan reel kayıp, çalışan emekçi başına hesaplandığında yüzde 5.65’e çıkıyor. Çalışan emekçi başına reel kayıp tarımda yüzde 29.21’i, inşaatta yüzde 12.30’u, imalat sanayiinde yüzde 9.60’ı ve toplam sanayide yüzde 9.74’ü buluyor.
Çalışan emekçilerin milli gelirden aldığı payın enflasyon altında ezilerek reel olarak küçülmesine bir de yüzde 28.3’e ulaşan geniş tanımlı işsizlik oranı eklendiğinde, emekçilerin yüzde 7’lik büyümeye rağmen karşı karşıya kaldıkları yoksullaşma daha da derinleşiyor.
Sermayenin milli gelirden aldığı pay daha da artarken emekçilerin payının reel olarak küçülmesi, toplumsal düzeyde yoksulluğu daha derin ve yaygın hale getiriyor, gelir dağılımındaki adaletsizliği iyice büyütüyor. Bunun ilk işaretini TÜİK’in büyüme verilerinde de görüyoruz.
Yüzde 7 olan ilk çeyrek büyümesinin 4.22 puanı özel tüketimdeki artıştan geldi. Özel tüketimdeki büyüme yüzde 7.43’ü buldu. Bir yanda yüzde 30’a yaklaşan işsizlik, diğer yanda emekçilerin milli gelirden aldığı payın reel olarak küçülmesi varken, özel tüketim nasıl yüzde 7.43 büyüyebildi?
Bu sorunun yanıtını, başta otomobil olmak üzere dayanıklı tüketim mallarına yapılan harcamaların yüzde 20.47 gibi çok yüksek bir hızla büyümüş olmasında buluyoruz. Milli gelirden aldıkları pay azalan ve yüksek işsizlikle boğuşan emekçiler karnını doyurmakta zorlanırken, sermaye kesimi ve üst gelir grupları refah harcamalarını nadir görülen bir hızla artırmışlar.
Tüm bu veriler, ilk çeyrekte yüzde 7’yi bulan büyümenin emekçiler için refah değil yaygınlaşan ve derinleşen bir yoksullaşma getirdiğini, öte yandan gelir dağılımını alabildiğine bozarak sermaye sınıfı için katmerli sömürü ve katmerli kazanç olanağı sunduğunu gösteriyor.
Sağlıksız büyüme
Bu büyüme, adaletsiz olmasının yanı sıra kendi içinde de sağlıksız, dengesiz ve sürdürülemez durumdadır.
Ekonominin en büyük sorunlarından birisi, yüksek dış borç ve kronik cari açıktan beslenen dış kırılganlıklardır. Bu sorunlar bütün ağırlığıyla sürerken, döviz rezervlerinin de sıfırlanmış olması, kurları ateşleyerek sürekli bir istikrarsızlık durumu yaratıyor.
2021’in ilk çeyreğinde dolar bazında yıllık milli gelir de 728.5 milyar dolar ile 2011 yılının gerisindedir. Uluslararası karşılaştırmalarda Türkiye’nin ekonomik büyüklüğü 10 yıl geriye gitmiş durumdadır.
Kişi başına gelir 8 bin 700 dolara kadar indi ve 2007 yılının gerisine düşüldü. Kişi başına gelir 14 yıl öncesinden daha düşük. Aslında bu hesaba Suriyeliler başta olmak üzere Asyalı ve Afrikalı göçmenleri de katmak gerekir. Onları da hesaba katınca kişi başına gelir 8 bin 250 dolara düşüyor.
Milli gelir dolar bazında aşınırken yüksek cari açık sürüyor. İlk çeyrekte ekonomi, milli gelirin yüzde 4.13’ü kadar cari açık verdi. Yıllık toplamdaki cari açık ise milli gelirin yüzde 5’ini buluyor.
Bu da büyümenin dış borçları artırarak ve ekonominin mevcut kırılganlıklarının artması pahasına gerçekleştiğini gösteriyor.
Dışarıdan borçlanmadaki artışa, yurtiçi kredilerde de sorunlu ve riskli bir artış eşlik ediyor. Sürdürülemez kredi büyümesi, bir tarafta hormonlu bir büyüme, diğer yanda ise ödenemeyen borçlar, iflaslar, bankacılık sisteminin zaafa düşmesi risklerini yaratıyor.
Emekçilere daha fazla yoksulluk getiren bu ekonomik sistem sadece sermaye sınıfının kârlarını artırmaya hizmet ederken, iç ve dış dengesizlikleri artırarak geleceği de daha belirsiz ve karanlık hale getiriyor.