Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan geçtiğimiz günlerde cafcaflı bir sunumla, sözde üzerinde aylardır çalıştıkları bir ekonomik reform programı açıkladı. Son dönemde sıklıkla vurgulanarak tekrarlanan reform lafları nedeniyle bu açıklama merakla bekleniyordu.
Reform programında köklü değişikliklerin yer alacağını umanlar hayal kırıklığına uğradılar. Çünkü bir saat süren bir toplantı ile bizzat Erdoğan tarafından açıklanan programda köklü değişiklik adına hiçbir şey yoktu. Yenilik diye sunulan maddelerin çoğu, Erdoğan iktidarının sıkıştıkça gündeme getirdiği sayısız geçmiş “ekonomik reform” programlarında yıllar önce yapılacağı söylenmiş ama yapılmamış vaadlerden ibaretti. Yapılacağı söylenen bazı şeyler ise çok önceden hayata geçirilmiş ama sürdürülmemişti.
Erdoğan’ın açıkladığı metinde “reform” denebilecek değişiklikler yoktu ama bomboş bir program da değildi. Yaşanmakta olan ekonomik krizin yükünü emekçilerin sırtına yıkmaya, sermaye sınıfını krizin yüklerinden sıyırmaya hizmet edecek bir dizi plan yer alıyordu. Nitekim sermayenin irili ufaklı bütün sözcüleri, Erdoğan’ın açıkladığı sözde reform programını destekleyip alkışlayan açıklamalar yapmakta gecikmediler.
Emekçiye IMF reçeteli acı ilaç
Erdoğan’ın paketinde Covid-19 salgını ile katmerlenen ekonomik krizde gelirini ve işini kaybeden emekçilere destek anlamında hiçbir şey yok ama emek düzeninde sömürüyü ve güvencesizliği artıracak planlar yer alıyor. Erdoğan yıllardır her ekonomik programının baş köşesine oturttuğu IMF patentli esnek çalışma düzeni dayatmasını, ekonomik kriz koşullarında bir kez daha ısıtıp “reform” diye önümüze koyuyor.
Ekonomik reform programında çalışma hayatına ilişkin iki önemli düzenleme yer alıyor. Bunlardan birincisi uzaktan çalışma mevzuatı, diğeri kısmi süreli çalışma düzeni.
Uzaktan çalışma, Covid-19 salgını koşullarında olabildiğince yaygın bir uygulama haline gelmiş durumda. En başta büyük holdingler ve finans kurumları olmak üzere, önde gelen sermaye grupları, salgın nedeniyle başlattıkları uzaktan çalışma uygulamasını yaygınlaştırma ve kalıcı hale getirme çabası içindeler. Erdoğan’ın reform programı, sermayenin bu çabasına destek veriyor.
Uzaktan çalışma düzeni ofis, enerji, ulaşım ve yemek gibi bir dizi giderden patronları kurtarırken, evden çalışmak durumundaki emekçilerin enerji, haberleşme, internet, bilgisayar gibi giderlerini artıracak. Bunlara ek olarak evden çalışanlar için mesai kavramı ortadan kalkacak, kapitalist patronların dayatmasıyla günlük çalışma süreleri 8 saatin çok üzerine çıkacak ve bunun için fazla mesai ödemesi de yapılmayacak. Böylece evinde rahat çalışma kılıfı altında emek sömürüsü daha da artırılacak. Bunun kapitalistler açısından bir yararı da, emekçilerin örgütlenme, birlikte hareket etme ve dayanışmasını zorlaştıracak olması.
Kısmi süreli çalışma düzenlemesi ise emekçilerin karşı karşıya bulunduğu güvencesiz çalışma koşullarını daha da derinleştirecek. Kısmi çalışma düzeninin getireceği birinci sonuç ücretlerin aşağı çekilmesi olacak. Kısmi süreli çalışanlarla özel sözleşmeler yapılarak farklı bir ücret düzeni uygulanacak. Çalışma süresinin haftada 40 saatin altında olması gerekçesiyle düşük ücret ödenecek.
Kısmi süreli çalışma düzeni ile aynı zamanda şu anda süresiz olan sözleşmeler, süreli sözleşme haline gelecek. Böylece kapitalistlere, kısmi süreli çalışan emekçileri bir yıldan daha kısa süreli sözleşme yapmaya zorlamanın yolu açılacak. Bu da işçilerin kıdem tazminatı hakkını gasp etmenin bir yolu haline gelecek.
Sermayeye kurtarma ve teşvik
Erdoğan’ın reform planı, sömürüyü ve güvencesizliği artıracak uygulamalarla sermaye için krizin yükünü emekçilere yıkmanın yollarını genişletmekle kalmıyor, sermayeye bir dizi kurtarma ve teşvik kanalı da açıyor.
Kurtarma kanallarından birisi Tahvil Garanti Fonu. Tahvil Garanti Fonu’nun görünürdeki amacı, şirketlerin banka kredilerinin yanısıra tahvil çıkartarak da borçlanmasını kolaylaştırmak. Eğer şirket vadesi geldiğinde tahvilin faiz ve anaparasını ödeyemezse, tahvil alanlara ödemeyi Tahvil Garanti Fonu yapacak. Bu garanti sayesinde tahvil yoluyla borçlanacak şirketlerin çıkardığı tahvilleri daha kolay satabilmelerine imkan yaratılacak.
Böylece bankalara kredi borçlarını ödeyemeyen ve yeni kredi alamayan şirketlere yeni bir borçlanma kanalı açılmış olacak. Bu yolla bankaların batık kredi riski, bu tahvilleri doğrudan satın alan veya bankaların yatırım fonları üzerinden dolaylı olarak alan tasarruf sahiplerine aktarılmış olacak. Şirketin vadesinde tahvillerin karşılığını ödememesi halinde ise Tahvil Garanti Fonu sayesinde yük Hazine’ye, yani vergilerin çoğunu ödeyen emekçilere yüklenmiş olacak.
Erdoğan’ın reform programında bankaların batık kredi portföyünü ve şirketlerin borçlarını menkul kıymet veya teşvik yoluyla toplumsallaştırmanın aracı olacak iki farklı plan daha var. Bunlardan birincisi bankaların batık kredilerini satın alacak olan varlık yönetim şirketlerine teşvik verilmesi. İkincisi bankaların sorunlu kredileri karşılığında menkul kıymet çıkartarak, bunu tasarruf sahiplerine ve yatırım fonlarına satması.
Bu iki kanal da şirketlerin ve bankaların batık kredilerden kurtulmasına hizmet ederken, riski tasarruf sahiplerine ve Hazine’ye aktarmanın aracı olacak.
Erdoğan’ın programında yer alan bir araç da proje finansmanı fonu. Bu da altyapı, ulaşım, enerji, haberleşme, sağlık gibi alanlarda ihale alan ama yatırım için bankalardan ihtiyaç olan krediyi alamayan yandaş müteahhitlerin bu kaynağı, menkul kıymet çıkartarak halktan toplamalarının yolunu açacak.
Erdoğan’ın reform planında sermayeye nakit teşvik vaadi de var. Şimdiye değin yatırım teşviklerinde vergi muafiyetleri, gelir vergisi indirimleri, faiz desteği, SGK prim desteği gibi araçlar kullanılıyordu. Şimdi buna doğrudan nakdi destek de eklenecek, yani yatırım teşviki alanlara doğrudan Hazine’den para aktarılacak.
Tüm bunlar Erdoğan’ın ekonomik reform programının sınıf karakterini, gerici faşist diktatörlüğün sermayenin hizmetinde olduğunu apaçık ortaya koyuyor.