Salgın tüm dünyayı etkilemeye devam ediyor. Avrupa’da ikinci dalga, ABD’de ise üçüncü dalga yaşanıyor. Avrupa ülkelerinde alınan göstermelik önlemlere karşın toplumun bazı kesimlerinin protesto gösterileri basında yer aldı. ABD’nin ise vaka sayısının 10 milyonu geçmiş olması ile rekor kırdığı ifade ediliyor, ancak başkanlık seçimleri salgın ile mücadele konusunu arka plana atmış bulunuyor. Dünya genelinde kapitalist ülkeler salgına yönelik ciddi çalışmalar yürütmüyor, ekonomik çarkların dönebilmesi uğruna işçi ve emekçiler ölüm ya da açlık ikilemi arasında bırakılıyor.
Türkiye’de gündemler sürekli değişse de sağlık, eğitim hakkı ve ekonomik kriz asıl gündemler olarak yerlerini koruyor. Doların 8.50’leri gördüğü, Euro’nun ise 10’un üzerine çıktığı ve bunlarla birlikte ciddi bir rejim krizi yaşanıyor olduğu gerçeği, işçi ve emekçilerin hayatını çekilmez hale getiriyor. Burjuva hukukunu bile kenara iten tek adam rejiminin yarattığı gerici-boğucu atmosfer, kutuplaştırmayı da had safhaya çıkarmış vaziyettedir. Bunlarla birlikte düzen muhalefetinin basiretsizliği ve aynı zamanda toplumsal muhalefetin kendini örgütlü bir şekilde ifade edememesi çok yönlü krizlerin yıkıcı sonuçlarını ağırlaştırmaktadır. İşsizlik, geleceksizlik gibi yapısal sorunlar gün geçtikçe daha da büyümektedir. Pandemi sürecini fırsat bilen sermaye devleti ise tüm bu krizlerin faturasını işçi ve emekçilere ödetmek amacıyla adımlar atmaktadır. Bunlardan biri gençleri de çok yakından ilgilendiren esnek çalışma modellerinin yasal ayaklarını tamamlama gayretleridir. Toplumun önemli bir kesimi geçim derdi ve gelecek kaygısı yaşarken, deprem ve salgınla mücadele ederken, meclisin gündeminde kıdem tazminatı vb. hakların nasıl gasp edileceği yer alıyor. Milli Eğitim Bakanlığı da çocuk işçiliği yaygınlaştıracak uygulamaları hayata geçirme peşinde. Zaten pandemi ile birlikte gasp edilen eğitim hakkının nasıl ‘daha da özelleştirilmesine vesile olabiliriz’ hesabını yapmaktadır.
EBA TV’de yaşanan çökmeler ve erişim sıkıntıları ‘Hollanda ve Amerika merkezli iki siber saldırıya uğradık’ bahaneleri ile geçiştirilmeye çalışılıyor. Eğitim Bakanı pandemi karşısında önlemleri arttırmak yerine, eleştirilere karşı laf yetiştirmeye odaklanılmış durumda. Okulları aşamalı ve seyrek bir şekilde açarak, EBA TV’yi “dünyanın en iyisi” ilan ederek eğitim ve öğretim sürecini sözde yönetiyorlar. Öğrenci ve öğretmenlere düzenli ve ücretsiz test yapılmıyor, okul binalarının durumuna dair ciddi gözlemler ve iyileştirmeler yapılmıyor, dezenfektan ihtiyacı ise okulların kendi inisiyatifine bırakılmış durumda. Haftanın iki-üç günü verilen sınırlı eğitim ve uzaktan eğitimin niteliksiz içeriğine rağmen sınavların yüz yüze yapılması planlanıyor. Tüm bu süreç boyunca öğrencilerin eğitimden kopma oranları artış içerisinde. İlkokuldan beri üniversiteye hazırlık ve “üniversiteye gitmenin hayatı kurtaracağı” motivasyonu ile verilen eğitimin bugün geldiği nokta içler acısıdır. Üniversitelerin durumu daha vahim haldedir. Gençliğin gelecek sorunu çok daha fazla ağırlaşmış, umutsuz ve hayalsiz nesiller gerçekliği ortaya çıkmıştır. Kapitalizmin sunabileceği gelecekten bir beklenti içerisinde olunmaması konusunda birçok veriyi gözler önüne sermiştir pandemi süreci. Sınıfsal farklılıkların, fırsat eşitsizliklerinin daha da derinleştiği bu dönemde Erdoğan’ın ‘keyif çayı iç’ söylemi aslında yaşanan toplumsal krizi çarpıcı bir şekilde ifade etmektedir.
Peki, tüm bu olumsuz gibi görünen tabloda hayata küsmek, intihar etmek ya da en ufak bir fırsatta ülkeyi terk etmek mi bir çözüm? Ya da her gün üretmeye devam eden, toplumsal yaşamın devamlılığını sağlayan işçi ve emekçilerin kendi çıkarlarını savunacakları şekilde siyaseti belirlemeleri mi? Soysuzların ve haydutların lüks ve şatafatları için milyonların bedel ödediği bu akıldışı toplumsal düzenin değişmesi şarttır. Yapılması gereken şey bizlere dayatılan ‘ölüm mü, açlık mı’ ya da ‘sağlık mı, eğitim mi’ ikilemlerine boyun eğmek değil, sosyalizm mi, kapitalizm mi sorusuna cevap vermektir.
Eğitim hakkını savunuyor olmak ve talepleri belirlemek, bugün ve buna bağlı olarak geleceğimiz için mücadele etmeyi gerektirir. Parasız, bilimsel, ulaşılabilir, nitelikli, laik ve anadilde eğitimin karşılanması için mücadele etmekten başka bir seçenek yoktur. Ancak eğitim hakkı, sadece bu talepler üzerinden değil toplamında bir sorun alanı olarak görülmelidir. Salgına karşı alınacak önlemler akşam 22.00’dan sonra çeşitli yerleri kapatarak ya da sokağa çıkma yasağı ilan ederek değil, onurlu bilim insanlarının önerileri doğrultusunda alınmalıdır. Okulların açılmasını veya eğitim hakkının sağlanmasını talep ederken, gerekli altyapı eksikliklerinin giderilmesi, toplu ulaşım alanında düzenlemeler yapılması ama özellikle üretim alanlarında ciddi önlemlerin alınması için de mücadele etmek gerekir. Salgın başta olmak üzere yaşanan çok yönlü sorunlara karşı topyekûn bir mücadele ortaya koymak gerekir. Geleceğine dair endişe duyan her gencin bu bakış açısına sahip olması gerçek çözüme ulaşmasını sağlayacaktır.
Fransa’da başını liseli gençliğin çektiği, öğretmenlerin ve sendikaların da destek verdiği eylem ve blokajlar ile Fransa sermaye devletinin salgın için almış olduğu göstermelik önlemler etkili bir şekilde protesto edildi. 10 Kasım günü sendika konfederasyonları tarafından ulusal grev ilan edildi. Eylül ayının sonunda Yunanistan’da liseliler okulları işgal etmişlerdi, Kasım ayında ise Fransa’da liseliler polis şiddetine rağmen eylemleri sürdürdüler. Gelecekleri ve sağlıkları için mücadeleye geçen liseliler diğer ülkelere de yapılması gerekeni gösteriyorlar.
Devrimci Liseliler Birliği olarak tüm liselileri geleceğimizi ellerimize almaya, taleplerimiz ve sosyalizm için örgütlenmeye, mücadele etmeye çağırıyoruz.