Pandemi ile birlikte ağırlaşan ekonomik ve siyasal kriz gerçeği, günümüz Türkiye’sinde toplumsal ve siyasal ortamı belirleyen en temel olgu olarak öne çıkıyor. Buradan hareketle, sermayenin ve AKP-MHP rejiminin attığı her adım, hayata geçirdiği her uygulama ya da toplumu hedef alan her manipülatif hamle, dolaysız olarak yaşanan krizi yönetme amacına hizmet ediyor.
Gerici-faşist rejimin çifte hesabı
AKP-MHP koalisyonu, kapitalist sistemin giderek derinleşen açmazları ile kendi gelecekleri arasındaki dolaysız ilişkinin fazlasıyla farkında. Ağırlaşan ekonomik krizin ve buna bağlı olarak büyüyen toplumsal sorunların, siyasi iktidarlara ne gibi sonuçlar yarattığını ve yaratacağını deneyimler üzerinden biliyorlar. Bu nedenle sistemin beka sorununu kendi kaderlerinden bağımsız ele almıyorlar.
Hal böyle olunca, kendi gerici-faşist rejimlerini tahkim etmek adına attıkları her adımı aynı zamanda çok yönlü krizi yönetmenin imkânı olarak değerlendiriyorlar. Bu gerçeklik kendisini, daha çok toplumu sefil çıkarları etrafında mobilize etmeyi amaçlayan Ayasofya çıkışı ya da “Karadeniz’de gaz bulduk” safsataları üzerinden değil, temelde zorbalığı kurumsallaştıran uygulamalarla ortaya koyuyor. Zira, vitrinde öne çıkarılan söylemler artık pek itibar görmüyor ve bu nedenle etkisi kısa sürüyor.
Baskı ve şiddet aygıtlarının tahkimatı AKP-MHP koalisyonunun çifte hesabını doğrudan kesen bir işlevi yerine getiriyor. İlki, kendi bekalarını zor yoluyla güvence altına almak. İkincisi, tam da buna dayanarak krizin tüm faturasını emekçilerin omuzlarına yüklemeye devam etmek.
Önce bekçi ordusu, şimdi de “takviye kuvvetler”!
15 Temmuz darbe girişiminin ardından faşist tek adam rejimine geçişin önündeki engelleri kaldırmaya girişen Erdoğan yönetimi, rejim krizini aşmakta başarılı olamasa da zorbalığı kurumsallaştırma doğrultusunda bir hayli mesafe katetti. Klasik burjuva hukuk ve yargı sistemini rafa kaldırıldı, toplumsal muhalefet üzerinde terör estirildi, Kürt halkına dönük kirli savaş tırmandırıldı, grevleri yasakladı, vb…
Tüm bunların gerici-faşist rejimin bekası için yapıldığı açık. Fakat bununla birlikte, artan faşist baskı ve zorbalık, krizin işçi sınıfı ve emekçilere fatura edilmesinin de önünü düzledi. Türkiye’deki egemen sermaye çevrelerinin özellikle son günlerdeki sessizliğinin gerisinde, bu kirli çıkar ilişkisinin yattığı açık. Zira, AKP-MHP rejiminin tüm bu hoyratlığı son tahlilde sermayenin genel çıkarları ile de örtüşüyor. Çok yönlü kriz derinleştikçe toplumu bir parça olsun rahatlatacak manevralar yapabilme kabiliyetini kaybeden sermaye çevreleri, krizin faturasını emekçilere sopa yoluyla ödetmekten başka bir aracın kalmadığı konusunda rejimle hemfikir görünüyor.
Gelinen yerde faşist tek adam rejimi şiddet aygıtlarını yeni uygulamalarla güçlendiriyor. Yakın zamanda kurulan bekçi ordusu, yine geçtiğimiz hafta kurulması için adımları atılan “takviye kuvvetler” bunun güncel örnekleri. Bu adımlar sadece günümüz koşullarında toplumu zorbalıkla yönetmek için atılmıyor. Daha önemlisi, yakın gelecekte gelişebilecek olası kitle hareketlerinin bastırılmasına dönük bir hazırlığın yapıldığını da gösteriyor.
Sermaye sınıfı ve AKP-MHP rejimi açık sınıfsal bir tutumla hareket ediyor. Onlar yarının çalkantılı günlerine hazırlanıyorlar. Çünkü, kapitalist sistemin krizinin tüm yükünü bugün için örgütsüz olan emekçilerin omuzlarına yüklemiş bulunuyorlar. Ancak bu durumun ilelebet sürdürülemez olduğunun ve yarın bir dizi toplumsal sonuçları olacağının da farkındalar.
Zor günlere çok yönlü hazırlık!
Tüm bu gerçeklerden hareketle işçi sınıfı ve emekçiler de sermayenin ve AKP-MHP rejiminin tahkim ettiği faşist zorbalık karşısında bugünden kendi hazırlığını yapmalıdır. Söz konusu hazırlığın ise iki ayrı boyutu bulunuyor.
İlki, güncel planda sınıfı ve emekçi kitleleri hedef alan çok yönlü saldırılara karşı vakit kaybetmeksizin yan yana gelmek, harekete geçmek ve mücadeleyi ilmek ilmek örmektir. İkincisi ise yarın gelişebilecek olan çetin sınıf mücadelelerine dönük sağlam devrimci mevziler oluşturmak, bu zemin üzerinde örgütlü hazırlığı hızlandırmaktır.
Eğer bu iki boyutlu sorumluluğun gerekleri yerine getirilemez ise, işçi ve emekçiler giderek daha da ağırlaşacak krizin tüm yükünü döne döne ödemenin yanı sıra, sermaye düzeninin tırmandırdığı faşist baskı ve zorbalığın çok daha ağır sonuçları ile de karşı karşıya kalacaklardır.