2021 yılında uygulanacak asgari ücret, her yıl tekrarlana tekrarlana kabak tadı veren tiyatro ile belirlendi. 2021 yılında asgari ücret 2825 TL olarak saptandı. Bırakın yoksulluk sınırını, açlık sınırının bile altında olan bu asgari ücret düzeyi, yüksek işsizlik ve pandemi koşullarıyla birlikte sömürünün katmerlenmesinden, yoksulluk ve sefaletin iyice derinleşmesinden başka bir şeye hizmet etmeyecek.
Türk-İş’in en son aralık ayı verileriyle 4 kişilik bir aile için hesapladığı açlık sınırı 2 bin 590 TL, yoksulluk sınırı ise 8 bin 437 TL. Bekar bir emekçinin tek başına yaşama maliyeti ise asgari 3 bin 147 TL olarak hesaplandı.
Emekçiler yeni asgari ücreti alıp harcamaya başlayacakları şubat ayında muhtemeldir ki açlık sınırı, asgari ücret düzeyini yakalamış olacak. Yani emekçiler 2021’de fiilen açlık sınırının bile altında bir asgari ücrete mahkum edilmiş durumda.
Türkiye’de iktidarların en nobran alışkanlıklarından birisi yaptıkları, yapacakları şeye tam tersi bir isim takmalarıdır. “Barış harekatı” dediklerinin savaş, “hayata dönüş” dediklerinin katliam, “huzur operasyonu” dediklerinin devlet terörü, “hukuk reformu” dediklerinin yargıya cendere, “demokrasi atılımı” dediklerinin özgürlüklerin iyice kısıtlanması, “ekonomide dengelenme” dediklerinin istikrarsızlık, “büyüme” dediklerinin yoksullaşma, “yatırım” dediklerinin yolsuzluk, çalma-çırpma olduğunu çok iyi biliyoruz.
İşte asgari ücret de böyle bir şey. Dünyada asgari ücret, ancak nitelik açısından en alt düzeydeki işler için ödenebilecek minimum ücret düzeyi olarak anlaşılır. Asgari ücret alanların, çalışanların ancak küçük bir bölümünü oluşturacağı kabul edilir. Asgari ücret belirlenmesinin amacı da ücretlerin asgari insani yaşam imkanını verecek bir sınırın altına inmesini engellemek olarak görülür. Uluslararası alanda emek hareketlerinin baskısıyla ortaya çıkan bu uygulamanın asıl işlevi böyle.
Türkiye’de ise asgari ücret, insani yaşama yeterli bir düzeyi ifade etmediği gibi ücretler için bir alt sınır anlamına da gelmiyor, emekçilerin sadece küçük bir bölümünün aldığı ücret anlamına da gelmiyor, fiiliyatta tam tersini ifade ediyor.
Asgari ücret insanca değil
Birincisi asgari ücret insanca yaşamaya yeterli bir ücret düzeyini ifade etmiyor. 2021 örneğinde gördüğümüz durum tüm yıllar için geçerli. Asgari ücret, çoğu zaman açlık sınırının bile altında kalıyor. Çünkü asgari ücret tespitleri, her emekçi sanki tek başına yaşıyormuş mantığıyla yapılıyor.
Türkiye'de nüfusun ancak üçte biri çalışıyor. 2019 sonu itibarıyla nüfus 83 milyon, Suriyeli, Asyalı ve Afrikalı göçmenleri de hesaba katarsak gerçek nüfus 88 milyona yaklaşıyor. Buna karşın istihdamdakilerin sayısı 27.7 milyon kişi. Yani çalışan her bir kişi, ortalama üç kişiye bakıyor.
Hanelerin çoğunluğunun da 4 kişiden oluştuğu dikkate alındığında, insanca yaşam koşullarını gözeten bir asgari ücret hesabında esas alınacak açlık ve yoksulluk sınırının 4 kişilik aileye göre yapılması gerekiyor. Bu olmayınca da tespit edilen asgari ücret her zaman açlık sınırında kalmaya mahkum oluyor.
TÜİK’in enflasyon hesabı, tam burada emekçilerin aleyhine devreye giriyor. Bir sonraki yılın asgari ücreti belirlenirken, esas alınan noktalardan birisi mevcut yılın enflasyonu. TÜİK’in özellikle son yıllarda hiçbir güvenirliği kalmayan rakamları enflasyonu bariz bir şekilde olduğundan çok düşük gösteriyor. Asgari ücret artışı da bu sakat hesaba dayandırılınca, asgari ücret daha baştan reel olarak kayba uğramış oluyor.
Burada emekçilerin aleyhine çalışan bir diğer nokta da, asgari ücret tespitinde dikkate alınan enflasyon oranının genel enflasyon oranı olması. Bu hesapta zengin de, asgari ücret ve altında bir gelirle geçinmeye çalışan yoksul da aynı muameleyi görüyor. Oysa zenginin tüketim kalemlerinin dağılımı ile yoksulunki birbirinden çok farklı. Zenginin tüketiminde otomobil, dayanıklı tüketim maddeleri, lokanta, otel, eğlence, gezi harcamalarının ağırlığı daha yüksek iken yoksulun tüketiminde mutfak, kira, elektrik, doğalgaz gibi hayati kalemler daha büyük ağırlık taşıyor.
Bu nedenle yoksulların, emekçilerin enflasyonu genellikle üst gelir gruplarının enflasyonundan daha yüksek oluyor. Bu durumda emekçileri ve en yoksul kesimleri etkileyen asgari ücret ortalama enflasyona göre belirlenince, emekçiler iki kez zarara uğramış oluyor.
Asgari ücret, alt sınır değil
Asgari ücret uygulaması, olması gerekenin aksine ücretlerin daha aşağı inmesini önleyen bir sınır rolü oynamıyor.
Emekçilerin neredeyse üçte biri, sigortasız, güvencesiz kayıt dışı çalıştırılıyor. Kayıt dışı çalışmak zorunda kalan emekçilerin ezici çoğunluğu asgari ücretin çok altında ücret alabiliyorlar.
Ayrıca sigortalı çalışmasına karşın bankaya yatan ücretinin bir bölümünü patrona geri iade etmeye zorlanan ve böylece gerçek ücreti asgari ücretin altına düşen çok sayıda işçi de var.
Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) TÜİK’in 2018 yılı verilerine dayanarak yaptığı hesaba göre, özel sektörde çalışan emekçilerin yüzde 22’si asgari ücretin altında ücret alıyor. Bu oran kadınlarda yüzde 25.2’ye çıkıyor.
Bu gerçek sadece DİSK’in hesaplarında ortaya çıkmıyor. Merkez Bankası’nın asgari ücretin enflasyona etkisi konusunda uzmanlarına yaptırdığı çeşitli araştırmalarda da bu gerçek teslim ediliyor. Merkez Bankası uzmanlarının geçmiş yıllarda yaptığı araştırmalar, tam zamanlı çalışanların yüzde 26’sının asgari ücretin altında ücret aldığını ortaya koyuyor.
Asgari ücret, istisnai değil temel ücret
Asgari ücret uygulamasını yoksulluk üreten bir sistem haline getiren üçüncü faktör, emekçilerin küçük bir azınlığına dair istisnai bir uygulama olması gereken asgari ücretin Türkiye’de temel ücret haline gelmiş olması. Ücretlerin ezici çoğunluğu asgari ücret etrafında yoğunlaşıyor.
DİSK’in araştırmasına göre, emekçilerin yüzde 49.5’i asgari ücret dolayında veya altında ücret alıyor. Özel sektörde bu oran yüzde 62’yi buluyor. Özel sektörde çalışan kadın emekçilerin ise yüzde 76’sı asgari ücret dolayında veya altında ücret alabiliyor.
Merkez Bankası’nın araştırmalarında da aynı durum itiraf ediliyor. Merkez Bankası uzmanlarının 2017 yılına ilişkin bir araştırması da, emekçilerin yüzde 54’ünün asgari ücretin altında veya asgari ücret dolayında ücret alabildiğini teslim ediyor.
Yine Merkez Bankası tarafından 2015 yılında yayınlanan ve 2011-2013 yıllarının ortalamasına yansıtan araştırmanın sonuçlarına göre, asgari ücret dolayında ve altında ücret alan emekçilerin oranı tarımda yüzde 72’yi, gıda imalatında yüzde 51.5’i, giyim imalatında yüzde 50.1’i, tekstilde yüzde 46.7’yi, mobilya imalatında yüzde 43.2’yi, inşaatta yüzde 41.3’ü buluyor.
Hizmet sektörlerinde bu oran daha da yükseklere çıkıyor. Asgari ücretin altında veya dolayında ücret alan emekçilerin oranı yiyecek-içecek hizmetlerinde yüzde 62.1, oto ticaretinde yüzde 54.1, perakende ticarette yüzde 56.2 düzeyine tırmanıyor.
Sömürü düzeyini tayin edici ücret
Asgari ücret bu haliyle ücretli çalışan tüm emekçilerin ücret düzeylerini etkileyen temel bir referans noktası rolü oynuyor.
Ücretlerin yarısı asgari ücret dolayında veya altında yığılınca, asgari ücretteki değişiklikler ücretlerin en az yarısını doğrudan etkiliyor. Asgari ücretteki değişiklikler bu gruptaki ücretleri bire bir etkiliyor.
Bu grubun üstünde yer alan ücretler de asgari ücretteki değişikliklerden genellikle daha düşük oranlarla etkileniyor. Buna bağlı olarak asgari ücretteki yüzde 10’luk artışın ortalama ücretlerde yüzde 2.2-3.5 arasında bir artış yarattığı hesaplanıyor.
Denge böyle kurulduğu için bu süreç her yıl biraz daha etkili hale geliyor. Ücretlerin asgari ücret etrafında yoğunlaşması her yıl biraz daha artarak ilerliyor.
Bu sürecin bir sonucu olarak asgari ücret ile ortalama ücret arasındaki fark giderek daralıyor. Merkez Bankası’nın araştırmalarında yer alan tespite göre, 2013 yılında asgari ücretin ortanca ücrete (tüm ücretler sıralandığında en ortada kalan ücretin düzeyi) oranı yüzde 80 idi. Bu konuda OECD ortalaması sadece yüzde 49 düzeyinde. Bu durum, OECD’de ortalama ücretin asgari ücretten çok daha yüksek olduğunu, Türkiye’de ise ücretlerin asgari ücret dolayında yoğunlaştığını ortaya koyuyor.
DİSK’in araştırması da, asgari ücretin ortalama ücrete oranını 2019 yılı için yüzde 71 olarak hesaplayarak aynı sonucu ifade ediyor.
Bu çerçevede asgari ücret, tüm emekçilerin ücret düzeyleri üzerinde belirleyici bir etkiye sahip. Bu yüzden de emekçi sınıfların sömürü düzeyini merkezi olarak yönlendiren bir rolü de var. Asgari ücret, emek sömürüsünü artırmanın başta gelen manivelası haline geliyor.
Sömürü artışının resmi
Bu gidiş, devletin resmi verilerine de gizlenemeyecek şekilde yansıyor. Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın hesapladığı endekslere göre, sanayide çalışılan saat başına reel ücretler, bu yılın üçüncü çeyreğinde 2019’a göre yüzde 9.54 gibi sert bir düşüş gösterdi. Dolar olarak reel ücretlerdeki düşüş yüzde 20.44’ü, Euro olarak ise yüzde 24.27’yi buluyor.
Oysa aynı dönemde sanayi sektöründeki büyüme yüzde 8.01, imalat sanayiindeki büyüme yüzde 9.34, genel ekonomik büyüme ise yüzde 6.70 oldu.
Yani emekçiler daha yoğun çalışarak yüksek büyüme ve yüksek karlar yaratırken, ücretleri reel olarak hızlı bir düşüş gösterdi.
Üstelik bu durum bu yılın üçüncü çeyreğine özgü bir durum da değil. Uzun vadeli eğilimler de emekçilerin reel ücret artışı yerinde sayarken, sanayi üretimi ve milli gelirin çok daha yüksek büyüme oranlarına ulaştığını gösteriyor.
2009 yılına göre 11 yıllık sanayi büyümesi yıllık ortalamalarla yüzde 83.8’i, milli gelir büyümesi yüzde 76.75’i buldu. Buna karşın sanayide saatlik ücretlerin yıllık ortalaması, 11 yılda enflasyondan arındırılmış olarak sadece yüzde 3.71 gibi çok küçük bir artış gösterdi. Yani ekonomi böyle büyürken ücretler reel olarak yerinde saydı ve sömürü oranı giderek arttı.
Korona fırsatçılığıyla yerli ve yabancı sermayeye davet
Saat başına reel ücret endeksi Dolar ve Euro olarak hesaplandığında, resmin ikinci yüzü de ortaya çıkıyor. Yıllık ortalama reel ücretler, 11 yılda Euro olarak yüzde 14.27, dolar olarak yüzde 31.06 oranında düştü. Yani Türkiye’de işgücü uluslararası düzeyde 11 yılda aşırı ölçüde ucuzladı.
İşte resmin bu yüzü, son günlerde kapitalist patronların ve Erdoğan iktidarının iştahını kabartıyor. Covid-19 salgınının uluslararası tedarik zincirlerinin yapısında değişiklikler yaratacağı ve uluslararası devlerin Çin’deki üretim merkezlerini dünyanın farklı yerlerine dağıtacağı tahmin ediliyor. Erdoğan yönetimi ve kapitalistler, bu salgından kendilerine böyle bir fırsat yaratmayı arzuluyorlar.
Erdoğan da, bakanları da, şakşakçısı sermaye örgütleri de sık sık yaptıkları konuşmalarda, Türkiye’de işgücünün nasıl ucuzladığının tamtamlarını çalarak uluslararası sermayeye davetiyeler çıkartıyorlar. Yapacakları düzenlemelerle işgücünü ucuz tutmaya devam edeceklerinin taahhütlerini veriyorlar.
Asgari ücret tartışmalarında emek cephesinin taleplerine kulak tıkanmış olmasının bir nedeni de bu.
Asgari ücret tarihinde farklı hikayeler de var
Asgari ücrete hakim olan sistemin kendi kendini besleyerek nasıl emek karşıtı bir süreçte ilerlediğini çeşitli yönleriyle tartıştık. Ama süreç sadece bu hikayeden ibaret değil.
Asgari ücretin hatırı sayılır düzeyde yükseldiği ve geçmiş yılların kayıplarının bir ölçüde telafi edildiği dönemler de oldu. Bir örnek vermek gerekirse 1999 yılı sayılabilir.
O yıllarda yüksek enflasyon nedeniyle asgari ücret yılda birkaç kez yeniden belirleniyordu. 1999’da da üç değişiklik yapıldı. Sonuç olarak 12 aylık ortalamalara göre asgari ücrette bir önceki yıla göre yıllık ortalama artış yüzde 131’i buldu. Aynı yıl 12 aylık ortalamalara göre yıllık enflasyon yüzde 65 olmuştu. Sonuç olarak asgari ücrette yüzde 40’ı bulan bir reel artış gerçekleşti.
Dönemin gelişmelerine bakıldığında, emek cephesinde sendika konfederasyonlarının ortak hareketleri ve tüm konfederasyonların ortak desteğiyle gerçekleşen grevler dikkat çekiyor. Başta Refah-Yol olmak üzere dönemin hükümetlerine tepkilerin yükselmesi ve iktidardaki çatlaklar da emek cephesinin işini kolaylaştırdı.
1998’de özel sektörde greve çıkan işçi sayısı bir yıl öncesine göre ikiye katlanarak 7 bin 371’e, grevde geçen gün sayısı da yaklaşık ikiye katlanarak 222 bin günü aştı.
1997 sonunda sendikalar “Sendikal Haklar Kampanyası” başlattı ve 7-16 Aralık günleri arasında İstanbul-Ankara arasında “İşimiz, Ekmeğimiz, Geleceğimiz için Sendikal Haklar Yürüyüşü” yapıldı. Yol boyunca işyerlerine, fabrikalara uğrayan, kent girişlerinde ve çıkışlarında büyük kitlelerce karşılanıp uğurlanan yürüyüşçüler, ülke gündemini belirledi. 16 Aralık'ta Ankara'ya ulaşan yürüyüş, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı önündeki mitingle son buldu.
1998 yılı içinde DİSK’in başlattığı bir girişimle Türk-İş ve Hak-İş arasında işten atmalar, toplu sözleşmelerdeki tıkanıklıklar başta olmak üzere öne çıkan sorunlara karşı ortak hareket etmek için Emek Platformu oluşturma çalışmaları gündemde oldu.
Ocak 1999’da DİSK’in tekstil sektöründeki grevini diğer konfederasyonlar da destekledi ve grev kararı alınması üzerinden bir gün geçmeden anlaşma sağlanarak toplu sözleşme imzalandı. 1999’da İzmit SEKA başta olmak üzere 8 işyerinin özelleştirmesine karşı SEKA işçilerin grevi, diğer sendikaların maddi ve moral desteğiyle öne çıktı.
1999’da emeklilik yaşını yükselten yasa tasarısına karşı da Türk-İş, DİSK, KESK, Türkiye Kamu-Sen, Memur-Sen ortak eylem kararı aldı. Çeşitli illerde yapılan bir dizi eylem içinde 24 Temmuz 1999’da Ankara’da yapılan “Mezarda Emekliliğe Hayır” mitingi, yaklaşık 500 bin kişilik katılımla o dönemde gerçekleşen en kitlesel miting oldu.
Bu örnekler, kapitalist patronların ve Erdoğan iktidarının emekçileri sürekli sefalete mahkum eden bu sürecin nasıl kırılabileceğinin yolunu da gösteriyor.