31 Mart 2024’te yapılan yerel seçimlerde, iktidarda bulunan dinci-faşist Cumhur İttifakı 22 yıl aradan sonra ağır bir hezimete uğradı. AKP ikinci parti konumuna düştü. Buna karşın düzen solunun temsilcisi CHP ise yaklaşık yarım yüz yıl sonra ilk defa kayda değer oranda oylarını yükselterek Türkiye genelinde birinci parti oldu
AKP ve onun daimi şefi Erdoğan, 22 yıldır açık/gizli yaptığı hilelerle kazandığı seçimleri, muhataplarının yüzüne bir kırbaç gibi indirdiği “millî iradenin tecellisi” laflarıyla gösteriye çeviriyordu. Ancak “milli irade”, bu defa kırbacını Erdoğan’ın yüzüne şaklatır şekilde “tecelli” etti. Bu durumda Erdoğan’la faşist ortağı Bahçeli zerre kadar “burjuva haysiyeti” taşısalardı, tası tarağı toplayıp 22 yıldır bir kene gibi yapıştıkları ülkenin sırtından inerlerdi. Oysa iktidarın dümeninde oturan dinci-faşist blokun şefleri “milli iradeye” zerre kadar saygı duymadılar. Tersine, seçimlerde ortaya çıkan “milli iradenin” yeni temsilcilerini aşağılıyor, hakaret ediyor hatta tehdit ediyorlar.
Bu arada güya “milli iradeyi” belirleyen “yüce milleti” hedef alan iktisadi ve siyasi saldırı paketleri hazırlayıp uyguluyorlar. Buna karşı en ufak bir ses yükselten ise kendini anında kodeste buluyor. Tıpkı sokak röportajında konuşan Dilruba adlı kadının başına gelenler gibi. Sömürgeci sermaye rejiminin AKP-MHP eliyle yürüttüğü ekonomik ve siyasi saldırı politikaları işçilere, emekçilere ve toplumun öteki ezilen ve horlanan katmanlarına ağır bir faturaya dönüşmüş durumda. Bir tarafta üretim alanlarında milyonlarca işçiye dayatılan katmerli sömürü ve kölece çalışma koşullar öte tarafta yolsuzluk, rüşvet, talan, haksız kazançlar, mafya bozuntularının birebirlerinin servetine çökmeler vb… Ülkeye dinci-faşist çıkar gurupları ve bunlara kol kanat geren, tamamıyla yozlaşmış, çeteleşmiş bir devlet yapılanması egemendir.
AKP-MHP koalisyonu ve dalkavukları başta olmak üzere, aynı çürüme vebası düzenin siyasi alandaki tüm temsilcilerini kesiyor. Bunun mide bulandıran en taze örneklerini, yaklaşık bir buçuk yıl önce yapılan (14 -28 Mayıs 2023) cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinde görmüştük. O seçimlerde “ülkeyi içine itildiği bataklıktan kurtarmak ve selamete çıkarmak için” birbirine bağlılık yemini edip güya yan yana duranlar, seçimi kaybedince çil yavrusu gibi dağıldılar. Bununla kalmadılar, on ay sonra yapılan yerel seçimlere kadar birbirlerine söylemedik söz, etmedik hakaret bırakmadılar. Önden “vatan, millet, bayrak dava ve yol arkadaşlığı” üzerine laflar edip ırkçı-şoven milliyetçilikte birbiriyle yarışanlar, listelerde kendilerine yer bulamayınca anında küfür ve hakaret eşliğinde “dava ve yol” arkadaşlarını satıp karşı saflara geçtiler. Aynı utanmazlık ve pişkinlikle yeni parti rozetlerini yakalarına taktılar. “Satış bedeli” olarak kendilerine sunulan koltuklara oturup bu “aziz millete hizmet etmeye devam ediyorlar”.
Sermayenin siyasal temsilcilerinin tüm ilişkileri yalan, iki yüzlülük, sahtekarlık ve çıkarlar üzerine kurulu. Kitlelere dönük en büyük yalanları “seçimler, parlamento ve milli irade” üzerine ettikleri laflardır. Bunun en açık, en bariz örneklerini son yerel seçimlerde gördük. Seçim sonuçlarının ortaya çıkardığı tabloda, “milli irade” dinci-faşist Cumhur İttifakı’nın aleyhine tecelli etti. Buna rağmen bu konuda kimin ne dediği ne diyeceği veya ne düşündüğünün onlar için hiçbir kıymeti harbiyesi yok. Onlar dur durak bilmeden katmerli sömürü programlarını uygulamak için sistematik bir şekilde faşist devlet terörünün dozunu artırıyor ve buna uygun yasal düzenlemeler yapıyorlar. Saldırı politikalarını içeride rahat uygulayabilmek adına dışarıda ABD ve Batılı emperyalist haydutların desteğini alabilmek için uşaklığa devam ediyorlar. Dolayısıyla kendilerinin koydukları yasa ve kuralları dahi sürekli çiğneyip, yerine yeni dönemin ihtiyacını karşılayacak yeni hamleler yapıyorlar. Bunu “mutlak ve daimi iktidarları” için bir hak ve görev sayıyorlar. Keza bunu yaparken de son derece pervasız davranıyorlar. Zira mevcut koşularda kendilerini zora sokacak bir toplumsal muhalefetin olmadığını biliyorlar.
Saray rejimi ve düzen solu
Düzen solunu temsil eden CHP, 14-28 Mayıs 2023 cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerine Kemal Kılıçdaroğlu liderliğinde oluşturulan Millet İttifakı ile girdi ve kaybetti. Aynı yılın kasım ayında olağan kongreye giden partide yönetim değişti. “Değişimciler” diye anılan Ekrem İmamoğlu-Özgür Özel ekibi CHP yönetimini devraldı. Geçerken belirtelim ki, o seçimlerde Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı seçilmesini engellemek için hem AKP-MHP iktidarından hem muhalefetten hem de yakınındaki bazı kişiler tarafından süreç boyunca türlü entrikalar çevrildi. 28 Kasım’da yapılan kurultayda ise genel başkanlıktan da tasfiye ettiler. Toplumun yaşadığı hayal kırıklığını miadını dolduran bir düzen siyasetçisi olarak Kılıçdaroğlu’na yıktılar. CHP, 2023 yılı kasım ayında yapılan kurultayda seçilen yeni yönetimle 31 Mart 2024 yerel seçimlerine girdi.
Özgür Özel’i Genel Başkan seçen “yeni” ekip, seçim öncesinde (öncekilerin de yaptığı gibi) kitlelerin karşısına “parti içi demokrasi, hak hukuk, adalet, demokrasi, refah” vaat ederek çıktı.
Eğer seçimlerden başarıyla çıkarlarsa, “tek adama dayalı saray rejimini alaşağı edecekleri” sözünü verdiler. Seçimdeki başarıları umduklarından da büyük oldu. Hem İstanbul, Ankara ve İzmir’i kaptırmadılar hem bir kısmı büyükşehir olmak üzere yüzlerce yeni belediye başkanlığı kazandılar. Böylece düzen solunu temsil eden CHP birinci parti konumuna yükseldi. Buna dayanarak seçimlerin ardından üç-beş gün iddialı konuştular. “Halkımız bu seçimlerde Cumhur İttifakı’na, Erdoğan ve Bahçeli’ye artık dur dedi. Yetkiyi CHP ile diğer muhalefet partilerine verdi. AKP-MHP iktidarı milleti temsil yetkisini kaybetmiştir. Bunun gereğinin yapılması gerekiyor” diye yüksek perdeden atıp tutular. Fakat gelin görkün ki, CHP’nin “değişimci” yeni lideri Özgür Özel, Tayip Erdoğan’ın ortaya attığı “siyasetin yumuşaması” zokasını yuttu. Erdoğan’a el uzatıp onunla iki defa görüşen Özel, konuşulanlara dair kamuoyuna açıklama yapmayı ise “etik” bulmadı.
CHP’deki bu geri vites Erdoğan ve şürekâsı için bulunmaz bir fırsattı. Anında değerlendirip zaman kazandılar. Seçimde aldıkları yenilginin ilk şokunu böylece atlattılar. Dolaysıyla, 31 Mart seçimleri üzerinden bir kez daha görüyoruz ki “milli irade” denilen şey işçi sınıfı, yoksul emekçiler ve geniş halk kitlelerini manipüle etmek için sermaye uşaklarının baş vurduğu sahtekârlıktan başka bir şey değildir. Onlar için esas olan sömürü düzenini ve kapitalist sınıfın çıkarlarını koruyup/kollayan devletin bekasıdır.
“Müzakere ile mücadeleyi bir arada yürüteceğiz” söylemlerini ortaya atan yeni CHP yönetiminin ne menem bir “mücadeleci” olduğunu aradan geçen altı ay gösterdi. 31 Mart seçimlerinde birinci parti olarak çıkmanın heyecanı ile solculuk adına şovlara girişen CHP yönetimi, bir ay sonra 2024 1 Mayıs’ında Saraçhane’de yere serildi. Oysa Özgür Özel 1 Mayıs “bayramını” CHP olarak tüm ülke genelinde kutlayacaklarını ilan etmiş, ekibiyle birlikte yasağa karşı 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’na girmek için yürüyeceğini duyurmuş ve tüm halkı kendilerine katılarak destek olmaya çağırmıştı.
Taksim’e çıkma iddiasıyla ekibiyle birlikte Saraçhane’ye giden Özel’in polis yasağı karşısında sergilediği tutum bambaşka oldu. Zira, iki mayısta buluşacağı iktidarın dinci şefi Erdoğan, Özgür Özel’in Taksim’e girmesine izin vermek bir yana, Saraçhane Meydanı’nı polis barikatlarıyla kuşatma emri verdi. Taksime yürümek isteyen emekçiler ve ilerici güçler barikatlara yüklenince kolluk kuvvetleri saldırıya geçti. Saldırıya tavır alamayan Özel ve ekibi, yanında olduğunu söylediği emekçileri saldırgan polislerle baş başa bırakarak alanı terk etti.
***
Günümüz Türkiye’sinde bir avuç sömürücü kapitalistin sefil çıkarları için uygulanan ekonomi politikaları sonucunda milyonlarca işçi, işsiz, yoksul insan açlık ve sefaletle boğuşurken; insani ve kültürel alandaki çürüme, yozlaşma, insanın insana yabancılaşması gibi sorunlar da vahim boyutlara varmış durumda. Sermaye medyasında her gün yayınlanan ibretlik haberler, insana “bu kadarda olamaz” dedirtiyor. Örneğin, onlarca kişinin dışarıda oturduğu kahvenin önünde bir zorba, hamile kadını yere yatırıp dakikalarca tekme tokat darp ediyor ama tek bir kişi bile müdahale etmiyor. Şiddete maruz kalan kadının çığlığı yükselirken, garson orada oturan kişilere hiçbir şey olmamış gibi çay servisi yapıyor.
Bu acı gerçekler ortadayken “halkımızın 31 Mart yerel seçimlerinde yetki verdiği” düzen solu kendisine oy veren milyonların feryadına kulak tıkamış görünüyor. Gündemlerinde yaptıkları tüzük kurultayı ve buradan çıkan sonuçla 2028 yılında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanmak var. Gerisi hamasete dayanan yalan dolandır. Yıllardır dinci-faşist iktidarın Kürt halkına, ilerici-devrimci güçlere ve toplumsal muhalefete yaptığı zulüm ve katliamlara sessiz kaldılar, kimi zaman suç ortaklığı yaptılar, kimi yerde ise sustular. Bu çizginin son örneği, TİP Milletvekili Ahmet Şık’ın mecliste gündeme ilişkin yapacağı konuşmaya başlamadan önce dinci-faşist güruhun linç saldırısına uğraması karşısında sergiledikleri tutumda da görülmüştür.
Linç girişiminde bulunan güruha dosdoğru cephe alıp mahkum edeceklerine, suçun yarısını Ahmet Şık’a yükleyerek, bir kez daha müesses nizama bağlılıklarını teyit ettiler. Dinci-faşist iktidara karşı parlamentoda dahi utanç verici pratikler sergileyen bu riyakarlar, “ülkenin önüne sonuç alıcı yeni bir siyaset tarzı koyup müzakere ve mücadeleyi bir arada yürüteceklerini” papağanlar gibi tekrarlayıp duruyorlar.
Bu politikanın “mücadeleci” yanını, Özgür Özel’in il il dolaşıp, tabanda yükselen öfke ve huzursuzluğu kontrol altında tutmak için yaptığı uyduruk, ruhsuz, çiftçi, memur, esnaf mitingleri gösterdi. Bu mitinglerle emekçilerin taleplerini dile getirmekten çok, olası bir toplumsal patlamanın önüne geçmeyi, olduğu kadarıyla da oy devşirmeyi hedeflediler. Zira AKP-MHP gibi kendileri de toplumsal muhalefetin gelişmesinden korkmaktadır.
Türkiye’nin çürümüş, kokuşmuş sömürgeci sermaye düzeninin dinci-faşist iktidarla girdiği yolda yürümekten başka bir seçeneği kalmamış görünüyor. Figürler değişse de yönetme biçimini değiştirmeden yola devam etmek istiyorlar. 22 yıldır işbaşında bulunan saray rejiminin elinde sadece çıplak zor ve şiddet aygıtı kalmış bulunuyor. Onu da yükselebilecek toplumsal muhalefete karşı kullanmak için tahkim ediyor. Rejim, tam da bundan dolayı er veya geç kendi karşıtını güçlendirecektir. Bu toplumsal güç Türkiye işçi sınıfı ve müttefikleridir. Bugünkü verili durum ne kadar ağır ve zor olursa olsun, Türkiye işçi sınıfı er ya da geç, Marksist-Leninist dünya görüşüyle donanmış devrimci öncüsü ile buluşarak bu kokuşmuş rejimi mutlaka tarihin siyaset çöplüğüne atacaktır. İşçi sınıfının her türden düşmanı ve düzen “solu” bu akıbetten kendini kurtaramayacaktır.