İflas eden bir ekonomi, yükselen enflasyon, artan dış ticaret açığı, “70 cente muhtaç” hale gelen Hazine, borç bulabilmek için dünyada en yüksek faizin ödenmesi, yıllık bütçenin %20’sinin faiz ödemelerine harcanması, artan işsizlik ve yoksulluk, yayılan pandemi, aşılamanın sürüncemede bırakılması… Krizin derinleştiğinin dışa vurumu olan bu tablonun yanı sıra, bununla birlikte AKP-MHP rejimindeki çürüme ve kokuşma da artıyor. Toplumsal desteğini yitirdikçe “çöküş sendromu”na giren rejimin yargısı Saray’dan emir alıyor; basın ve sosyal medyadaki muhalif sesler hapse atılarak susturulmak isteniyor. Zindanlarda kapasitenin üç katı tutuklu/hükümlü var ama rejim yeni hapishaneler inşa etmek için ihaleler açıyor. Kürt halkının eşitlik ve özgürlük talepleri azgın ırkçılık ve faşist zorbalıkla bastırılmak isteniyor; sadece HDP değil, burjuva muhalefet bile “terörist” ilan ediliyor. Yani tam bir zıvanadan çıkma hali var.
Tüm baskı ve şiddete rağmen Kürt halkı da, işçiler de, kadınlar da gençler de şu veya bu şekilde direniyor. Siyasi olarak iflas eden dinci-faşist rejim, yargısı, polisi, jandarması, bekçisi, kısacası tüm şiddet kurumlarını pervasızca kullanarak çöküşünü geciktirmeye, su alan “sefahat gemisi”ni kurtarmaya çalışıyor. İçeride faşist baskı ve devlet terörünü tırmandırarak ayakta kalmaya çalışan rejim, diğer yandan emperyalist efendileri ve bölgenin gerici devletleriyle bozulan ilişkilerini düzeltebilmek için de çırpınıyor.
ABD merkezli medya kuruluşu Bloomberg’e yazdığı makale ile Biden yönetimine “Birlikte çalışalım” mesajı gönderen T. Erdoğan, düne kadar “darbeci”, “eli kanlı” diye saldırdığı Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah el-Sisi’yle de arayı düzeltme arayışlarına hız verdi. Aynı günlerde Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri krallarına kur yapmaya başlayan AKP şefi, boyun bükerek Körfez şeyhlerinin kapılarını aşındırıyor.
İflas eden dış politikanın yarattığı tecridi hafifleterek ekonomiye kaynak bulmak için seferber olan Saray’ın sözcüleri, riyakarlıkta “reis”lerinden geri kalmıyor. “Darbeci”, “diktatör” dedikleri el-Sisi ile arayı düzeltmek için takla atıyor, Mısır’a “Arap dünyasının beyni ve kalbi” diye övgüler diziyorlar.
“Mısır, halen Arap dünyasının beyni ve kalbi. Bazı ekonomik ve güvenlik sorunları var, biz bunu gayet iyi anlıyoruz. İki ülkenin birbirleriyle konuşması, ikili ve bölgesel ilişkilerimizi geliştirebilir” diye açıklama yapan Saray sözcüsü İbrahim Kalın, hızını alamıyor ve şöyle devam ediyor: “Bu, aynı şekilde diğer dört Körfez ülkesi için de geçerli. Bizim hiçbir Arap ülkesiyle aşılamayacak sorunumuz yok. Mısır ve diğer Körfez ülkeleriyle bölgesel barış ve istikrar için yeni bir sayfa açılabilir.”
ABD öncülüğündeki batı emperyalist blokunun biçtiği “ılımlı İslam” rolünü üstlenen T. Erdoğan, Tunus ve Mısır’da başlayan halk ayaklanmalarını fırsata çevirmeye çabaladı. Hem İhvancıların (Müslüman Kardeşler) “liderliğine”, hem de Amerikan efendilerinin bölgedeki “aktif taşeronu” rolüne soyundu. Bu “misyonla” Suriye’de yönetimi yıkıp İslamcı rejim kurma hayallerine kapıldı. Bölgedeki savaş ve yağmadan pay kapma rekabetinde planları suya düşen Erdoğan ve AKP’si, bölgede “yalnızlaşırken” Körfez şeyhleriyle de arası bozuldu. 2017 yılında Körfez şeyhleri arasında patlak veren krizde Katar emirinin yanında saf tutan Erdoğan rejimi, bugünse Katar emirinin arabuluculuğundan medet umarak Sisi yönetimiyle “ilişkileri düzeltme” hesabı yapıyor.
Dış politikadaki açmazlarına bir çözüm üretemeyen AKP şeflerinin kapısını aşındırdığı yalnızca Sisi yönetimi değil. Son dönemde siyonistlerle arayı düzeltmek için taklalar atıp duran AKP-MHP rejimi, “İsrail ile Körfez krallıklarının oluşturduğu savaş odağına dahil olmaya hazırız” mesajını emperyalist merkezlere iletiyor.
Batılı emperyalistlere de yaranmaya çabalayan AKP şefi, kısa süre önce “Ey Macron, sen önce kendi beynini kontrol ettir” diye bağırarak hakaret ettiği Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a “hadi anlaşalım” diye yalvarmaya başladı. Macron ve Almanya Başbakanı Angela Merkel ile yaptığı video konferansta “birlikte çalışalım” çağrısı yaparken şunları söyledi: “Güçlü NATO müttefiki olarak Avrupa’dan Kafkaslara, Ortadoğu’ya ve Afrika’ya uzanan geniş coğrafyada güvenlik, istikrar ve barış çabalarına önemli katkılar sağlayabiliriz.”
Emperyalist yayılmacılığa methiye dizen T. Erdoğan, hem yağmadan pay istediğini söylüyor hem AB emperyalistlerine yaranmaya çalışıyor.
2019 yılında, “Suriye’nin siyasi birliği ile toprak bütünlüğünün muhafazası, sahada sükunetin korunması, ihtilafa kalıcı bir siyasi çözüm bulunması noktasında tam bir mutabakat içindeyiz. Astana Platformu Suriye’deki yangının söndürülmesi için etkili çözümler üretebilen ve bunların hayata geçirilmesi amacıyla somut adımlar atabilen yegane girişimdir.” diyen T. Erdoğan, tam bir aymazlıkla: “Biden yönetimi, kampanya döneminde verdiği sözleri tutarak, Suriye’deki trajediyi sonlandırmak ve demokrasiyi müdafaa etmek için bizimle birlikte çalışmalıdır” noktasına geldi.
***
Batılı emperyalist efendileriyle ilişkilerde “eşit ortaklık”tan yakınarak sözüm ona “itibarını” korumaya çabalayan Erdoğan ve AKP’sinin dışarıdaki bu arayışları, bölgede rekabet ettiği devletler karşısında dahi “itibarı” kalmadığını gösteriyor. Kahire-Ankara görüşmesine dair tarafların açıklamaları bunun yeni bir dışa vurumu oldu. Saray’ın Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu “Mısır ile hem istihbarat düzeyinde hem de dışişleri bakanlıkları düzeyinde temaslarımız var. Diplomatik düzeyde temaslarımız başladı” ifadelerini kullanırken, Kahire’den gelen açıklama ise farklıydı. “Normal diplomatik çerçeve dışında hiçbir iletişimimiz yok. Türkiye’den gelen eylemler Mısır’ın ilke ve hedefleriyle uyum gösterirse, ilişkilerin normale dönmesi için zemin hazırlanır” açıklaması yapan Mısır dışişleri Bakanı Sami Şükrü, Mısır’ın anlaşma için belli koşullar öne sürdüğüne işaret ediyor.
Sami Şükrü, “Türkiye’den gelen eylemler Mısır’ın ilke ve hedefleriyle uyum gösterirse” diyerek, Saray ve avanesinin sözlerinin inandırıcılığının olmadığını dile getirirken, süngüsü düşen Saray rejimi ise sesiz kalarak yutkunmak zorunda kaldı. Görüldüğü gibi Saray ve avanesinin emperyalist merkezlerde olduğu kadar, bölgenin gerici devletleri nezdinde de bir ağırlık ve inandırıcılığı kalmamıştır.