Çok boyutlu bir kriz batağına saplanmış bulunan Türkiye’nin kapitalist düzeni ve onun dümenini elinde tuta faşist iktidar bloku, büyük açmazlar içinde debeleniyor. Gittikçe ağırlaşan ekonomik ve sosyal sorunlar, emekçilerin yaşadıkları ağır sosyal yıkım, işçi ve emekçilerin saflarında büyüyen öfke, iç siyasal yaşamdaki tıkanma ve uluslararası ilişkiler alanındaki iflas, faşist iktidarı bunaltmış, çıkışsızlığa mahkum etmiş durumda. Yanı sıra yıllar boyunca kana, pisliğe, yolsuzluğa, hırsızlığa ve her türlü ahlaksızlığa dayalı icraatlarıyla meşruluğu büyük darbe almış ve kitle desteği erimiş dinci-faşist iktidar bloku, çaresizlik içinde kıvranmaktadır. Dolayısıyla tam bir kudurganlıkla zorbalığı ve dizginsiz bir devlet terörünü ayakta kalmanın en etkili aracı olarak kullanmaktadır. Ama gene de arzuladığı sonucu alamamaktadır.
Çok boyutlu bir çaresizlik içinde kıvranan Erdoğan-Bahçeli rejiminin “tarihi bir zafer destanı”na ihtiyacı vardı. Kürt halkına ve hareketine güçlü bir darbe indirmeyi hedefleyen Garê saldırısı bunun ifadesiydi. Fakat sonuçları AKP-MHP faşist bloku için büyük bir faturaya dönüşen operasyon, iktidarı, yalakalarını, satılık medyasını, eski-yeni kontrgerilla şeflerini tümüyle kudurganlaştırıp zıvanadan çıkarmış bulunuyor.
Kontrgerilla şefleri ve cinayet önerileri
Dengelerini kaybetmiş bir vaziyette etrafa savurdukları tehditler yetmiyor olmalı ki, sahneye emekli general ve subayları, polis ve MİT elemanlarını, Mehmet Ağar gibi eli kanlı kontrgerilla şeflerini ve ülkücü-mafya katillerini çıkarıyorlar. Onların ağzından ülkede ve ülke dışında siyasal cinayetler ve katliamlar yapılması gerektiğini vazediyorlar. Devlet adına onları konuşturacak kadar alçalıp zavallılaşıyorlar. İktidar ortaklarının şirazesini kaydıran, öfkeden kudurtan Garê hezimeti, bir bütün olarak içinde bulundukları çaresizlikle birleşiyor ve yaşadıkları korkuyla kendilerinden olmayan herkesi düşman ilan edip pervasızca saldırmalarına yol açıyor.
Garê hezimetinin ardından, yine özellikle Kürt halkına, hareketine ve kazanımlarına karşı içerde gözü dönmüş bir kudurganlık sergilenerek, ırkçı histeri tırmandırılıyor. HDP’ye yönelik zorbalığı, 700 kişiyi aşan tutuklamaları ve vekillere karşı hazırlanan fezlekeleri, HDP’nin kapatılması çığırtkanlığı tamamlıyor. Yanı sıra televizyon programlarında emekli kafatasçılarla yurtiçinde ve yurtdışında siyasi cinayetler ve katliamlar tartışılmakta, bunların gerçekleştirilmesi gerektiği önerilip savunulmaktadır. Garê operasyonunun konuşulduğu programlarda bunun örnekleri sergilenmektedir.
Bir televizyon programında Ahmet Hakan’ın sorularını yanıtlayan eski Genelkurmay İstihbarat Başkanı Emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin, PKK’nin yönetim kademesine yönelik yeni suikast planları yapılmasını savundu. Ardından da Paris katliamını örnek vererek, “Daha önce Paris’te yaptık” deyip, üç Kürt siyasetçi kadının MİT tarafından katledildiğini de itiraf etti.
Hangi ülkelerle hangi kirli anlaşmaları yaparak, ne türden cinayet ve katliamlar işleyebileceklerini anlatan Pekin, kiralık katiller tutulması gerektiğini de savundu. Bunu, “Bunların bir kısmına para verirsiniz. Yani Afganistan’da Şah Mesut’u bir gazeteci girdi, çadırında fotoğraf çekerken öldürdü. Türkiye’nin bu konuda çok fazla senaryo geliştirmesi lazım” arsızlığıyla efendilerine önerdi. “Bakın, Murat Karayılan, Cemil Bayık, Duran Kalkan. Bu adamlardan bir bölümünün götürülmesi lazım. O zaman PKK’nın bir anda dengeleri bozulur. Mutlaka bunların götürülmesi lazım” diyen bu ağzı salyalı kafatasçı, ABD’nin PKK/PYD’ye gönderdiği TIR’ların Türkiye tarafından vurulması gerektiğini de söylemiş, bunu da “İsrail İran’a, Irak’a, Lübnan’a saldırıyor. Uçak kaldırıp İran hedeflerini, malzeme taşıyan araçlarını, depolarını vuruyor. Türkiye de bunu yapabilir” şeklinde gerekçelendirmişti.
Paris cinayeti itirafının ardından Medya Haber’in sorularını yanıtlayan Pekin, bu cinayetlerin yeniden işlenmesi gerektiğini söyleyerek, Batılılara bu yolla mesaj verileceğini de savundu. “Avrupa’da da öyle şeyler yapmalı öyle mi?” sorusunu “Evet yapmalı. Yapmalı çünkü başka türlü biz batılı dostlarımızı ve Amerika’yı ikna edemeyiz. Yani vazgeçiremiyoruz!” biçiminde yanıtladı. Mümkün olduğu kadar bu işi Türkiye’nin zorlaması, “Batılı dostlarımızı PKK’nın arkasında verdikleri destekten vazgeçirmemiz gerek”tiğini söyleyen Pekin, bunun yolunun “gerekirse silahla mücadele, gerekirse suikast, gerekirse başka bir şey” olduğunu belirtti. Bu aynı zat, daha öncede de Ulusal Kanal’da Deniz Adalı’nın sunduğu programda, ABD’nin Türkiye’de suikast hazırlığında olduğunu iddia etmişti. “Devletin elinde istihbaratın olduğunu ve gerekli hazırlığın var, gerekli hazırlığı yapıyor” diyen Pekin, şöyle devam etmişti: “Türkiye’de toplumun sinir uçları var, kanaat önderleri var. O kanaat önderlerine suikast yaparsanız toplum ister istemez devlete tepki gösterir.” Bu açıklamalar, işlenecek muhtemel cinayet ve katliamlar için şimdiden sorumluluğu başkalarına yıkmanın hazırlığı olarak görülebilir.
Birkaç ay önce Bodrum’da bir dönemin en kanlı ve kirli kontrgerilla elemanlarıyla bir araya gelip boy gösteren kontrgerilla şefi Ağar da yeniden sahne alarak “Türkiye’nin beka meselesi olduğu”nu söylüyor. “Bu beka meselesinin temel başlıklarından birincisi PKK/YPG/PYD’dir. Şimdi bunlara başka konular da eklendi; Doğu Akdeniz, S-400 konusu, Yunanistan-Ege sorunları ve bunun gibi” ifadelerini kullanarak sözü ABD’ye getiriyor ve onun Türkiye’yi anlaması için burjuva muhalefetin iktidarla aynı safta yer alması gerektiğini, ‘90’larda yaşanan örnekler üzerinde izah ediyor. Burjuva muhalefet cephesinde ve partilerinde hiçbir aykırı sesin çıkmaması gerektiğini “Amerika Birleşik Devletleri’nin anlaması için müşterek bir tavrın ortaya konması gerekiyor. ABD artık … kendi istediği gibi râm edecek, boyun eğip, itaat edecek bir hükümet beklememelidir” sözleriyle dile getiren Ağar, bunun “şu gün Cumhur İttifakı ile yapacağını anlaması gerekir” diyor.
TBMM içinde ve dışında tüm partilerin artık ortak bir pozisyon geliştirmesi gerektiğini savunan Ağar, devamında burjuva muhalefeti tehdit ederek, onlara muhalefet edebilecekleri sınırları da çizdi. Tüm partilerin tek vücut olup tek dil kullanarak, hükümetin yanında olmaları gerektiğini buyurdu. “Eğer başka siyasi beklentiler var ise o olmaz, açık söyleyelim. … Halk buna müsaade etmez” tehdidinde bulundu. Kontrgerilla şefleri, ülkücü-mafya bozuntuları ve katiller sürüsü aracılığıyla ilericilere, devrimcilere, Kürt halkı ve hareketine karşı tehdit ve cinayet işleme önerileri yeni değil.
Çeteleşen devlet gerçeği
Erdoğan’dan Bahçeli’ye, Süleyman Soylu’dan dinci-faşist rejimin tüm öteki etkili-yetkili sözcülerine ve satılık kalemşörlerine kadar bütün bir ırkçı, ulusalcı, faşist, dinci-şeriatçı güruh gündelik olarak başta Kürt halkı ve hareketi olmak üzere ilerici, demokrat, devrimci akımlara, işçilere, kadınlara, öğrencilere, hukukçulara, aydınlara ve sanatçılara, hatta burjuva düzen partilerine ve yöneticilerine bile ağza alınmayacak hakaret ve tehditler yağdırıyorlar. Çaresizliğin bir örneği olarak içlerinde AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Özhaseki örneğinde olduğu gibi işi beddua okumalara vardıranlar da var.
Hemen tüm burjuva hukuksal normları, yasa ve kuralları pervasızca çiğneyen, keyfi ve kuralsız bir terör rejimini tahkim eden, şoven histeriyi tırmandırarak toplumda büyük kutuplaşmalar yaratan faşist rejim, bunlarla yetinmemektedir. Yanı sıra özellikle de ‘90’lı yılların kanlı, karanlık ve kirli isimlerini, Çakıcı ve Sedat Peker gibi ülkücü-mafya katillerini konuşturup, onları adeta göreve çağırmaktadır. Sadece Susurluk gerçeği değil, sayısız olay ve olgular da devlet-siyaset-mafya ilişkilerinin, devlet ve düzen gerçeği olduğunu ortaya sermişti. Bugün de duruma ve ihtiyaca göre mafya bozuntuları, eski kontrgerilla elemanları ve cinayet çeteleri yeni görevlerini icra etmeye hazırdırlar. Zaten devlet ve hükümet yetkilileriymiş gibi açıklamalar yapmakta, talimatlar vermekteler. Mafya süprüntüleri ve katiler sürüsü, devlet adına cinayet, suikast ve katliam tehditleri savurmakta, bunların gerçekleşmesi gerektiğini büyük şeflerine önermektedirler. Bu, AKP-MHP faşist blokunun ve onun temsil ettiği devlet gerçeğinin çürüyüp çeteleştiğini göstermektedir.
Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerin yanı sıra Kürt ulusuna karşı da eşine az rastlanır bir barbarlığın temsilcisi haline gelip çeteleşen devletin karşısına, işçi sınıfı başta olmak üzere tüm toplumsal muhalefet hareketinin, birleşik ve örgütlü gücüyle dikilmesi dışında bir seçenek bulunmamaktadır.