İktidarın başı Tayyip Erdoğan son günlerde “reform” söylemini dilinden düşürmüyor. Söze reformla başlayıp reformla bitiriyor. “Yakında, hazırlamakta olduğumuz yeni reform paketlerini Meclis’e sunmaya başlayacağız. Çok köklü ve önemli düzenlemeler içerdiği görülecektir.” diyen AKP şefi, sermaye sınıfı, emperyalistler ve suç ortaklarıyla birlikte kurdukları dikta rejiminde “köklü düzenlemeler” vadediyor.
19 yıldır iktidarda değillermiş gibi “reform”dan söz edebilecek denli arsızlaşan bu din istismarcıları, halktan insanların aklıyla adeta alay ediyorlar. “Yerli ve milli” sosuna batırılmış yalanları “reform” diye halka yutturabileceklerini var sayıyorlar.
Kontrgerilla-mafya-tarikat icraatlarıyla gelen “reform”
“Türkiye demokrasi alanında çağ atladı” diye buyuran AKP şefi yalanın, riyakarlığın, sahtekarlığın sınırlarını altüst ediyor. Zira bu sözleri sarf ettiği günlerde tasmaları çözülen faşist çeteler sokaklarda terör estiriyorlar. Saray rejimine biat etmeyenleri tehdit ediyor, öldürme kastıyla saldırıyorlar. Rejimin kontrgerillası herkesin gözü önünde insanları kaçırıp işkence merkezlerine kapatıyor. Muhalif gazeteciler ya hapiste ya da soruşturmalarla köşeye sıkıştırılıyor. Sesini çıkaranlar rejimin “sivil” tetikçileri tarafından hedef alınıyor. Medya ve sosyal medyadaki troller saraydan aldıkları emirle linç kampanyaları yürütüyorlar. AKP şefinin emriyle davalar açılıyor, cezalar yağdırılıyor. Düzenin ana muhalefet partisi bile terörist ilan ediliyor, liderleri hakkında linç kampanyaları örgütleniyor. Sosyal medyada tek satır yazı yazanların kapılarına gece yarıları polis dayanıyor. Öldürme kastıyla gazetecilere, siyasetçilere saldıranlar emniyette bir saat “konuk” edildikten sonra sokaklara, işlerinin başına gönderiliyorlar. Hak arayan işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin üzerine ise kolluk kuvvetleri saldırtılıyor. Bunları Kürt halkına yönelik saldırganlığın boyutlanması ve Alevileri hedef alan ilkel mezhepçilik tamamlıyor.
Ekonomisi krizde, dış politikada köşeye sıkışmış, toplumsal meşruiyetini yitirmiş bir iktidarla karşı karşıyayız. Gerici-faşist iktidar artık kamçı gücüyle ayakta kalmaya çalışıyor. Toplumsal desteklerini yitirmekte oldukları içindir ki, organize suç örgütleri, mafya şefleri, faşist sokak çeteleri, tarikatlar, vakıflar gibi toplumun tortularıyla bir tür “çete cumhuriyeti” oluşturmuş bulunuyorlar. Devletin kolluk kuvvetlerini, istihbarat örgütlerini, orduyu saraya bağlamalarına rağmen kendilerini güvende hissetmiyor, faşist çeteleri sokaklara salarak, tüm muhaliflere ve emekçilere gözdağı veriyorlar.
Milyonlarca işçi ve emekçiyi işsizliğe, sefalete ve açlığa mahkum eden, pandemi felaketiyle baş başa bırakan AKP-MHP rejimini, emekçilerin sorunları zerre kadar ilgilendirmiyor. Saraydaki büyük şef fetva veriyor: “Sokaklara çıkarlarsa ezer geçeriz!” İşçileri, emekçileri, hak aramak için sokaklara çıkabilecek muhalif güçleri tam bir Nazi zihniyetiyle tehdit ediyor. Yolsuzluk, hırsızlık, adam kayırmacılık, çeteleşme, mafyalaşma bataklığında yüzen rejim, bu derin yozlaşmanın bedelini ödeyen milyonları, “sakın sokağa çıkmayın ezeriz” tehditleriyle sindirmeye çalışıyor. Polis ordusu, silahlı bekçileri, “sivil” faşist sokak çeteleri, MİT’i, besleme medya ordusu ve trol çetesi, artık saraylarda sefahat sürenleri rahatlatmaya yetmiyor. Bir yönetmelik değişikliğiyle, olası bir toplumsal kalkışmaya karşı ordunun ağır silahları polisin ve MİT’in kullanımına sunulmuş bulunuyor.
Dinci-faşist iktidar yoksulluk ve sefalete sürüklediği milyonlarca işçi ve emekçiye yönelik hazırlıklar yapıyor. Olası hak arama mücadelelerine karşı çetelerin ve emniyet kuvvetlerinin yanı sıra TSK’nin silahlarını da hazır kıta bekletiyor.
Dinci-faşist koalisyonun ortakları sermayeye hizmet ve emekçilere düşmanlık konusunda tam bir mutabakat içindeler. Fakat iktidar ve ranttan alınacak pay konusuna gelince durum değişiyor. Bu alanda sert bir it dalaşının yaşandığı gözlerden saklanamıyor. Sarayın bakanları arasında bile dışa vuran dalaşma eksik olmuyor. Bilinen anlamda burjuva düzen çökertilmiş, bir kontrgerilla, mafya, çete, tarikat düzeni kurulmuştur. Kural-yasa tanımayan, kaba şiddeti pervasızca kullanan, çete-mafya yöntemleriyle iş gören bir rejim yaratılmıştır. İşte Tayyip Erdoğan’ın “demokrasi alanında çağ atlayan” rejimi budur.
Onların “reform”ları her zaman kapitalistler içindir
2002 yılından beri AKP, son yıllarda AKP-MHP koalisyonu sermayeye hizmet için yaptıkları her düzenlemenin adına “reform” dediler. İş yasalarını değiştirip Türkiye’yi bir taşeron cumhuriyetine çeviren yasal düzenlemeleri de “reform” olarak sundular. TÜSİAD, TOBB, MÜSİAD gibi sermaye örgütleri adına yapılan açıklamalarda “zaman geçirmeden gerekli reformlar gerçekleştirilmelidir” talebi her fırsatta gündemleştiriliyor. Zira onlara göre grev yasakları da, kıdem tazminatının gaspı da, esnek üretim de, taşeron çalışma sisteminin yaygınlaştırılması da, özelleştirme adı altında kamu kuruluşlarının sermayeye peşkeş çekilmesine zemin hazırlayan yasalar da birer “reform”dur. Yani “reform” söylemi bir “maymuncuk” işlevi görüyor. “Yerli ve milli” AKP-MHP rejiminin Türkiye burjuvazisine ve emperyalist tekellere hizmet etmek için yaptığı her icraatın adı “reform” oluyor.
Dolayısıyla “reform” adı altında Erdoğan’ın neler vaat ettiğini tahmin etmek bir güçlük taşımıyor. Onun derdi emperyalist batı nezdinde biraz imaj düzeltmek ve “faiz lobisi” için cazip bir Türkiye yaratmaktır. Zira Merkez Bankası’ndaki döviz rezervlerini de tükettikten sonra tek umarı yabancı sermayeye güven vermektir.
Emekçilerin geleceği sosyalizmde!
Bu çürümüş ve kokuşmuş sistemin temel dayanağı işbirlikçi-tekelci burjuvazidir. Nitekim bu sınıfın hiçbir örgütünün çete cumhuriyetinden kayda değer bir şikayetine rastlanmıyor. Böyle bir düzenin işçilere, emekçilere, tüm ezilenlere sunabileceği hiçbir gelecek yoktur. Tüm olgular sermaye sınıfı ve onun iktidarının işsizlik, sefalet, geleceksizlik, zorbalık, ayrımcılık, cinsiyetçilik, ırkçılık, dincilik, mezhepçilik vb. kötülükler dışında bir şey sunamadığını ispatlıyor.
Bu sistemde temiz bir soluk alabilmek bile ancak örgütlü mücadele ile mümkündür. İşçi sınıfının, emekçilerin ve tüm ezilenlerin insanca çalışma, insanca ve onurlu bir yaşam, demokratik hak ve özgürlükler uğruna yükseltecekleri mücadelenin büyük bir önem ve değeri var. Ancak mücadelenin bazı hak kırıntıları kazanmak sınırlarında kalmaması, “Sınıfa karşı sınıf, düzene karşı devrim, kapitalizme karşı sosyalizm” perspektifiyle örülmesi geleceği kazanmanın tek yoludur. Bir asırlık burjuva cumhuriyetin vardığı nokta ortadadır. Bu kokuşmuş cumhuriyeti yıkıp sosyalist işçi-emekçi cumhuriyetini kurmak yegane çıkış yoludur.