Emperyalist çelişkiler derinleşiyor

Kuşkusuz kapitalist sistem içerisindeki güç dengelerinde yaşanan değişimler emperyalist ülkeler arasında var olan çatışmaları körüklemektedir. Özellikle ABD’nin yeni başkanı J. Biden tarafından “Çin ve Rusya gibi otoriter devletlere karşı daha kararlı adımlar atılacağı”nın dile getirilmesi ve NATO 2030 belgelerinde Çin ve Rusyanın stratejik düşman ilan edilmesi tam da bu eğilimin ortaya konulmasıdır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 24 Şubat 2021
  • 18:45

Emperyalist güç dengelerindeki alt üst oluşlar, bu güçler arasındaki egemenlik çatışmalarını durmaksızın şiddetlendiriyor. Hegemonya alanında yaşadığı ağır gerilemelere rağmen ekonomik ve askeri güç bakımından hala da rakipsiz olan ABD emperyalizmi, mevcut statükosunu korumak için daha da saldırganlaşıyor. Trump döneminde en üst düzeyde sergilenen bu saldırganlığın, Biden döneminde de davam edeceğinin sinyalleri verilmeye başlandı bile.

Aslolarak tekeller arasında bir egemenlik savaşı ve dünya pazarlarına hükmetme, elde olanı koruma ve yenilerini ele geçirme üzerine sürdürülen bu çatışmalar, emperyalist kapitalizmin doğasına içkindir. Bugün “demokrasi, insan hakları, basın özgürlüğü” vb. yalanlarla kamufle edilen bu çatışmaların gerisinde tam da bu gerçek yatmaktadır. Emperyalist-kapitalist sistem içinde ABD emperyalizminin statükosunu zorlayan Çin ve Rusya gibi emperyalist güçlerin sivrilmesi, bunlar arasında oluşturulan işbirlikleri, bu ülkelerde devasa boyutlara ulaşan sermaye birikimleri, var olan çatışmalara yeni boyutlar kazandırmakta, bunları çok daha görünür kılmaktadır.

Özellikle son elli yıldır dünya pazarları bir avuç kapitalist tekel ve onların hizmetindeki emperyalist ülkeler tarafından paylaşılmış bulunmaktadır. Başta sermaye ihracı ve emperyalist savaşlar yoluyla sömürgeleştirilen bu ülkelerin bütün zenginlikleri zorla gasp edilmiştir. Buralar aynı zamanda kapitalist tekeller için ucuz işgücü cennetine çevrilmiştir. Sermayenin uluslararası bir kimliğe bürünmesi yoksul ve gelişmekte olan ülkeleri kapitalist tekeller için üretim yapan koca sanayi havzalarına dönüştürmüştür. Bu gerçek, pandemi sürecinde dünya çapında yedek parça üretimi ve tedariki zincirinde yaşanan kırılmalarla bir kez daha doğrulanmıştır. Bu durum, birbiriyle sürekli bir çatışmanın içerisinde bulunan ama aynı zamanda üretimin uluslararası kimliği üzerinden birbirine zorunlu olarak bağımlı hale gelen kapitalist devletlerin temel açmazlarından birisini oluşturmaktadır.

Çatışmaları, ittifakları ve açmazları ile kapitalist sistem

2019 yılı GSYİH verilerine göre, dünyaya hükmeden bir avuç emperyalist ülkenin ekonomik güçleri dolar bazında şöyle sıralanmaktadır: ABD 21,4 trilyon, Çin 15,68 trilyon, Japonya 5,1 trilyon, Almanya 3,8 trilyon, Hindistan 2,9 trilyon, İngiltere 2,74 trilyon, Fransa 2,70 trilyon, İtalya 1,9 trilyon, Brezilya 1,8 trilyon, Rusya 1,74 trilyon, Kanada 1,7 trilyon. Dünya Bankası ve IMF’nin öngörülerine göre en geç 2030 yılına kadar bu tabloda büyük değişim beklenmektedir. Çin, Hindistan ve Rusya’nın durdurulamayan ekonomik büyümesi ABD’yi ve Avrupalı emperyalistleri tedirgin etmektedir. Bu ise bir taraftan çatışmaları körüklerken, öte taraftan da dünün stratejik ortakları arasında var olan ittifaklarda çözülmeleri gündeme getirmektedir.

Öyle ki, ABD’nin tüm yaptırımlarına rağmen, Rusya ile Almanya arasındaki Kuzey Akım-2 doğalgaz boru hattı projesi devam etmekte ve bitmek üzeredir. Yine, ABD’nin tüm itirazlarına rağmen AB ile Çin arasında ekonomik işbirliği anlaşması imzalanmıştır. Çin Avrupa Birliği’nin en büyük ikinci ticaret ortağı, AB ise Çin’in en büyük ticaret ortağıdır. İki taraf arasındaki ticaret, günde 1 milyar euroyu aşıyor. Çinli kapitalist tekeller, Avrupa’nın ünlü markalarını satın almaya devam ederken, son yıllarda Avrupa Birliği ülkelerine milyarlarca euroluk doğrudan yatırım yaptılar.

5 Şubat’ta yaptıkları Fransa-Almanya Güvenlik Konseyi toplantısı sonrasında birlikte basının karşısına çıkan Merkel ve Macron, Çin, Rusya, Afrika, Ortadoğu ve enerji gibi pek çok önemli uluslararası dosya üzerinde, AB’nin oluşturacağı politikaları görüştüklerini açıkladılar. Toplantıda iki lidere, Başkan Joe Biden’ın yeni Çin politikası nedeniyle “AB’nin iki büyük dev arasında kalmaktan” endişe edip etmediği sorusu soruldu. Macron ile Savunma Konseyi toplantısında Çin konusunu ele aldıklarını kaydeden Merkel, “AB’nin kendi Çin politikası olmalı. Çok taraflılığı güçlendirmek için Çin ile diyaloğa devam edilmeli. Biden ile elbette Rusya, Çin, transatlantik ilişkiler konusunu görüşeceğiz ama AB’nin de kendi politikaları olacak” dedi. Bu açıklamanın kendisi AB’nin Çin ve Rusya ile ilişkiler başta olmak üzere birçok konuda “stratejik ortak” ABD ile ilişkilerini eskisi gibi yürütmeyeceğinin ilanı bir tür ilanıdır.

Trump yönetiminin getirdiği ek vergi uygulamalarına rağmen Çin’in 2020 yılında ABD ile olan ticareti yüzde 7,1 artışla 316,9 milyar dolara çıktı. 2020 yılında yaklaşık 12 bin 400 tren Çin kentlerinden Avrupa kentlerine giderek, Avrupa’da yeni bir deniz-kara ulaşım ağı oluşturdu. Çin’in AB ülkelerine ihracatı, pandemi nedeniyle getirilen kısıtlamalara rağmen yüzde 6,7 artarak 39,1 milyar dolara çıktı. Uluslararası kapitalist tekellerin karşılıklı bütün bu ticari faaliyetleri, tam da emperyalist ülkeler arasında kıran kırana süren “yaptırımlar” ortamında güç kazanarak büyüdü. AB ile Rusya, Çin ile AB-İngiltere arasında süregiden bütün bu “yaptırımlar”, emperyalist ülkeler arasında karşılıklı çıkar ilişkileri üzerinden sürdürülen devasa ticari ilişkiler üzerinden incelendiğinde, laf kalabalığından başka bir anlam ifade etmemektedir.

Bugün için, emperyalist Batı bloku ve NATO’nun öncelikli hedefleri blok içerisinde yaşanan sorunların hızla giderilmesidir. Bundan dolayı selefi Donald Trump’ın “Önce Amerika” politikası döneminin sona erdiği vurgusu yapan Biden, “geleneksel müttefiklerle yakın iş birliğine geri dönüleceği ve ittifakların onarılacağı” mesajı vermektedir. Yakın bir zamanda yayınlanan NATO 2030 belgelerinde bu sorun ve atılması gereken adımların altı çizilmektedir. Burada hedeflenen, ABD ile Avrupa birliği emperyalizmi arasında yaşanan sorunların hızla çözülmesidir. Bu emperyalist blokun Çin ve Rusya’ya karşı tam bir uyum içerisinde birlikte hareket etmesinin sağlanmasıdır.

Kuşkusuz kapitalist sistem içerisindeki güç dengelerinde yaşanan değişimler emperyalist ülkeler arasında var olan çatışmaları körüklemektedir. Özellikle ABD’nin yeni başkanı J. Biden tarafından “Çin ve Rusya gibi otoriter devletlere karşı daha kararlı adımlar atılacağı”nın dile getirilmesi ve NATO 2030 belgelerinde Çin ve Rusyanın stratejik düşman ilan edilmesi tam da bu eğilimin ortaya konulmasıdır. Ayrıca, ABD Stratejik Komutanlığı Başkanı Amiral Charles Richard’ın “Geleneksel silahların kullanımıyla bir yenilgi olmaması durumunda, Rusya ve Çin ile bölgesel bir krizin hızla nükleer silahların kullanıldığı bir savaşa dönüşmesi gerçek bir ihtimal” yönlü açıklamaları, emperyalistler arası çatışmanın geldiği boyutları göstermektedir.

Özellikle, Güney Çin Denizi ve Karadeniz’de ABD emperyalizmine ait savaş gemilerinin hızla artan sayıları, Polonya ve Ukrayna’da yeni ABD üstlerinin kurulması bu çatışmaları körüklemektedir. Diğer yandan, Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) tarafından başta NATO üyesi emperyalistler olmak üzere çeşitli devletlerin dünya çapında silahlanmaya ayırdıkları bütçelerle ilgili raporları bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır. Bütün bu hazırlıklar, başını ABD’nin çektiği savaş örgütü NATO ve Avrupalı emperyalistlerin dünyayı hızla bir savaşa sürüklediğini göstermektedir.

Tarihsel olarak kapitalizmi saran krizler, tıpkı birinci ve ikinci emperyalist paylaşım savaşlarında olduğu gibi, “düzeltici savaşları” beraberinde getirmiştir. Emperyalistler arası çatışmaların geldiği boyutlar bu süreci hızlandırmaktadır. Aralık 2018 tarihli TKİP VI. Kongre Bildirgesi, mevcut tabloyu şöyle özetlemektedir:

“Sistemin yapısal krizinin temel önemde bir başka unsuru, emperyalistler arası ilişkiler alanıdır. Emperyalist dünyanın iç ilişkilerinde kızışan rekabet, yoğunlaşan nüfuz mücadeleleri, artan silahlanma yarışı ve tırmanan militarizm, nihayet tüm bunları tamamlayan ve en yıkıcı biçimde somutlayan saldırganlık ve savaşlar dizisi, günümüz dünyasının ön plandaki gündelik görünümlerini oluşturmaktadır. Sistemin yapısal krizinin temel unsurlarından biri olan hegemonya bunalımı yeni gelişmelerle gitgide ağırlaşmaktadır. Sistemdeki hegemonya bunalımının en özgün yanı, ABD emperyalizminin hegemon konumunu artık eskisi gibi sürdüremez duruma düşmesi, fakat emperyalist dünyada hegemonyayı ondan koparıp almaya talip bir emperyalist gücün ise halen olmamasıdır. Bu özgün tarihi durumun ikili sonuçlarından ilki, her şeye rağmen en güçlü emperyalist devlet olan ABD emperyalizminin belirgin üstünlüklerine dayanarak ve hegemonyasını restore etmek üzere saldırgan bir politika izlemesidir. Öteki sonuç, buna direnen ve büyüyen güçlerine bağlı olarak kendilerine alan açılmasını isteyen emperyalist devletlerin bunu çok kutuplu dünya istemi olarak somutlamaları, buna uygun yeni ilişkiler ve ittifaklar geliştirmeleridir.”