AKP iktidarının “İstanbul’u kazanma” histerisi sürerken, Türkiye kapitalizmi çok yönlü bir kriz içinde debeleniyor. İşçi sınıfının kendi canını kurtarma, burjuvazinin de sermayesini kurtarma derdine düştüğü krizde oldukça vahim bir tablo göze çarpıyor. İktidarın temel açmazlarının başında, Türkiye kapitalizminin özellikle 16 yıllık AKP döneminde daha da bağımlı hale geldiği emperyalist sermayenin ülkeye yeterince akmaması geliyor. Bunun gerisinde Erdoğan AKP’sinin daha da ağırlaştırdığı Türkiye kapitalizminin yapısal bunalımı ile emperyalist kapitalizmin dünya çapında yaşadığı gelişmeler var. Emperyalist kapitalizmin ihtiyaçlarına kendisini uydurmak dışında bir şansı olmayan AKP iktidarı, krize çözüm arayışında da yoğun bir haftayı geride bıraktı. Albayrak “reform” adı altındaki sosyal yıkım paketini açıkladı ve ardından emperyalist sermayenin onayını almak için ABD’ye uçtu. Bu seyahatten yansıyanlar, AKP iktidarının ve sermaye cephesinin, krize çözüm konusundaki çaresizliğini ve emperyalist kapitalizme bağımlılığını yeniden ortaya serdi.
Emperyalist sermaye karşısında çaresizce para dilenme
Bu noktaya nasıl gelindi? 2018 Mart’ından bu yana ekonomide dibe batış başlamıştı. Bu yöndeki sinyallerin başında, 16 yıllık “büyüme hikayesi”nin kaynaklarından biri olan yabancı sermaye akımının keskin bir şekilde düşmesi geliyordu. AKP şefi Erdoğan’ın öve öve bitiremediği bu “ekonomik büyüme”, emperyalizmin doğrudan yatırıma akan sermayesine, spekülatif değerlere akan “sıcak para”sına ve çok düşük faizlerle alınan kredilere dayanıyordu. 2001 krizi sonrası IMF politikalarının hayata geçirilmesi, sömürü zincirlerinin sıkılmasıyla işçi sınıfının daha fazla köleleştirilmesi emperyalist tekellere ve yerli işbirlikçisi sermayeye cazip bir ortam sundu. Ekonomide bu temel üzerinde, ama emperyalizme daha da bağımlı hale gelme pahasına yüksek büyüme seviyelerine ulaşıldı. İç ve dış borçlar AKP iktidarı döneminde katlandıkça katlandı.
Bu bağımlılık üzerinde palazlanan “yerli ve milli” burjuvazi ile onun hizmetkarı AKP iktidarı, emperyalizmin ülkeye akıttığı paranın kesilmesi ve uluslararası konjonktür nedeniyle ucuz kredi imkanlarının sona ermesi ile karşı karşıya kalınca, bu durum ödemeler dengesine çarpıcı bir şekilde yansıdı. Açığı kapatmak için kayıt dışı para aktarımı gerçekleşti, Merkez Bankası’nın rezervleri eritildi vb… Ancak alınan hiçbir önlemin sorunları çözmesi mümkün değildi.
Yıllardır yapısal sorunlarla boğuşan, tırmanan borçları yeni borçlarla çeviren Türkiye kapitalizminin ne denli kırılgan olduğu, bir krizin kapıda beklediği bizzat burjuva ekonomistler tarafından dile getiriliyordu. Emperyalist cephede yaşanan gelişmeler ve Türkiye’nin efendisiyle yaşadığı sorunlar üzerinden bu kırılganlık daha da arttı.
Bu çarpıcı tablo, Erdoğan’ın her şeyini borçlu olduğu “dış güçler”e efelenmesinin gerçek anlamını da dışa vuruyor. Zira her efelenme, sözde “hedef alınan” emperyalist finans kuruluşlarına/piyasalara bağlılık gösterisiyle, daha fazla destek temennisi ve para dilenmelerle tamamlanıyor. 24 Haziran seçimleri sonrasında damat Albayrak, 2018 Eylül’ünde açıkladığı YEP ile işbirlikçi büyük sermayeye ve onların dayandığı batılı emperyalistlere bir nebze güven vermeyi amaçlamıştı. IMF direktiflerine paralel hazırlanan YEP’i, Merkez Bankası’nın faizleri beklentilerin de üzerinde arttırması tamamlamış ve piyasaya güven verilmişti. O günden bu yana zayıflayan güveni tazelemek seçim gecesi Erdoğan’a, sonra da “reform programı”yla Albayrak’a düştü. YEP’e paralel son açıklanan “yapısal dönüşüm adımları”yla ve Washington ziyaretiyle amaçlanan buydu.
Programı açıkladıktan sonra Washington’da para babalarının huzuruna çıkan Albayrak, Türkiye kapitalizminin emperyalist sermayeye ne denli bağımlı olduğunu, çaresizce para dilenerek bir kez daha gözler önüne serdi. Damat bakan, IMF-Dünya Bankası Bahar Toplantıları kapsamında, JP Morgan adlı emperyalist finans kuruluşunun düzenlediği toplantıya katıldı. Oysa, JP Morgan bizzat Erdoğan’ın hedefi olmuştu. Seçimler öncesinde asalak finans sermayesi için hazırladığı bir bilgi notunun TL karşısında dövizde yapay yükselişe yol açtığı iddiasıyla JP Morgan hakkında BDDK ve SPK tarafından inceleme başlatılmıştı. Böyle bir finans kuruluşunun toplantısına katılmak emperyalizme kölece bağımlılığın bir itirafı oldu.
Yabancı sermayedarlar ve ekonomistler, Albayrak’ın “Yapısal Dönüşüm Adımları” başlıklı sunumunu “şaka mı yapıyor” gibi tepkilerle karşıladılar ve krize çözüm noktasında zayıf buldular. Sunumun ardından dövizde son haftaların en hızlı tırmanışı yaşandı. Bu hareketlilik, Albayrak’ın uluslararası sermayeye güven veremediğine işaret etti.
Albayrak’ın söz konusu toplantıdaki başarısızlığı, efendilerine yaranma çabalarını boşa düşürmedi. “Yerli ve milli” söylemlerini bir kenara bırakıp, gerçek çıkarlarına ve hizmet sunduğu sermayenin kârlarına odaklanan Albayrak, emperyalist sermayeyle görüşmelerine önce G20 zirvesinde, ardından da efendi Trump’ın huzurunda devam etti. Yanı sıra siyonizme tam hizmet sunan Trump’ın damadı Jared Kushner, ticaret bakanı Steve Mnuchin ve Amerikan emperyalizminin temsilcileriyle görüştü. S-400 gündemiyle krizi su yüzüne çıkan ABD-Türkiye ilişkilerini onarmaya çalışan Albayrak, görüşmeler sonrasında “Bugüne kadarki en başarılı görüşmeleri gerçekleştirdiğini” ileri sürdü.
İçeride sermaye cephesiyle işçi sınıfına karşı kenetlendiler
Dışarıda emperyalist efendileri teskin etmek adına bu adımlar atılırken, zayıf bulunan “yapısal dönüşüm” başlıklı acı reçete, Türkiye’deki tüm “yerli ve milli” sermaye cephesi için umut oldu. Türk burjuvazisi, Washington ziyaretinin hemen öncesinde basına sunulan programı “tam destek” ve övgüyle karşıladı. Bugüne kadar “yapısal reform” diye çırpınan ve kendi beklentilerine uyumlu hale getirmek için AKP’ye “üstü kapalı” eleştirilerde bulunan TÜSİAD, bu kez eleştirilerini, “sıkı para ve maliye politikası, kurumların bağımsızlığının güçlendirilmesi” dileğiyle sınırlı tuttu ve asıl olarak desteğini açıkladı. MÜSİAD’dan ASKON’a ve TİM’e, ticaret odalarından borsalarına, tümü de sosyal yıkım programını övmek için adeta yarışa tutuştular.
Sermaye cephesinin bu yekpare tutumu boşuna değildir. “Yapısal dönüşüm adımları” adlı programla işçi sınıfının elinde kalan kazanımları da gasp etme hedefini açıklayan AKP iktidarı, böylece sermayenin “reform” beklentisine karşılık vermiş ve tam desteklerini almıştır.
İşçi sınıfı hem hayat pahalılığına hem de kölece çalışma koşullarına karşı canının derdine düşmüşken, onun emeğini sömüren sermaye sınıfı, kârlarından vazgeçmemek uğruna şimdi de “reform” diye sunulan yıkım paketiyle işçi sınıfına karşı cephe almıştır. Bu “yerli ve milli” sermaye cephesi ve onun diktatörü Erdoğan, bu acı reçeteyle birlikte işçi sınıfına ve emekçilere “savaş’” ilan etmiştir. Bu durumda işçi sınıfına da, “Sınıfa karşı sınıf!” diyerek, kendi cephesini örgütlemekten ve bu savaşa odaklanmaktan başka bir yol kalmamaktadır.