Dinci-faşist rejimin “sosyal patlama” korkusu

Haziran Direnişi deneyiminden geçen toplumsal mücadele dinamiklerini ve ilerici-devrimci güçleri bekleyen bir diğer sorumluluk ise, sokak mücadelelerini ve direnişleri daha ileri bir düzeye taşıyabilmektir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 14 Mart 2021
  • 12:15

Sermaye düzeni 2021 yılını bir dizi alanda derinleşen sorunlar yumağı ile karşıladı. Sorun alanlarının başında ise her geçen gün ağırlaşan ekonomik-mali kriz yer alıyor.

Pandemiye ekonomik krizin ağırlaştığı süreçte yakalanan Türkiye kapitalizmi ekonomik ve mali açıdan çok büyük bir sıkışma yaşıyor. Son yıllarda aşılamayan ve pandemi koşullarında daha belirginleşen ekonomik durgunluk iktisadi-sosyal planda yıkıcı sonuçlar yaratıyor. Hiçbir zaman gerçeği yansıtmayan resmi rakamlar bile 2020 yılında büyüme hedeflerinin çok gerisinde kalındığını, 2020 yılının ilk onbir ayında ihracatın %8 düştüğünü, bütçenin açık verdiğini, işsizliğin arttığını ortaya koyuyor. Bin bir yolla baskılanmaya çalışıldığı halde Türk lirasındaki değer kaybının önüne geçilemiyor. AKP iktidarı döneminde katlanmış olan borçlar ancak yüksek faizlerle alınabilen yeni borçlarla kapatılabiliyor. Bu da ödendikçe büyüyen bir borç batağı anlamına geliyor. Bu durum, ülkeye çekebilmek için büyük bir çaba harcadıkları yabancı sermayenin “istikrar” ve “güven” beklentilerini olumsuz yönde etkiliyor. Büyüyen iç ve dış borçlar, dizginlenemeyen enflasyon, tırmanan işsizlik, derinleşen yoksulluk, pandeminin ekonomiye olumsuz etkileri, çok sayıda işletmenin iflas etmesi vb. dinci-faşist iktidarı fazlasıyla bunaltıyor.

Türkiye kapitalizminin yaşadığı iflas tablosu sosyal sorunları da alabildiğine büyütmüş durumda. TÜİK dahi vahim boyutlara ulaşmış bulunan işsizlik gerçeğini çarpıtamıyor. Açlık ve yoksulluk sorunu ise krizin derinleşmesiyle korkutucu bir noktaya doğru ilerliyor. Öyle ki, kimi ekonomistler emekçilerin önümüzdeki yıl açlığa hazırlanması gerektiğini söyleyebiliyor.

Tüm bunlara pandemiden kaynaklanan sorunları eklemek gerekiyor. İşçi ve emekçilerin önemli bir bölümü salgın koşullarında kaderine terk edilmiş halde yaşam savaşı veriyor. Sağlık, eğitim, sosyal güvenlik vb. alanlarda yaşanan çöküş nedeniyle, bu temel haklara erişim çok daha güçleşmiş durumda. Pandemi-ekonomik kriz ikilisinin kısa ve orta vadede toplumda yaratacağı psikolojik ve kültürel etkiler ise ayrı bir sorun alanı.

Bu koşullarda manevra alanları alabildiğine daralan dinci faşist rejimin birikmiş kriz dinamiklerine sınırlı çözümler üretme imkanları bile giderek tükeniyor. Bunun içindir ki krizleri yönetmek adına iki temel araca sımsıkı sarılmış durumdalar. İlki, kriz ve pandeminin faturasını her zamankinden daha kapsamlı bir şekilde emekçilerin omuzlarına yüklemek. İkincisi ise buna karşı yükselebilecek sınıf ve kitle hareketlerine karşı baskı ve zorbalığı tahkim etmek.

“Sosyal patlama” korkusu

Krizin ve salgının ağır yükünü omuzlayan emekçilerin yanı sıra şiddet, cinsel saldırı ve çifte sömürüye maruz kalan kadınlar, özgürlük alanları daraltılan ve geleceksiz bırakılan gençlik, inkâr ve imha saldırıları ile boğulmak istenen Kürt halkı, her fırsatta hedef haline getirilen Aleviler vb., kısacası toplumun ağırlıklı bir kesimi, gelinen yerde adeta burnundan soluyor. Kriz koşullarının yarattığı ağır atmosfer ve çok yönlü saldırılar söz konusu toplumsal kesimlerin yaşamlarında kapsamlı yıkımlara neden oluyor. Bu ise toplumsal patlama dinamiklerinin birikmesine, sosyal mücadelelerin önünün açılmasına yol açıyor.

Bugün için söz konusu birikim kendisini birleşik, kitlesel ve güçlü eylem biçimleri üzerinden ortaya koyamasa da, kadın ve gençlik hareketinde yaşanan kesintili çıkışlar bu gerçeği doğruyor. Aynı olgu, toplumsal mücadele dinamiklerinin sermayenin topyekûn saldırıları karşısında bir direnme çizgisi oluşturmaya başladığını, bu noktadan daha geriye püskürtülmeyi reddettiklerini de gösteriyor.

Gerici-faşist rejim bu gerçeğin fazlasıyla farkında ve tüm hazırlıklarını buna göre yapıyor. Son birkaç ay içerisinde şiddet aygıtlarına dönük yapılan yeni düzenlemelere bile nasıl bir hazırlık sürecinin işletildiğini gösteriyor. Ordunun elindeki ağır silahların “toplumsal hareketler”i bastırmak için polis ve MİT’in kullanımına sunulması, aynı amaçla “Takviye Özel Kuvvetler” adı altında yeni bir kolluk birimlerinin oluşturulması, bekçi ordusuna verilen yetkilerin arttırılması bu hazırlığın en somut örnekleri olarak öne çıkıyor. Bu gelişmelere son olarak emniyet ve jandarma güçleri için yeni teçhizat alımı eklendi. Binlerce gaz ve sis bombası, koruyucu materyal, şeffaf kalkan, kask, cop, TOMA suyunda kullanılan gaz solüsyonu vb. materyaller için ihale düzenlendiği basına yansıdı.

Geçtiğimiz günlerde saraya sunulan bir istihbarat raporunda, Türkiye’de yakın gelecekte “sosyal patlama” yaşanması ihtimalinin yüksek olduğuna dair vurguların yer alması ise dikkat çekici bir diğer gelişme oldu. Söz konusu raporda işsizlik, açlık ve yoksulluk gibi sosyal sorunlardan hareketle yaygın ve kitlesel sokak eylemleri yaşanabileceğinin vurgulandığı belirtiliyor. Yine aynı raporda, gelişecek sosyal mücadelenin Haziran Direnişi çapında olacağı ve iktidarı hedef alan bir düzlemde ilerleyeceğine dair öngörülerin yer aldığı da belirtiliyor.

Dinci-gerici iktidarın uykularını kaçıran ve korkusunu büyüten, tam da raporda işaret edilen olası gelişmelerdir. Pandemi ve kriz kıskacında ezilen ve yaşamları her geçen gün çekilmez hale gelen milyonlarca emekçinin sokağa inme ihtimali en temel gündemlerinden biri haline gelmiştir. Bugünden yaptıkları çok yönlü hazırlık, mümkünse olası patlamaların önünü kesmeyi, değilse günü geldiğinde gelişen hareketi ezmeyi hedeflemektedir.

Sokak mücadelelerine çok yönlü hazırlık!

Bu gelişmeler karşısında ilerici-devrimci güçler ve diğer toplumsal mücadele dinamikleri de kendi hazırlıklarını yapmalı, mücadelenin sokak ayağını güçlendirmeyi hedefleyen bir bakışla hareket etmelidir.

Bu hazırlık bağlamında işçi sınıfı, gençlik ve kadın hareketi içerisinde öne çıkan direnç merkezlerini güçlendirmek ve birleştirmek, giderek bir odak haline getirmek önemli bir yerde duruyor. Kapsamlı saldırılar ve faşist zorbalık karşısında fiili-meşru mücadele çizgisini ve pratiğini geliştirmek ise günün bir diğer sorumluluğu olarak öne çıkıyor. Zira bu yönde atılacak her adım, sermaye düzeninin kitle hareketlerini kontrol etme ve boğmaya dönük hazırlıklarını boşa çıkarmanın en kritik halkasını oluşturuyor.

Haziran Direnişi deneyiminden geçen toplumsal mücadele dinamiklerini ve ilerici-devrimci güçleri bekleyen bir diğer sorumluluk ise, sokak mücadelelerini ve direnişleri daha ileri bir düzeye taşıyabilmektir. Bu ise işçi sınıfı hareketinin örgütlü bir şekilde toplumsal mücadeleler içerisinde yer almasına ve harekete devrimci bir çizgide yön verecek politik önderlik düzeyinin yaratılmasına bağlı. Dolayısıyla dikkatler bu iki temel koşulun asgari düzeyde sağlanmasına yoğunlaşmalı, ortaya konan her çaba buna hizmet edebilmelidir.