Mısır’da İhvan (Müslüman Kardeşler) yönetiminin çöküşüne Tayyip Erdoğan’la müritleri kadar yas tutan olmadı. Zira o çöküş, AKP rejiminde cisimleşen ‘Ilımlı İslam Modeli’nin (IİM) iflasının kesinleşmesiydi aynı zamanda. Rabia işareti yaparak gözyaşı döken AKP şefi, gerçekte çöken hayallerinin yasını tutuyordu.
30 milyon Mısırlının İhvancı yönetime karşı sokaklara dökülüp isyan etmesini yok sayan T. Erdoğan, güya ‘darbe karşıtı’ tutum alarak ‘seçilmiş başkan’ Mursi’ye sahip çıkıyordu. Öyle ki, olayı hasımlık derecesine vardırarak hem Mısırla ilişkileri kesti hem de bunu iç politika malzemesi olarak pervasızca kullandı. Bu arada İstanbul kaçak İhvancıların üssü haline getirildi. İhvancılar da reisleri T. Erdoğan’ın himayesine sığınmanın rahatlığıyla açtıkları TV kanalları ve sosyal medya üzerinden Mısır yönetimine karşı kampanya yürüttüler. Bu ise, Türkiye-Mısır ilişkilerinin kopma noktasına varmasını pekiştirdi. El Sisi yönetimi saray rejimi gibi çığırtkanlık yapmasa da kendisine edilen küfür ve hakaretleri not ettiriyordu. Şimdi bunun rahatlığıyla işi ağırdan alıp kendi koşullarını dayatabiliyor.
İhvancılarla ‘balayı’nın sonuna doğru
IİM’nin çöküşü hem Erdoğan AKP’sinin hem emperyalist/siyonist güçlerin planlarını boşa düşürdü. Zira Ortadoğu’yu “Siyonist İsrail’e dost, dinci-Amerikancı, neo liberal rejimler”le yönetmek istiyorlardı. Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) “eşbaşkanı” olduğunu ilan eden Erdoğan, “bölgenin sultanı” olma hayalleri kurmuştu. Sultanlık hevesleri kursağında kalınca kaba kuvvetle “bölgenin etkin gücü” olmaya yöneldi. Irak’a, Suriye’ye, Libya’ya askeri güçlerle müdahale etti. Bu süreçte ordunun yanı sıra cihatçı terör örgütleri ve İhvancıları fütursuzca kullandı.
Dışarıda yayılmacılık, içeride dinci-faşist sultanlık rejimini tahkim etmenin aracı olarak kullanıldı. Özellikle ırkçı-şoven dalgayı köpürtmenin imkanı olarak değerlendirildi. İçeride sultanlık, bölgede yayılmacılık hırsının yarattığı ağır faturalar emekçilerin sırtına yıkıldı. Ekonomik kriz ve pandemi süreci sorunları daha da derinleştirdi. İçeride meşruiyetini yitiren rejimin kitle desteği de erimeye başladı. Bölgede ise, Türkiye “Osmanlı’nın devamı yayılmacı düşman devlet” kategorisine yerleştirildi. Ankara’daki dinci-faşist rejimin Katar emiri dışında bir dostu kalmadı.
Yayılmacılığa dayanan bu hırslar bölgenin gerçekliğine toslarken, rejim içeride iflas etti. Yalan, sahtekarlık, riyakarlık, yağma/talan ve kaba şiddetle ayakta durabilen AKP-MHP rejimi İsrail, Körfez şeyhleri ve Mısır’ın kapılarını aşındırmaya başladı. Sarayın memurları dört dönüp bu ülkelerle iletişim kurmaya çalıştılar. Mısırla iletişim kurabildiler. Ancak daha ilk adımda bunun bedelini ödemeye başladılar. Mısır’ın önceliklerinden biri aranan İhvan şeflerinin teslim edilmesi ve İstanbul merkezli İhvancıların Abdülfettah el Sisi yönetimine karşı yürüttükleri medya kampanyasının durdurulmasıdır. Bu noktada sıkışan AKP şefinin İhvanla balayının nihayete erebileceğini gösteren veriler artmaya başladı. Birlikte yola çıktığı kişileri harcayan, saltanatının bekası için damadı dahil herkesi satmaya hazır olan AKP şefinin, yıllardır kullandığı İhvancılara “Buraya kadar, artık başınızın çaresine bakın” demesi sürpriz olmayacaktır.
Yayılmacılık ‘boyunun ölçüsünü’ alıyor
Türk burjuvazisi ve devletinin yayılmacılık hevesleri AKP ile başlamadı. Özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ‘Turancılık’ hevesleri nüksetmiş, “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk dünyası” safsataları ortalığı kaplamıştı. Turancılık gerçekliğin duvarlarına toslayınca sönümlenmiş, çaplarının sınırını gören egemenler heveslerini ertelemişlerdi.
Bir Amerikan projesi olarak 2002’de işbaşına getirilen AKP’nin ise iktidara yerleştikçe yayılmacı hevesleri güçlenmiştir. Türki Cumhuriyetlerin yanı sıra Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya uzanan bir yayılmacılık politikası geliştirilmiştir. ABD’nin bölgedeki ‘etkin taşeronu’ rolünü üstelenen dinci-Amerikancılar, 1913 yılına kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun etkin olduğu bölgelere bir efendi olarak yeninden döneceklerini bile ilan ettiler. ABD bölgeden adım adım çekilecek, AKP yönetimindeki Türk sermaye devleti, Amerikan çıkarlarına bekçilik yapacak, bunun karşılığında ise ‘bölge gücü’ olarak sivrilecekti.
Saray’daki hesaplar Ortadoğu’ya uymadı. Orduya ve cihatçı terör örgütlerine dayanarak kaba kuvveti yoğunlaştıran iktidar, sonraki yıllarda tam bir izolasyona saplandı. Hem hareket alanı iyice daraldı hem hasım ilan ettiği güçler arasında yeni ittifaklar oluşmaya başladı. İçeride iflas eden rejim, dışarıda köşeye sıkıştı. Bu durumda İsrail, Körfez şeyhleri ve Mısır’ın kapılarını aşındırmak kaçınılmaz oldu.
Kendileri de Amerikancı olan söz konusu devletler, doğal olarak Türkiye ile ilişkileri düzeltmek istiyor, ancak belli taleplerin karşılanması koşuluyla. AKP şefine verilen mesajlar şöyle özetleniyor: “Seninle işbirliğine hazırız. Ancak İhvancıları ve cihatçı teröristleri kullanmayı bırak, yayılmacı/işgalci heveslerini dizginle, Libya’da haddini aşan işlere kalkışma…”
Mısırla görüşmelerin seyri
Yıllarca Mısır’a ve Sisi yönetimine etmedik laf bırakmayan Erdoğan’la müritleri ve besleme medyası, retorik değiştirerek 180 derece çark ettiler. Artık tarihimizin ortak olduğu, güçlü, bölgenin vazgeçilmez ülkesi vb. söylemlerle Mısır’ı yüceltiyorlar. Sisi yönetimine şirin görünmek ve jest yapabilmek için vesile arıyorlar. Kısa süre önce bazı İhvan liderlerinin idam edilmesinin sözünü bile etmediler. İstanbul’daki Sisi karşıtı medyaya ayar çektiler. Tüm bunlardan sonra alt düzey diplomatların Mısır’ın başkenti Kahire’de görüşmelere başlaması bile AKP şefini memnun etti.
Kapıları aşındırılan Körfez şeyhleri, sarayın memurlarını, “önce Mısır’la nasıl anlaşacağınızı bir görelim, sonra duruma bakarız” mesajı vererek Ankara’ya gönderiyorlar. Bu ise Mısır’la anlaşmanın önemini daha da arttırıyor. Zira Mısır’la anlaşma, T. Erdoğan’la müritleri için bir tür sınanma alanı olacak. Dinci-faşist rejime artık kimse güvenmiyor. Dolayısıyla ‘samimiyet testine’ tabi tutuyorlar.
Perinçekçi dalkavuklar desteğindeki AKP-MHP koalisyonu, net bir ikilemle karşı karşıya gelmiş görünüyor: Ya İhvancılar ve cihatçı terör örgütleriyle ilişkilerini gözden geçirip, yayılmacı/işgalci heveslerini dizginleyecek ya da içinde bulunduğu izolasyon devam edecek. Bu haliyle yola devam edemediği için Kahire’nin kapılarını aşındıran rejim, taviz vermeye mahkum görünüyor. Elbette bu kolay olmayacak. Özellikle sultanlık heveslerinden vazgeçmek istemeyen T. Erdoğan için. Bundan dolayı geri adımlar atmak ve oyalamak arasında gidip-gelen bir taktik deneyecektir. Ancak bu ucuz taktiğin işe yarama ihtimali çok düşük. Görünen o ki, sarayın kokuşmuş iktidarını ayakta tutabilmek için dış politikada ciddi tavizler vermek dışında bir seçenekleri kalmadı.
Yazarın tüm yazılarına, imzasını ya da burayı tıklayarak ulaşabilirsiniz...