“Emperyalist tekeller arasında dünya ölçüsünde süren kıyasıya rekabet, büyük emperyalist devletler arasında pazarlar, hammadde kaynakları, kârlı yatırım alanları ve genel olarak nüfuz alanları uğruna şiddetli mücadele biçimini aldı. Eşitsiz gelişmenin şiddetlendirdiği bu mücadele, görülmemiş boyutlara varan militarizmin ve dünya egemenliği uğruna verilen emperyalist savaşların kaynağı haline geldi.”
TKİP Programı’nda yer alan bu tespit, günümüz dünyasında giderek tırmandırılan savaş, saldırganlık ve militarizm politikalarının arka planına olduğu gibi ayna tutmaktadır. Zira, dün Yugoslavya’dan, Afganistan’a, Irak’a, bugünse Suriye’den Ukrayna ve Libya’ya uzanan savaşlar dizini, emperyalist tekellerin dünya üzerinde süren egemenlik mücadelesinin ve yeni pazar arayışlarının dolaysız sonuçlarıdır.
Son gelişmeler göstermektedir ki, emperyalistler arasında kızışan hegemonya mücadelesi ve dünyanın yeniden paylaşımı kavgası; yeni, yıkıcı ve kapsamlı savaşların önünü sonuna kadar açmaktadır. Ukrayna savaşının ardından son günlerde tırmandırılan Tayvan krizi bu olgunun en güncel ve çarpıcı örneği olarak önümüzde durmaktadır.
“Tarihin sonu” yalanından yeni savaşlar dönemine
Emperyalist kapitalizmin ideologları, Sovyetler Birliği yıkıldığında “tarihin sonunu” ve kapitalizmin “ebediliğini” ilan ederek, “sınıf mücadeleleri ve savaşların olmayacağı bir döneme girildi” türünden safsataları dillerine dolamışlardı. Öyle ya, Sovyetlerin yıkılışıyla tepesinde sonsuza değin ABD emperyalizminin oturacağı Yeni Dünya Düzeni’ni kurmanın önünde bir engel kalmamıştı.
Tüm bunların zırvadan ibaret olduğunu, sınıf mücadeleleri tarihi açısından kısa sayılabilecek son 30 yılın olayları doğrulamış bulunuyor. Zira, Sovyetler Birliği’nin dağılışı gerçekte emperyalist güçler arasında oluşan geçici dengenin sarsılmasına, dünya egemenliği için verilen mücadelenin kızışmasına ve dolayısıyla tek kutuplu emperyalist sistemin sonunu hazırlayan koşulların olgunlaşmasına yol açtı. Bu gerçeğin açık bilincine sahip olan ABD emperyalizmi, sistem içindeki hasımlarına kendi egemenliğini dayatmak için, erken bir tarihte Ortadoğu’yu Balkanlar’ı ve Avrasya’yı yıkıma uğratan savaş ve saldırganlık politikasını devreye soktu. Bu süreçte bir savaş, iç savaş ve saldırganlık aygıtı olan NATO’yu yeni dönemin konseptine göre dizayn ederek etkin bir şekilde kullandı. ABD emperyalizminin savaş aygıtı ile girdiği ülkeler sadece yıkıma uğramakla kalmadı, ekonomik ve siyasi açıdan istikrarsız hale getirildi. Bu olguyu görmek için günümüz Afganistan’ına, Irak’ına ve Libya’sına bakmak yeterli olacaktır.
Gelinen yerde emperyalistler arası ilişkiler adeta kaynama noktasına varmış durumda. Artık kimse “tarihin sonundan” ya da “savaşlar döneminin kapandığından” bahsetmiyor. Tersine, Ukrayna savaşıyla yeni boyutlar kazanan hegemonya krizinin ve henüz savaş biçimi almasa da Tayvan’da süren kapışmanın, yeni bir dünya savaşının kapılarını aralayabileceğinden söz ediliyor. Tüm emperyalist güçler ve bloklar kendi hazırlıklarını bu kapsamda yapıyor. ABD’nin, AB üyesi emperyalist ülkelerin, Rusya’nın, Çin’in militarizme muazzam kaynaklar ayırması, kriz bölgelerinde yoğunlaşan tatbikat ve savaş provaları özünde bu gerçeği anlatıyor.
Dünya halkları 1 Eylül’ü, savaşlar ve kitle hareketleri koşullarında karşılıyor
İşte yeni bir 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü bu koşullarda karşılıyoruz. Dünyamız ve insanlık, emperyalistler eliyle yeni ve yıkıcı bir savaşlar dönemine doğru sürükleniyor.
Öte yandan, dünya çapında ekonomik-mali krizlerin bütün yükünü sırtlamış bulunan, savaş bölgelerinde ise yıkımın tüm acısını derinden yaşayan işçi ve emekçiler arasında; açlığa, yoksulluğa, sefalete, savaş ve saldırganlığa karşı öfkenin alttan alta büyüdüğü bir dönemdeyiz. Son 10-15 yılda, bir dizi ülkede yaşanan grevler, direnişler, kitle hareketleri ve halk isyanlarına varan çıkışlar, kriz ve savaşlarla belirlenen dönemin aynı zamanda devrimleri mayalayan koşulları da olgunlaştırmaya başladığını gösteriyor. Öyle ki, kapitalist-emperyalizmin mabetleri bile kitle hareketlerine sahne oluyor. Henüz sosyalist bir perspektife ve devrim iddiasına dayalı çıkışlar yaşanmasa da bu gelişmeler nesnel olarak toplumların derinliklerinde devrimci dinamiklerin şekillenmesini de olgunlaştıracaktır.
Bununla birlikte, dünyamızı ve insanlığı yıkıma uğratan emperyalist savaşlar, gerek savaş bölgelerinde ve civar ülkelerde yaşayan halklar içerisinde gerekse söz konusu savaşların bedelini ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel bakımdan ödeyen diğer ülkelerin işçi sınıfı ve emekçileri arasında barış özlemini de yakıcı bir hale getirmektedir. Bu gerçeklik, her geçen gün keskinleşen emek-sermaye çelişkisinin dolaysız bir sonucu olan sınıf-kitle hareketleri ile emperyalistlerle ezilen halklar arasındaki çelişkilerin yarattığı mücadeleleri birleştirmenin zeminlerini de güçlendirmektedir. Bu bağın kurulması, güçlenmesi, devrimci bir mecraya taşınması ve enternasyonal bir karakter kazanması ise emperyalistlerin en büyük korkusunu oluşturmaktadır. Zira onlar da bilmektedir ki, emperyalistler arası egemenlik mücadelesine ve dünya zenginliklerinin yağmalanması yarışına son verecek olan, kitlelerin birleşik-devrimci isyanıdır.
Gerçek ve kalıcı barış sosyalizmde!
Tarihsel deneyimler ve güncel gelişmeler göstermektedir ki, emperyalist kapitalizm var olduğu sürece yerel, bölgesel ya da bütün bir dünyayı kasıp kavuracak olan savaşların sonu gelmeyecektir. Zira kapitalist sistemin yapısal krizleri ve çelişkileri döne döne savaşları ve iç savaşları körüklemekte, her türden barbarlığa kaynaklık etmektedir.
Tam da bu gerçekten hareketle, kapitalist krizlerin ağır yükünü dünya çapında omuzlarında taşıyan ve savaşların tüm acısını derinden yaşayan işçi sınıfı ve emekçiler, gerçek ve kalıcı bir barışın hüküm sürdüğü bir dünya kurmak için harekete geçmeli, kapitalist barbarlık düzenine karşı mücadeleyi büyütmelidir. Bu güç işçi sınıfında fazlasıyla bulunmaktadır. Rus toplumunu I. Emperyalist Paylaşım Savaşı belasından kurtaran, Bolşevik Parti önderliğinde Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’ni gerçekleştiren Rus proletaryası olmuştur. Yine, büyük bedeller ödeyerek ve destansı bir mücadele vererek Hitler faşizmini tarihin sahnesinden silen ve II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’na son veren de Sovyet toplumudur.
Bütünlüğü içerisinde bu iki büyük olay, dünyada ve Türkiye’de işçi sınıfının tutması gereken yolu açıkça göstermektedir. Gerçek ve kalıcı bir barış için, işçi sınıfı, emekçiler ve ezilen halklar bütün ülkelerde Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin rehberliğinde, kapitalist-emperyalist sisteme karşı devrim ve sosyalizm mücadelesini büyütmelidir. İşte o zaman yaşamın her anında ve alanında barışın hâkim olabilmesinin koşulları oluşacaktır. Her yıl 1 Eylüllerde dile getirilen barış özlemini gerçek kılmanın biricik yolu buradan geçmektedir.