NATO’nun “yeni” savaş konsepti ve Türkiye

Rejimin önden iç kamuoyunda yaratmak istediği algı ve zirve sonrası pompaladığı sahte “zafer” söylemleri bir tarafa bırakılırsa, “NATO seferi”nden tam uşaklık dışında neyle dönüldüğü ise belirsizliğini koruyor. Zira, NATO zirvesi başlamadan uşaklara has bir muamele gören ve Biden tarafından 3’lü masaya oturtulan Erdoğan yönetimi, haftalardır attığı naraları yutmuş olarak geri döndü

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 04 Temmuz 2022
  • 08:00

NATO bileşeni ülkeler, ABD emperyalizmi öncülüğünde 28-30 Haziran tarihinde toplandı. “Tarihi zirve” olarak nitelenen toplantıda, emperyalist güçler ve işbirlikçi ülkeler arasında yapılan diplomasi trafiğinin ardından NATO’nun “yeni konsepti” onaylandı.

İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya alınmasına dönük tartışmalar söz konusu zirvenin öne çıkan başlığı olsa da, Madrid’de gerçekleştirilen zirvenin temel gündemi, emperyalist dünyada değişen dengeler ve NATO’nun bu yeni tablo üzerinden nasıl konumlanacağı oldu.

Emperyalist dünyada hegemonya mücadelesi ve NATO’nun “yeni konsepti”

İkinci emperyalist paylaşım savaşının ardından, sosyalizm ve “Sovyet tehdidine” karşı kurulan emperyalist savaş aygıtı NATO, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından, tasfiye edilmek bir yana, ABD emperyalizminin çıkar ve hedefleri doğrultusunda yeni stratejiler üzerinden varlığını sürdürmeye devam etti. 89’ yıkılışıyla birlikte emperyalist dünya düzeninde dengelerin değişmeye başlaması, buna bağlı olarak emperyalist güçler arasında belirginleşen çelişkilerin yönetilmesi, dünyanın ekonomik ve siyasi olarak yeniden paylaşılması sorunu ve daha birçok konuda NATO, hegemonik gücünü kaybetmeye başlayan ABD emperyalizmi tarafından temel bir aygıt olarak değerlendirildi, NATO için döneme ve gelişmelere bağlı olarak yani misyonlar tanımlandı.

Son çeyrek yüzyılın gelişmelerine bakıldığında NATO misyonunda iki temel unsurun öne çıktığı açıkça görülebilir. İlki, ABD emperyalizmi elinde bir dünya jandarması olarak kullanılması (bu, aynı zamanda bir iç savaş örgütü olarak varlığını sürdürmesi anlamına da geliyor), ikincisi ise emperyalistler arası çelişki ve gerilimleri dengede tutmanın temel bir aracı olarak değerlendirilmesi.

“Soğuk savaş” sonrası NATO’nun ABD emperyalizmi tarafından dünya jandarması olarak yeniden dizayn edilmesinin ilk ve geniş çaplı örneği Balkanlar’da yaşanmıştı. Başını ABD’nin çektiği emperyalist koalisyon Yugoslavya’daki işbirlikçileri eliyle kışkırttıkları iç savaşı gerekçe göstererek NATO’yu savaş sahasına sürmüş, bölgeyi büyük bir yıkıma uğratmıştı. Rusya’nın Balkanlar’daki nüfuzunu zayıflatmayı ve bölgeye askeri ve siyasi açıdan kalıcı olarak yerleşmeyi esas alan bu saldırganlığın politik arka planını ise, NATO’nun 50. Yıl zirvesinde belirlenen “yeni konsept” oluşturuyordu. NATO’nun ABD emperyalizmi elinde bir dünya jandarması olarak kullanılması ve genişletilmesi politikası 2006 yılında gerçekleştirilen Riga zirvesinde yeni boyutlar kazandı.

Öte yandan, ABD emperyalizmi NATO’yu gerek “partner” gerekse hasım olan emperyalist güçler arasındaki dengeyi kendi lehine sağlamak, kendi hegemonyasını bu savaş aygıtı üzerinden dayatmak için de etkin bir şekilde kullanmaya devam etti. Dünya olaylarının güncel seyri ve Ukrayna üzerinde devam eden emperyalist mücadele ve ona bağlı gelişmeler bu gerçeği bir kez daha gözler önüne sermiş bulunuyor.

“NATO, ABD emperyalizminin elinde, öteki emperyalistleri denetim altında tutmanın, herşeye rağmen kendini gösteren çelişki ve çatışmaları dizginleyip uzlaştırmanın da temel önemde bir aracıdır. Onun bu özelliği ABD için bugün her zamankinden daha önemlidir; zira onun bir döneme kadar tartışmasız olan egemenliğine kampın içinden itirazlar gelinen yerde daha açık ve güçlü bir biçimde ortaya konulabilmekte, bu çerçevede, bunları dizginleyebilmenin bir temel aracı olarak NATO’nun önemi de ABD payına artmaktadır. ABD, kendi dünya imparatorluğu hesapları ve stratejisi çerçevesinde, NATO’yu öteki emperyalistler üzerinde bir denetim aracı, çelişki ve çatışmaları kontrol aracı olarak elde tutmak istemektedir.”

***

28-30 Haziran’da gerçekleştirilen ve “tarihi” olarak nitelenen son NATO Zirvesi’nde savaş aygıtının mevcut konsepti bir kez daha onaylanmış bulunuyor. Bunun kendisi hegemonyası zayıflayan ABD emperyalizmi adına önemli bir başarı sayılabilir. Zira, Rus emperyalizmini türlü yollarla ve provokasyonlarla savaş sahasına çeken ABD emperyalizmi şimdi de bunu gerekçe göstererek NATO’nun kuzeydoğu kanadı üzerinden genişletilmesi politikasını Batılı emperyalist koalisyona ve iş birlikçilerine onaylatmış bulunuyor. İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya dahil edilmesine dönük karar özü itibariyle bunu anlatıyor. İkincisi, NATO’nun (ve ABD’nin) Avrupa’daki varlığının tahkim edilmesi anlamına gelen silah ve asker yığınağın artırılmasına yönelik karar da ABD emperyalizmi adına, özellikle hegemonik gücünü dayatmak bağlamında önemli bir kazanım. Ve üçüncüsü, ittifaka bağlı ülkelerin NATO üzerinden silahlanmaya ve askeri harcamalara ayıracakları bütçeleri arttırmaları kararı, ekonomik olarak ABD’nin üzerindeki yükün diğer emperyalist güçler tarafından paylaşılması anlamına geliyor ki, bu da ABD’nin hanesine bir kazanım olarak yazılabilir. Fakat, emperyalist dünyada hassas dengeler üzerinden seyreden çok yönlü krizler ve olası beklenmedik gelişmeler NATO zirvesinde ABD adına elde edilen kazanımları bir anda altüst edebilir.

Son NATO zirvesinden yansıyan bir diğer dikkat çekici gelişme ise Rusya’nın açık, Çin’in ise üstü örtülü şekilde tehdit olarak tanımlanması ve hedefe konması oldu. Birçoklarının zirveyi “tarihi” olarak tanımlamasının gerisinde büyük oranda bu değerlendirme yer alıyor. Zira, NATO zirvesinde Rusya ve Çin’in tehdit unsuru olarak tanımlanması, Doğu Avrupa ve Asya-Pasifik’te suların çok daha ısınacağına, emperyalistler arası güç ve egemenlik mücadelesinin savaş dahil bir dizi biçim üzerinden kızışacağına ve farklı alanlara doğru yayılacağına, bu bağlamda NATO’nun genişletilmesine dönük yeni adımlar atılabileceğine işaret ediyor.

NATO uşaklarının sahte “zaferi”

Madrid’de yapılan NATO zirvesi dünya kamuoyunda olduğu gibi Türkiye’de de öne çıkan gündemlerden biri oldu. Bunda, gerici-faşist rejimin zirve öncesinde içeride ve dışarıda pompaladığı temelsiz söylemlerin, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyeliği üzerinden kirli pazarlıklar eşliğinde yaptığı “veto” şovunun, yine aynı konu bağlamında Erdoğan’ın “dünya lideri” olarak makyajlanıp iç kamuoyuna servis edilmesinin elbette belirgin bir payı var.

Rejimin önden iç kamuoyunda yaratmak istediği algı ve zirve sonrası pompaladığı sahte “zafer” söylemleri bir tarafa bırakılırsa, “NATO seferi”nden tam uşaklık dışında neyle dönüldüğü ise belirsizliğini koruyor. Zira, NATO zirvesi başlamadan uşaklara has bir muamele gören ve Biden tarafından 3’lü masaya oturtulan Erdoğan yönetimi, haftalardır attığı naraları yutmuş olarak geri döndü. Yansıdığı kadarıyla elinde sadece İsveç ve Finlandiya’nın silah ambargosunu kaldırma sözü bulunuyor. 3’lü memorandumda belirlenen diğer konuların (talep ettikleri bazı isimlerin iadesi vb.) uygulanabilirliği ya da 3 güne unutulup unutulmayacağı ise başka bir tartışma konusu. Tüm bunlar dışında, emperyalistlerle yapılan diplomasi trafiğinde karanlıkta kalan bazı kirli anlaşmalar ve pazarlıklar yapılmış mıdır, bunu süreç gösterecek.

Öte yandan, kimi ABD’li sözcüler Türkiye ile ilişkiler bağlamında öne çıkan gerilimlerin (F16 ve F35 ambargosu, S400 krizi, Suriye ve Rojava’ya dönük saldırı hazırlığı vb.) NATO zirvesinde gündeme getirilmediği yönünde açıklamalar yaptılar. Görünen o ki, Biden’la görüşme hevesine nail olan T. Erdoğan, tüm bu açılardan da eli boş dönmüş bulunuyor.

O halde zirveden gerici-faşist rejim adına geriye ne kalıyor? ABD emperyalizmine ve NATO’ya tam uşaklık!