Savaşa, sömürüye ve faşist baskılara karşı;

Örgütlü, kitlesel, birleşik direniş!

Gerici-faşist rejimi bir parça geriletmekten krizin acı faturasını reddetmeye değin, bir dizi konu ve alanda kazanım elde etmenin yolu işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü, birleşik, kitlesel ve fiili-meşru mücadelesini büyütmekten geçmektedir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 09 Ağustos 2022
  • 08:00

Sermaye düzeninin bünyesini saran çok yönlü krizler günbegün ağırlaşıyor. Ekonomik-mali kriz kontrolden çıkmış bir vaziyette, adeta freni patlak bir kamyon misali nerede çakılacağı belirsiz bir seyir izliyor. Gerici-faşist rejimin hayata geçirdiği “ekonomi politikaları” ise, krizi bir nebze yatıştırmak şöyle dursun daha da kırılgan hale getiriyor. Dövize endeksli iç ve dış borçlar ödendikçe büyüyor, hazine sistemli olarak açık veriyor. Kur Korumalı Mevduat, geçiş garantili otoyol-köprüler vb. uygulamalarla emekçilerin sırtından elde edilen kaynaklar sermayeye transfer edilerek tüketiliyor. TL’nin değer kaybının önüne geçilemiyor. Enflasyon oranları ise rekor üzerine rekorlar kırıyor.

Ekonomik-mali krizin derinleştiği günümüz koşullarında, düzen siyaseti de bir dizi açmazla yüz yüze. İktidar koltuğunda oturan gerici-faşist koalisyon, toplumu ve her tarafından dökülen harami düzenini yönetmekte alabildiğine güçlük çekiyor. Dahası, kendi içerisinde yaşadığı çözülme sürecinin dahi önüne geçmekte zorlanıyor. Toplumsal tabanı eriyen rejimin bünyesinde ciddi bir hoşnutsuzluk yaşandığı, bizzat içeriden gelen tepkiler üzerinden daha görünür hale gelmiş durumda.

Hal böyle olunca, gerici-faşist rejim iktidar gücünü elinde tutmak için baskı ve zorbalığı sistemli olarak tırmandırıyor. Kürt halkına, toplumsal mücadele güçlerine, düzen muhalefetine dönük saldırıların dozunu arttırarak; işçileri, emekçileri, gençleri hareketsiz bırakmak için her türlü sokak eylemine ve hak arama mücadelesine azgınca saldırarak kurdukları harami düzenini ayakta tutmaya çalışıyor.

Bu tablo karşısında hemen her şeyi seçim sandığına havale eden, Türkiye kapitalizmini belirleyen çok yönlü krizler ve yarattığı ağır sonuçlar konusunda ise diline kilit vurmuş bulunan bir düzen muhalefeti gerçekliği önümüzde duruyor. Yaşanmakta olan krizler yapısal bir mahiyet taşıyor ve düzen muhalefeti bu gerçeğin üzerini bilinçli bir şekilde örterek kriz ve bağlı sorunların tek sorumlusu olarak gerici-faşist rejimi işaret ediyor. Toplumu nefessiz bırakan çok yönlü sorunlardan ise itina ile uzak duruyorlar. Öyle ya, şayet iktidar koltuğuna oturabilirlerse çivisi çıkmış devlet düzenini “restore” ederek, kapitalist krizlerin tüm yükünü sermayenin ihtiyaçları çerçevesinde emekçilere fatura etme görevini üstlenmiş olacaklar.

“Düzen muhalefetinin kendine biçtiği misyon, kurulu düzenin dengelerini bozacak hiçbir sarsıntıya mahal vermeden, bunun için de kitlelere hiçbir gerçek inisiyatif alanı açmadan, sermaye sınıfı adına ‘nöbeti’ sarsıntısız bir geçişle devralmaktır. 

Doğal olarak bu çizgi, Tayyip Erdoğan’sız bir AKP düzenini devralmak anlamına gelmektedir. Nitekim parçalı yapısıyla düzen muhalefetinin halen üzerinde anlaşabildiği sözde program da budur. Emekçilerin acil iktisadi-sosyal istemleri, bunları elde edebilmenin ve elde tutabilmenin bir olanağı olarak temel demokratik hak ve özgürlükler, saldırgan dış politikaya ilişkin sorunlar, elbette Kürt sorunu vb. yakıcı konuların hiçbir biçimde sözü edilmemektedir. Düzen muhalefeti bunlar üzerine demagojik vaatlerde bulunmaktan bile özenle kaçınmaktadır.” (Siyasal durum ve devrimci sınıf çizgisi, EKİM, Sayı: 325, Temmuz 2022)

Tüm bu açılardan bakıldığında, halihazırda yaşanan siyasal krizin bir başka yönünü kendi konumu üzerinden muhalefet krizi tamamlıyor.

Belli kesimleri ile sokak mücadelesine işaret eden ve toplumsal mücadele güçlerinin parçası olan reformist-parlemantarist solun neredeyse tamamı da rotasını seçim sandıklarına çevirmiş durumda. Gerici-faşist rejimin yaşadığı zayıflama süreci ve giderek belirginleşen çözülme süreci ise reformist sol cepheyi fazlasıyla heyecanlandırıyor ve bu durum seçimlere endeksli rotaya daha sıkı sarılmalarına vesile oluyor. Dolayısıyla, reformist sol hareketin neredeyse tüm gündemlerini ittifaklaşma süreçleri, milletvekili belirleme görüşmeleri, olası cumhurbaşkanı adayları karşısında alınacak tutumlar vb. oluşturuyor. Ortak hedefleri ise, ilk fırsatta Erdoğan yönetiminin sırtını seçim minderinde yere getirmek! Tam da bu konum ve çizgi üzerinden düzen muhalefetine hızla yedeklenmiş bulunuyorlar.

Bir gözleriyle sokak mücadelelerine ve toplumsal harekette olası yaşanacak gelişmelere bakan reformist-parlementarist solun bu konumu, son tahlilde sermaye düzeninin değirmenine su taşımaktadır. Zira, yaşanan ekonomik, sosyal ve toplumsal sorunlar karşısında toplumsal mücadelenin büyütülmesine dönük her türlü sorumluluk reformizm tarafından seçim hazırlıklarına tahvil edilmektedir.

***

Kapitalizmin krizleri derinleştikçe toplumun emekçi kesimlerinin omuzlarındaki yük de ağırlaşıyor. Denebilir ki, günümüz Türkiye’sinde emekçiler adeta akıl dışı koşullarda yaşam savaşı veriyorlar.

Neredeyse tamamı asgari ücretlerle çalışan işçi ve emekçilerin mevcut hayat pahalılığı karşısında daha ay ortası gelmeden bankalara borçlandığı, kredi kartları ile gereksinimlerini karşılamaya çalıştığı bir tablo ile karşı karşıyayız. Söz konusu borçlanma ise her ay rekorlar kırıyor ve verili durum her geçen gün sürdürülemez bir hal alıyor. Bu durum kitlelerin yaşamında sadece ekonomik yıkım yaratmıyor. Geçinememe sorunu toplumsal yaşamın temel gündemi olarak öne çıkıyor ve alttan altta sosyal-kültürel bunalımı da derinleştiriyor. Zira, ekonomik krizin çok yönlü ve ağır faturası, hayat pahalılığı, geçinememe sorunu ve sürekli borçlanma hali emekçi yığınlar içerisinde yaşam ve gelecek kaygısını sürekli perçinliyor.

Bugün ücret artışı talebi ile fabrikalarda yaşanan ve yaygınlaşma eğilimi taşıyan eylem ve direnişler, ağır yaşam koşullarına karşı işçi sınıfının belli mevziler üzerinden ortaya koyduğu tepki ve çıkış arayışı olarak değerlendirilebilir. Söz konusu eylem ve direnişler, henüz sınırlı, parçalı ve büyük oranda kendiliğinden patlak verse de önümüzdeki süreçte yaşanacak olası toplumsal hareketlenmeler içerisinde işçi sınıfının belirgin bir yer tutacağının, dahası sürükleyici bir güç olarak öne çıkabileceğinin ilk sinyalleri sayılmalıdır. Dolayısıyla, sınıf hareketi cephesinde yaşanan kıpırdanmalara bugünkü dar sınırları üzerinden bakmamak, yarın gelişecek toplumsal mücadelelere işçi sınıfını örgütlü ve sürükleyici bir güç olarak hazırlamak büyük bir önem taşımaktadır.

Ekonomik-sosyal yıkım işçi sınıfının yanı sıra, koyu bir geleceksizliğe mahkum edilen, eğitim sürecinden her geçen gün koparılan, işsizlik çukuruna itilen ve dolayısıyla yaşam koşulları çekilmez hale gelen emekçi gençlik kitleleri içerisinde de büyük bir hoşnutsuzluk yaratmış durumda. Yine evde, işyerinde, sokakta şiddete, tacize ve tecavüze uğrayan, gerici-faşist politikalarla aşağılanan, yaşamın her alanında çifte sömürüye maruz bırakılan emekçi kadınlar; sistematik olarak faşist baskı ve zorbalığın hedefi olan, kirli savaş politikalarının en barbar yöntemlerine maruz kalan Kürt halkı; kimliği ve varlığı inkâr edilen, asimilasyon politikalarının, kirli provokasyonların ve saldırıların hedefinde olan Aleviler gelinen yerde burnundan soluyor. Bütünlüğü içerisinde bu tablo, merkezinde işçi sınıfı ve emekçilerin yer aldığı, birleşik kitlesel bir halk hareketinin koşullarını her geçen gün olgunlaştırıyor.

***

İşçi sınıfı, emekçiler, gençler, kadınlar, Kürt halkı ve diğer ezilen toplumsal kesimler içerisinde büyüyen öfke ve Sri Lanka gibi ülkelerde yaşanan halk hareketleri, gerici-faşist rejimin korkularını her geçen gün büyütüyor. Öyle ya, dünyada yaşanan sınıf ve kitle hareketlerini tetikleyen koşulların bu topraklarda da fazlasıyla mevcut olduğunu açıkça onlar da görüyorlar. Dolayısıyla iktidarın “Gezi sendromu” temelsiz değildir, tersine nesnel koşulların dolaysız bir ürünü olarak sık sık nüksetmektedir. Artan baskı ve saldırılarının bir nedeni de bu korkularıdır.

Aynı tablo düzen muhalefeti için de belirgin bir korku kaynağıdır zira onlar için de esas olan kapitalist sömürü düzeninin toplam çıkarları ve bekasıdır. Dolayısıyla ırkçı-gericilikle malul düzen muhalefetinin de isteyeceği en son şey, kontrolden hızla çıkabilecek ve sistemi sarsacak bir halk hareketidir. Kitlelere her vesileyle “aman sokağa inmeyin, sandığı bekleyin” telkinlerinde bulunmaları ve bu yolla gerici-faşist rejimin ekmeğine yağ süren tutumları da bu gerçeği tüm açıklığı ile ortaya koymaktadır.

EMEP, TİP, SİP-TKP, Sol Parti, HDP vb. reformist-parlamentarist partiler ise, kitlelerin kabaran öfkesi ve çıkış arayışı karşısında bugün için “ara bir konum” üzerinden hareket ediyor, verili durumu sandığa nasıl tahvil edeceklerine odaklanmış bulunuyorlar. Burada “ara konum”dan kast edilen şey, bir yandan emekçiler içerisinde gelişen hoşnutsuzluğun olası sokak hareketini tetiklemesi ve iktidarı geriletecek sonuçlar yaratmasına dönük beklenti içerisinde olmaları (ki bu sınırlarda hareketin dolaysız parçası olarak hareket edeceklerdir) öte taraftan tüm enerji ve çabalarını sınıf ve kitle hareketini geliştirmekten ziyade seçim hazırlıklarına ayırmaları kast edilmektedir. Neticede, dünün SRYZA’ları, Podemosları aynı toplumsal öfkeyi ve sosyal mücadeleleri arkasına alarak parlemento koltuklarını garantiye almışlardı. Lakin gelişebilecek sınıf-kitle hareketlerinin reformist akımların bugünkü “ara konumlarını” terk etmeyi zorunlu kılacağı da tarihsel deneyimler üzerinden açıktır. Zira, mevcut parlementarist çizgi ve konumları üzerinden bir yerden sonra yangını kontrol altına almak ve hareketi düzen sınırlarına çekmek için itfaiyeci misyonu ile hareket edeceklerdir.

***

Sonuç olarak, sınıf ve kitle hareketinin yakın geleceğini iktidar cephesinden gelecek çok yönlü saldırılara, düzen muhalefetinin kuracağı türlü tuzaklara ve reformist solun yeri geldiğinde hareketi geri çekecek, dizginleyecek ve kurulu düzene yedeklemek için gerçekleştireceği müdahalelere karşı verilecek çok yönlü-karmaşık mücadeleler belirleyecek.

Bu tablo, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin mücadelesine dair sorumluluk duyan, toplumsal mücadeleyi ileri taşımayı ve devrimcileştirmeyi esas alan tüm devrimci-ilerici güçlerin önüne güncel ve tarihsel boyutları olan görevler çıkarmaktadır. Bu görevlerin başında ise, yukarıda altı çizilen tüm güçlükler konusunda işçi sınıfı ve emekçileri sistemli bir şekilde bilinçlendirmek, kriz koşullarında kitlelerin kabaran öfkesini açığa çıkararak örgütlü, kitlesel ve birleşik mücadelenin önünü açmak gelmektedir. Zira, gerici-faşist rejimi bir parça geriletmekten krizin acı faturasını reddetmeye değin, bir dizi konu ve alanda kazanım elde etmenin yolu işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü, birleşik, kitlesel ve fiili-meşru mücadelesini büyütmekten geçmektedir.

Öte yandan, bütünlüğü içerisinde tüm bu sorumluluklar en başta devrimci konum ve misyon üzerinden ele alınmalı ve hayata geçirilmelidir. Komünistler, içinden geçmekte bulunduğumuz dönemin bu çok yönlü sorumluluklarına şu çerçeve üzerinden bakmaktadır:

“Devrimciler kendi rollerini kendi konumları üzerinden, kendi sınıfsal alanlarında, kendi yol ve yöntemleriyle, dolayısıyla kitlelerin bilincini, mücadelesini ve örgütlenmesini geliştirmeyi hedef alan bir çizgide oynamakla yükümlüdürler. İşçileri ve emekçileri kendi acil istemleri üzerinden fiili-meşru bir çizgide mücadeleye çekmek, bu mücadeleyi büyütmek ve elbette dinci-faşist iktidara karşı bir halk hareketi boyutlarına ulaştırmaya çalışmaktır onların görevi. Güçlerinden ve olanaklarından bağımsız olarak bu böyle olmalıdır. Sorun hiçbir biçimde neyin ne denli başarılabileceği değildir. Sorun devrimci konum üzerinden bağımsız devrimci bir çizgide hareket edebilmektir. İlkelere dayalı devrimci bir çizgi üzerinden mücadeleyi büyütebilmek, mücadele mevzilerini çoğaltabilmektir.” (Siyasal durum ve devrimci sınıf çizgisi, tkip.org)