Koronavirüs salgını tüm dünyada hızla yayılıyor. Salgın emperyalist metropoller dahil olmak üzere kapitalist ülkelerin sağlık sistemlerinin ne kadar zayıf olduğunu ortaya koymakla kalmadı, aynı zamanda kapitalizmin geleceğine ilişkin tartışmaları da derinleştirdi. Bugün yalnızca kendilerini devrimci, sosyalist, anti-kapitalist vb. olarak tanımlayan çevreler değil bizzat sistemin sahipleri de kapitalizmin geleceğini tartışıyor. Salgın döneminin bir kez daha ortaya koyduğu tıkanma ve yıkım tablosunun bir çöküşe varmaması için kendi cephelerinden çözümler arıyorlar.
Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu temsilcisiyle, koronavirüs salgınının ortaya çıkardığı tablo, bu tablo karşısında devrimcilerin nasıl bir tutum alması gerektiği ve kapitalist sistemin geleceğine ilişkin tartışmalar üzerine konuştuk...
- Koronavirüs salgını ve olası sonuçları oldukça geniş bir yelpazede ve değişik başlıklar altında tartışılıyor. Salgın sonrasında dünyada önemli bir değişimin yaşanacağı beklentisi, tartışmaların yoğunlaştığı noktalardan biri. Salgının kapitalizm için bir kırılma anı olduğu, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı vurgulanıyor. Burjuva ideologlar bile sistemin geleceğine ilişkin kara tablolar çizerken, bu tespite nasıl yaklaşmak gerekiyor?
- Virüs yayıldıkça sistemin açmazları ve zayıflıkları daha çok ortaya çıkıyor. Salgın kapitalist sistemin tüm yetersizliklerinin geniş kitleler açısından daha görünür hale gelmesine yol açtı. Sömürü, baskı ve sınıfsal ayrımlara dayalı düzenin üstünü örten perde ortadan kalkmaya, sisteme olan tepkileri etkisizleştiren kabullenişler parçalanmaya başladı. Sistemin en hayati insan ihtiyaçlarını bile karşılama gücünden mahrum olduğu, daha da önemlisi böyle bir derdinin bulunup bulunmadığı yaygınlık kazanan bir sorgulamaya dönüştü. Kapitalistlerin ve onlar adına siyasal iktidarların uyguladığı politikalar, düzenin işçi sınıfı ve emekçilere verdiği değeri gözler önüne koymakla kalmadı, aynı zamanda sınıfsal farklılıkların olağanüstü felaket koşullarında bile sistem tarafından bir yana bırakılamadığının altını kalın çizgilerle bir kez daha çizdi.
Yol açacağı diğer sonuçlar, kapitalist sistemin iç dengelerinde yarattığı yarılmalar, ekonomik ve siyasi krizi derinleştirmesi vb. olgular bir yana, bunlar bile kendi başına çok büyük bir önem taşıyor.
Kapitalist sistem olağanüstü bir dönemden geçiyor. Bu hiç de tek başına salgından kaynaklanmıyor. Salgın, sistemin yaşadığı tıkanma ve çözümsüzlükleri derinleştiren bir rol oynuyor. Krize yeni boyutlar kazandırıyor. İktisadi ve sosyal yıkımın milyonlarca emekçiyi en temel ihtiyaçlardan mahrum bıraktığı, hegemonya mücadelelerinin insanlığı bir dünya savaşına doğru sürüklediği, doğa ve çevrenin arsızca yağmalanıp yıkıma uğratıldığı ve tüm bu sonuçlara karşı dünya çapında sınıf ve kitle hareketlerinin gelişmeye başladığı yeni bir dönemin içindeyiz. Böylesi bir dönemde patlak veren bu kapsamda bir salgının elbette önemli etkileri olacaktır.
Ancak siyasal ve sosyal süreçler farklı etmenlerin ortak sonucu olarak şekillenirler. Bu etmenlerin tümünün önden görülüp hesaplanması çok da mümkün değildir. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak mı? Koronavirüs salgınının arkasından bizi nasıl bir gelecek bekliyor? Salgın kapitalizm için bir kırılma anı mıdır? Bu tür sorulara kendi içinde cevaplar aramak faydasızdır. Bunların yanıtını birbirleriyle bağlantılı birçok faktör birlikte verecektir.
Bu faktörlerin başında işçi ve emekçi hareketinin izleyeceği gelişme seyri gelmektedir. Bu yüzden yapılması gereken, bütün dikkat ve ilginin işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesine yöneltilmesidir. Dünyada genel planda neyin aynı kalıp neyin değişeceğini uluslararası sınıf hareketi belirleyecektir. Ama özel planda kapitalist sistemin içinde bulunduğu çok yönlü kriz ve ona eklenen salgının birden çok kırılma ve değişim dinamiğini içinde barındırdığı açıktır.
- Salgın deneyiminden sonra tercihen ya da toplumsal baskılama yoluyla kapitalizmin bir reform süreci içine gireceği beklentisinin, bazı sol kesimleri de içine alacak şekilde yaygınlaştığı görülüyor. Bu sürecin derslerinden yola çıkarak ya da içinde bulunduğu krize yanıt olarak kapitalist sistemin, tartışılan biçimiyle, daha sosyal adaletçi, daha katılımcı, daha çevreye ve doğaya duyarlı bir iç dönüşüm eğilimine girmesi mümkün mü?
- Kapitalizmin geleceğine ilişkin tartışmalar yeni değil. Öncesi bir yana yakın zamanda Davos’ta, bizzat dünyanın en zenginleri ve onların maaşlı ideologları, işlerin böyle devam edemeyeceğini, devam edilmeye kalkılırsa kapitalizmin büyük yaşamsal sorunlarla karşı karşıya kalacağını söylüyorlardı. Uluslararası düşünce kuruluşlarının yakın dönem raporları, “pek saygın” ekonomi gazetelerinin makaleleri, kapitalizmin içinde bulunduğu tıkanmayı ele alan, bir çöküşe dönme riski taşıdığını vurgulayan tartışmalarla doluydu. Ülkemizde Ali Koç örneğinde de gördüğümüz gibi dünyanın en zenginleri, daha adaletli, daha sosyal eşitlikçi, çevreye ve doğaya daha duyarlı bir kapitalizm ihtiyacından dem vuruyorlardı. Daha birkaç on yıl önce kapitalizmin “nihai zafer”ini ilan eden Fukuyama gibi ideologlar, sistem için çalan tehlike çanlarından bahsetmeye başlamışlardı. Liste daha da uzatılabilir.
Ancak sorun şu ki, salgının daha görünür hale getirdiği iflas tablosunun kapitalist sistem içindeki alternatifleri son derece sınırlıdır. Tüm toplumsal hizmetlerin piyasalaştırılması olarak algılandığı için yaşananların faillerinden biri olarak da gösterilen neoliberalizm, gelinen yerde çökmüş durumda. Şimdi önerilen ve salgın vesilesiyle bazı mecburi örneklerini görmeye başladığımız devlet müdahalesi merkezli koruma politikaları ise uzun zamandır zaten uygulanıyor. Hegemonya krizi, ticaret savaşları gibi olgular dünya kapitalizmine, ortak bir akılla ya da öne çıkan hegemon gücün baskısıyla, yeni bir birikim modelinin hâkim kılınmasını zorlaştırıyor. Bırakalım kapitalizmin yapısal sorunlarına karşı ortak davranılmasını, emperyalist-kapitalist dünya, salgın tehdidine karşı bile ortak davranamamakta, tehdit kapıya dayandığında herkes kendi ulusal sınırına çekilmekte, rekabet salgına karşı mücadele alanına bile taşınmakta, işler bu alanda bile birbirini çelmelemeye vardırılabilmektedir.
Süregiden krizde sermayenin eğiliminin, daha fazla sömürü ile kayıpların telafi edilmesi ve daha otoriter yönetimler altında buna karşı oluşabilecek tepkilerin kontrol altına alınmaya çalışılması olduğunu görüyoruz. Salgın döneminin yol açacağı kayıplar da düşünüldüğünde, bu politikaların kesintisiz olarak sürdürüleceğini beklemek gerekir. Ne salgın sürecinin bir kez daha ortaya koyduğu yeni sosyal politikalar ihtiyacının, ne salgından çok önce başlamış olan sosyal adalete, insana ve çevreye daha duyarlı bir kapitalizm tartışmalarının, ne de şimdi sistemi bir şekilde ayakta tutabilmek için bazı örneklerini gördüğümüz sözde toplumcu uygulamaların, derinleşen çok yönlü kriz şartlarında belirleyici bir hükmü olabilir.
Elbette sistemin sürdürülebilirliğini sağlamak, sosyal huzursuzluğu yatıştırmak için geçici tavizler verebilirler. Şu veya bu nedenle buna bir süre için mecbur da kalabilirler. Ama bugünkü şartlarda bunlar geçici uygulamalar olmanın ötesine geçemezler. Salgın sürerken ve sistemin asli unsurlarından biri olan emekçi kesimler büyük bir yıkıma uğramışken dahi, kurtarma paketi adı altında açıklanan önlemlerin ağırlıklı bölümünün sermayeye kaynak aktarımına dayandığı basit gerçeği bile, bu tartışmaya dair çok şey anlatmaktadır.
Yeri gelmişken, konuyla da bağlantılı olan bir-iki noktaya daha değinmek istiyorum. Bu tür tartışmalarda genel olarak neoliberalizm, salgın da dâhil olmak üzere bütün kötülüklerin temel kaynağı olarak gösteriliyor. Üstelik bu öyle bir biçimde yapılıyor ki, neoliberalizm, sanki kapitalizmin kendi krizlerine bulmaya çalıştığı mecburi bir çözüm değil de açgözlü sermayenin özel bir tercihi gibi ortaya konuluyor. Böyle olunca da bu açgözlülüğü denetlemek, serbest piyasa yerine devletçi uygulamalara dönmek, bir çözüm yolu olarak formüle edilmiş oluyor. Oysa kapitalizmin genişleme döneminde sermayenin dönemsel ihtiyaçlarından kaynaklanan ve sosyalist kampın basıncı altında şekillenen “refah devleti” politikalarının vardığı yer olmuştur neoliberalizm. Şimdi bunlara dönmek çok mümkün olmadığı gibi, devletlerin kapitalist piyasada daha etkin hale gelmesinden emekçiler lehine göstermelik ya da geçici uygulamalar dışında bir şey çıkmayacaktır.
İkinci olarak söylenen şudur: Kapitalizm bir reform sürecine girmek zorundadır ve salgından sonra yaşanacak olan budur; bundan dolayı da mücadele sistem içi reform talepleri ile sistem dışı arayışlar arasında olacaktır! İlk bakışta reformizme karşı mücadeleye vurgu yapılıyor gibi görünen bu söylemler de aynı nedenlerden kaynaklı sorunludur. Salgın sonrasında dünyanın nereye varacağını bilmiyoruz ama eğer toplumsal yasalardan hareket edeceksek, mücadele reformcu bir kapitalizm ile sistem dışı arayışlar arasında olmayacaktır. Serbest piyasacı ya da devletçi, reformcu ya da gerici kapitalizm ayrımı yapılamaz. Mücadele dün olduğu gibi bugün de bütünlüğü içinde, kapitalizme karşı olmak zorundadır. Bunu yeterince gözetemediğiniz zaman, kapitalizmin bir türüne karşı diğerini savunmak durumuna düşmeniz kaçınılmaz olur.
- Tartışılan bir diğer başlık, salgın dönemi boyunca devrimci ve sol güçler ile emek örgütlerinin nasıl bir tutum alması gerektiği konusu. Bir yanda salgının yayılmasını engellemek için alınması gerektiği söylenen zaruri önlemler, karantina tartışmaları, sosyal izolasyon uygulamaları vb. var. Öte yandan ise kitlelerin bir araya gelip, kendi yaşamsal hakları için mücadele etmeleri gerekiyor. Bu arada bazı akademik çevrelerde, salgının burjuvazi ve siyasal iktidarlar tarafından bilinçli olarak abartıldığı, normal zamanlarda kitlelerin büyük tepkisine yol açabilecek ekonomik önlemlerin ve siyasal uygulamaların böylece kolayca kitlelere kabul ettirebilir hale geldiğine dair tartışmalar var. Ayrıca, salgın ilerledikçe, baştan itibaren gündemde olan, salgının doğrudan emperyalist güçler arası mücadelenin ürünü bir komplo olduğuna dair söylemler de çok alıcı buluyor. Bunlarla ilgili neler söylenebilir?
- Öncelikle emekçileri ve yoksul kesimleri vuran salgının bir şekilde durdurulması ve insanlığın bundan en az yara alarak çıkmasının sağlanması gerekliliği açıktır. Ne komplo teorileri ne kapitalistlerin durumu fırsata çevirme arayışları bu gerçeği değiştirebilir. Ancak ne yazık ki kapitalist sistem yapısal olarak bu nitelikten yoksundur. Bir yönetici sınıf olarak burjuvazinin tabii ki önemli bir birikimi ve buna dayalı bir aklı vardır. Şu an kapitalistlerin denetiminde olan insanlığın ulaştığı teknolojik gelişim düzeyi ise devasa boyutlardadır. Sorun ne bu aklın kendi içindeki sınırları, ne de elde bulunan kaynakların yetersizliği ile ilgilidir. Kapitalist sistemin yapısal sorunları, bu sorunlara yol açan işleyiş yasaları, yapılabilecekleri daha baştan sınırlamakta, olağanüstü şartların etkisiyle her şeye rağmen atılmaya çalışılan bazı mecburi adımları da iğreti hale getirmektedir. Teknolojik gelişmenin bugünkü düzeyinde maske ve solunum cihazı sıkıntısın yaşanabilmesi; bir yandan çok test yapmanın öneminden bahsederken, öte yandan salgının kapsamı düşünüldüğünde oransal olarak çok düşük test sayıları; karantina tek çözüm ilan edilirken milyonlarca emekçinin hiçbir tedbir alınmadan çalışmaya mahkûm edilmesi… Bunlar ve benzeri onlarca basit olgu üzerinden bile içinde bulunulan durum rahatlıkla görülebilir. Bunlar kapitalizmin gerçekleridir. Bugün böyledir ve kapitalizm sürdüğü sürece de böyle olacaktır.
Bizim görevimiz, her türlü yol ve yöntemle emekçileri bu sömürü ve baskı düzenine karşı mücadeleye sevk etmek ve bu mücadeleler içinde insanca bir yaşam kurmak için kapitalizmi yıkmaya çağırmaktır. Koronavirüs salgınına karşı işçi ve emekçileri korumanın ve gelecekte de yaşanması kaçınılmaz olan bu tür felaketleri az hasarla atlatmanın yolu buradan geçmektedir. Bu esas olmakla birlikte, mevcut durumda salgının yayılmasını sınırlamak için alınması gereken önlemleri de önemsemek gereklidir. Bu da mücadelenin yol, yöntem ve araçlarını mevcut koşullara göre uyarlamak zorunluluğunu getirir. Söz konusu tedbirlerin yol açtığı sınırlamalar bir dönem için göğüslenmek zorundadır. Başka türlüsü sorumsuzluk olur.
Sonuçta biz kendi adımıza faaliyetimizi alabildiğimiz tedbirleri alarak sürdürüyoruz. Burada tedbir mi mücadele mi ikilemi ileri sürülemez. Mücadele esastır, bu mücadele içinde tedbirleri gözetmeye çalışmak ise zorunluluktur. Bu konuda sol gevezelik yapmak anlamsız ve pratik karşılığı olmayan bir tutumdur.
Dikkat çekilen diğer konuya gelince, sonuçta tek tek kapitalistlerin ya da devletlerin salgını kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışacağından, üstelik bunu yaparken her türlü etik, insani değeri yeri geldiğinde bir kenara atacağından şüphe duyulamaz. Ancak mevcut durumda bu tür uygulamalar işçi sınıfı ve emekçilerin yoğun tepkisine yol açmaktadır. Kitleler sanıldığından da çok sorgulayıcı bir konumdalar. Salgının yarattığı hassasiyet içerisinde yapılanlar ve yapılmayanlar belirgin bir farkındalık yaratmakta, sınıfsal ayrımlarının üstünün örtülmesi bir yana, her uygulama bunu daha da belirginleştirmektedir. Ancak, somut durumun bu olması, sermayenin bu tür politikalarına karşı daha dikkatli ve kitleleri bu yönden de uyarıcı bir hat izleme sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.
Ortada dolaşan komplo teorileri üzerine kesin şeyler söyleyebilecek durumda değiliz. Söz konusu olan kapitalizm olduğunda, her türlü kirli yöntemin uygulanabileceğini, insanların sağlığı dâhil olmak üzere hiçbir şeyin kapitalistlerin çıkarlarından önemli olmadığını biliyoruz. Bu tür yaklaşımların kitleler tarafından bu ölçüde benimsenmesi iki şeyden kaynaklanıyor. Birincisi, emekçiler sermayenin çıkarlarının her türlü değerden önce geldiğini hissediyorlar. İkinci olarak ise, devasa devlet kurumunun doğal bir salgın karşısında bu denli çaresiz kalmasını anlamakta zorlanıyorlar ve işin içinde başka bir şey arıyorlar.
- Sınıf devrimcilerinin süregiden pratik faaliyeti üzerine neler söylenebilir?
- Bu tür dönemlerin sistemin üstünü örten tülü çekip alan, düzen gerçekliğine dönük sorgulama ve tartışmaları güçlendirerek, rıza ve kabullenişleri parçalayan etkiler yarattığını söylemiştim.
Sorgulama ve tartışma sürecini derinleştirmek, emekçilerin sistem tarafından karşılanmayan-karşılanamayan yaşamsal taleplerinin somut mücadelelere dönüşmesi için etkin bir çaba ortaya koymak, kapitalizmin yol açtığı bu yıkım ve felaket tablosuna karşı sosyalizm alternatifini en geniş kitlelere taşımak, günün en somut görevidir. Sınıf devrimcileri olarak, salgına karşı mücadele kapsamında dikkate alınması gereken bazı önlemlerin kısıtlayıcı etkisine rağmen, bulunduğumuz her alanda sahip olduğumuz bütün zeminler üzerinden bu görevlere yoğunlaşmaya çalışıyoruz.
Salgın doğal olarak beklenmedik ve önden sonuçları konusunda tam bir açıklığa sahip olamadığımız bir gelişme oldu. Buna rağmen özellikle sektörel çalışmalarımız en başından itibaren sınıfsal ayrımları derinleştirmeyi esas alan bir çizgide anlamlı bir inisiyatif koyma başarısını gösterdiler.
Bu dönemde yaptığımız tartışmalarda bazı somut başlıklar üzerinde durduk ve yapılabilecekleri somutlamaya çalıştık. Tek tek fabrikalardaki çalışma koşullarına dönük talep ve istemlerin anlamı ve önemi, başta ulaşılabilir sağlık olmak üzere kamusal alanı kesen daha genel taleplere nasıl yaklaşılması gerektiği, siyasal iktidarın salgın ile mücadele adına demokratik hak ve özgürlükleri kısıtlayıcı uygulamalarına karşı tutum, sorunun süregiden krizle bağlantısının nasıl kurulması gerektiği, kapitalizmin teşhiri, sosyalist propaganda kapsamında yapılması gerekenler, salgın önlemlerine karşı tutumumuz, çalışmanın olası önlemleri ve koşullara uyarlanması için atılacak adımlar, söz konusu başlıkları oluşturuyordu. Bunlar değişik zeminler ve yayınlarımız üzerinden işlenmeye çalışıldı. Ama henüz faaliyet tablomuz üzerinden tam bir değerlendirme yapmak için erken.
- Faaliyete ilişkin hata ve eksiklikler konusunda neler söyleyebilirsiniz?
- Olağanüstü bir süreçten geçiyoruz. Bir takım hata ve eksikliklerin yaşanması son derece doğal. Ama şu ana kadar temelli bir hatadan söz edilemez. Kendi içinde küçük sayılabilecek bazı kaymalar yaşandı ve müdahalenin konusu oldu. “Çalışmama hakkı” üzerine yapılan propaganda bunun örneklerinden birisi. Sonuçta biz işçi sınıfının böyle bir hakkı bulunduğunu en geniş biçimde işleyebilir, bu hakkı anlatabiliriz; ama işçi sınıfını salgınla baş başa bırakan politikalara karşı gerçekleştirilecek eylemin niteliğini, bu yöndeki kendi çağrılarımızı şu veya bu yasal hakkın içine sıkıştıramayız.
Ya da ücretli izin talebinin ortaya konuluşunda yer yer daralmalar yaşanabildi. Bir yandan tek çözüm olarak izolasyondan bahsedilirken, öte yandan işçi sınıfının salgınla baş başa bırakıldığı koşullarda bu talep çok önemliydi ve hızla tüm emekçilere mal oldu. Biz de başarılı bir tarzda bu talebi çalışmamızın önemli saç ayaklarından biri haline getirdik. Ancak belli bir kayma bu konuda da yaşandı. Bu kendini, niyetimizden bağımsız olarak, salgına karşı işçi sınıfını korumak ile örgütlenip mücadele etmek arasındaki ilişkiyi ortaya koyuş tarzında zayıflık olarak gösterdi. Ama bunlar ve eklenebilecek bazı başka örnekler esasa ilişkin değildi ve müdahalelerle geride bırakıldı.
- Son olarak ne söylemek istersiniz?
Olağan olmayan bir süreçten geçiyoruz. Salgın tedbirlerinin kısıtlayıcı etkisine rağmen gerekli tedbirleri alarak faaliyetimizi sürdüreceğiz. Özellikle fabrika merkezli çalışmalarımızı daha da güçlendirmeyi hedefliyoruz.