Covid-19 ismiyle adlandırılan ve tüm dünyada pandemi ilan edilmesine sebep olan salgın kapitalizm için çok yönlü bir ayraç görevi görmüştür. Çünkü virüs dolayısıyla bir kez daha açığa çıktığı gibi, söz konusu olan kapitalizm ise, toplumların tüm zenginliği, toplum sağlığının değil kapitalin sağlığının emrindedir.
Durum böyle olunca, sokağa çıkamayan, sevdiklerine ulaşamayan, kapitalizmin “özgürlük” olarak pazarladığı eylemleri bile yerine getiremeyen (avm’ye gidememek, alışveriş yapamamak, sahillerde yürüyememek, sinemaya gidememek, popüler işletmelerde yiyip içememek, yani her anlamda tüketememek vb...) ama bantlarda, atölyelerde, inşaatlarda, tersanelerde, madenlerde yani hayatın her alanında üretime zorlanan işçiler tam da bunu sorgulamaya başlamışlardır.
Bu süreç ekonomik krizin daha da derinleşmesiyle birleştiğinde, sorgulamalar daha da derinleşip kolektifleşecek ve kapitalizm için çanlar daha güçlü çalmaya başlayacaktır.
Bunun içindir ki daha bugünden, geminin su aldığını gören kimi burjuva ideologlar yavaş yavaş kapitalizmi sorgulamaya başlamış ve “salgın sonrasındaki oluşacak toplum” üzerine tartışmak moda haline gelmiştir. Tabii ki bu tartışmalar kapitalizm sınırlarını aşabilmiş değildir. Ama salgın ile birleşen iktisadi kriz beraberinde toplumsal krizi de getirince, insanlık yine o kaçınılmaz tercih ile karşı karşıya kalacaktır: Ya barbarlık ya sosyalizm!
Sürecin başka türlü ilerlemesini beklemek ise burjuva iyimserlikten başka bir şey olmayacaktır. Bilim ve teknolojinin inanılmaz boyutlara eriştiği, dünyanın küresel bir köy olarak görüldüğü bugünkü gelişmişlik aşamasında, kapitalizm salgına çözüm bulamıyor, yayılmasının önüne geçemiyor. Bu durumda kitlelerin bu sistemi sorgulamaktan başka bir alternatifi kalmıyor. Kudretli kapitalizmin aslında çaresiz kapitalizm olduğu ayyuka çıkıyor.
Evet, kapitalizm çaresiz kalmıştır ve çaresiz kalmaktan başka şansı yoktur. Ama bu çaresizlik, tek başına toplumu yönetenlerin vasıfsızlığı ve beceriksizliğinden değil kapitalizmin kendisinden kaynaklanmaktadır. Çünkü kapitalizmde iktidar ölü emeğin, yani kapitalindir. Tüm toplum, kapitalin var olabilmesi, varlığını devam ettirebilmesi için vardır.
Kapitalin varlığı ise birikmesine, yani kar kitlesini büyütmesine bağlıdır. Kar ise işçilerin ürettiği ve patronların iktisadi olarak el koyduğu artı-emekten kaynaklanmaktadır. Bunun için üretim soluksuz bir şekilde devam etmeli, çarklar devamlı dönmeli, üretilen ürünler için pazar bulunmalıdır. Eğer bir ürünün üretiminden kar elde edilemiyor ise o üretim hemen durdurulmalı ve sermaye karlı alanlara yatırılmalıdır. Yani yine aynı veciz söze geliyoruz: Kapitalizm, gölgesini satamadığı ağacı keser!
Kapitalizmde üretilen ürünlerin hangi toplumsal ihtiyacı yanıtladığı, hangi sorunu çözdüğü ya da çözmeye yardımcı olduğu gibi insani sorular gereksiz ve anlamsızdır. Kapitalizmde tek bir soru vardır: Kar elde edilecek mi? Belki bir soru daha eklenebilir: Ürünler satılıp yatırdığım para ne zaman çoğalarak bana geri dönecek? Bilim insanları istedikleri kadar kansere çare bulsunlar, ilaç sektörü kanser tedavisinden milyarlarca dolar karlar elde ediyorken, bu tedavi uygulanmayacaktır. Çünkü kapitalizmde amaç toplum ve toplum sağlığı değil, kardır.
İşte bu nedenlerden dolayıdır ki, kapitalizm çaresiz kalmıştır. Aşının bulunmasının bir süre gerektirdiği ve aşı bulunmadan bu sürecin sonlandırılamayacağı bilimsel bir gerçek. Dolayısıyla neden aşı bulunmuyor diyerek sistem eleştirisi yapmak mantıklı değil. Ama tam da burada virüsün yayılması neden engellenemedi sorusunu sormak gerekiyor.
Zorunlu ihtiyaçların karşılanması dışında tüm toplumu karantina altına alarak salgının yayılmasının önüne geçersiniz. Bu, en az sayıda insan kaybederek sürecin sonlandırılmasını sağlar. Ama kapitalizm bunu yapamaz, çünkü;
1) Bunun yapılması demek, tüm toplumsal ihtiyaçları kolektif sermayenin karşılıksız bir şekilde yüklenmesi demektir ki, burjuvazi sermayesini kaybedeceğine birkaç milyon insanı kaybetmeyi tercih eder.
2) Kapitalizmin itici gücü rekabettir. Rekabet ise sektörel, ulusal ve küresel bazda yaşanmaktadır. Dolayısıyla, bu kararın ulusal değil küresel bazda alınması gerekir ki uygulanabilsin. Çin’de üretim devam ediyorken, ABD’de üretimin durması düşünülemez.
3) Kapitalist üretim anarşiktir bir yapıdadır. Alım ile satım arasındaki bağ kopmuştur. Bu anarşik yapıya son verip toplumsal üretimi planlamak, burjuvaziyi devre dışı bırakmayı gerektirir ki, sistem bunu kaldıramaz.
Toplumun karantinaya alınması, herkesin eve hapsedilmesi demek değil, pazar için üretimi bir tarafa bırakıp planlı bir üretimi gerçekleştirmek demektir. Çünkü üretimin devam etmesi yaşamsal bir zorunluluktur. Bunun olabilmesi için, kapitalizmin yıkılmasına ve sosyalizmin inşasına da gerek yoktur. Yapılması gereken çok basittir. Toplumun kendisini var edebilmesi için asgari ihtiyaçlar belirlenecek ve üretim planlanacaktır. Dünyayı küresel bir köye çevirmiş bir sistemin bunu teknik olarak yapabilmesinin hiçbir güçlüğü yoktur. Satmak, kar elde etmek için değil yaşamak için üretim planlaması yapılmalıdır. Tüm dünyada bir dizi önlem alınmalı ve planlı üretim hayata geçirilmelidir. Bunun için olmazsa olmaz ihtiyaçları belirlenmeli, bunun dışındaki üretim tesisleri kapatılmalı veya ihtiyaç duyulan ürünlerin üretimi için dönüştürülmelidir. Tüm toplum üretime katılmalı ve çalışma saatleri kısaltılmalıdır.
Kapitalizmde emeğin üretimdeki belirleyiciliği yerini makinelere ve teknolojiye bıraktıkça, emek üretkenliği artmış, bir işgününde üretilen meta sayısı çoğalmıştır. Ancak toplumun üretkenlik planında ulaştığı bu muazzam seviye, kapitalizmin mantığı gereği insanlığın refahı için kullanılamamaktadır. Oysa toplum için olmazsa olmaz ihtiyaçlar belirlenip toplumsal üretkenlik bunun için kullanılabilse, işgününü kısaltmak mümkün hale gelir.
İşgününün kısaltılması kapitalizmde gerçekleşebilir mi? Bu kapitalizmin varoluşuna terstir ve kapitalizmin çaresizliği tam da bundan kaynaklanmaktadır. Bu kadar zenginlik ve güce rağmen kapitalist sistemde bu yapılamaz. Yapılması demek sistemin iflası demektir. Sistem iflas edeceğine milyonların ölümünü tercih etmek kapitalizmin karakteridir. Kaldı ki ölenlerin önemli bir bölümü belli bir yaşa gelmiş, kronik hastalığı olan ve sistemin yük olarak gördüğü kişilerdir. Kapitalizm neden bu insanlar için kendi varlığını tehlikeye atsın ki?
İşte bu noktada kapitalizmin çaresizliğinin sınıfsal analizini yapmak gerekmektedir. Açıktır ki, sırça köşklerinde yaşayan asalak burjuvazi için çaresizlik söz konusu değildir. Salgın mı var gerekirse ada satın alırlar, hasta mı oldular hastaneyi kapatırlar. Aç kalmak, kira ödemek, borç ödemek gibi sorunları zaten yoktur. Elbette bu süreçte ekonomik zorluklar yaşayan kapitalistler de söz konusudur, ama bu da kapitalizmin doğasına uygundur.
Kapitalistler kriz ortamını fırsata dönüştürmek için de hamleler yapmaktadırlar. Birçoğu yeni yatırımlarını durdurmuş, nakdi sermayelerini, yaklaşan krizi fırsata çevirmek için altın ve dolara yatırmışlardır. Pandemi sürecini bahane ederek işçilerin haklarına saldırmış, maaşlarına, primlerine, yıllık izinlerine gözlerini dikmişlerdir.
Pandeminin de etkisiyle, üretimin daralan ölçekte gerçekleşmesi ve birçok çalışma alanının kapatılması dolayısıyla artan işsizlik sopa olarak kullanılmış, zaten kölece olan çalışma koşulları daha da kötüleştirilmiş, böylece karlılıklarını arttırmayı hedeflemişlerdir.
Bu sürecin yükü altında ezilen küçük burjuva katmanlar proleterleşme ile yüz yüze kalmışlardır. Dükkanları kapatılan ya da açık olsa da iş yapmayanlar avuçlarını burjuvaziye çevirmişlerdir. Burjuva devletin kendilerini kurtaracağı inancını hala da korumaktadırlar. Bekleyen krediler, kiralar, çalışanlarının ücretleri vb. nedeniyle çok zor durumdadırlar. Bu sürecin biraz daha uzayacak olması küçük burjuva katmanların proleterleşmesini hızlandıracaktır. Kısacası, bugün bir umut olarak açılan eller yarın sıkılmış yumruklara dönüşme potansiyelindedir.
İşçi sınıfı ise en büyük çaresizliğini yaşayan toplumsal sınıftır. Pandemi sürecinin tüm yükünü sırtlayan proletarya, buna rağmen sürecin en çok hak kaybeden sınıfı olmuştur. Çalışma saatleri uzamış, kalan hakları törpülenmiştir. Pandemi önlemlerinin tümünden muaf olan tek sınıf haline getirilmiştir. Öyle ki sokağa çıkma yasaklarında bile çalışmışlardır. İlk sokağa çıkma yasağının ilan edildiği gece insanlar telaşla marketlere koşarken, kapitalistlerin birçoğu işçi servislerini işçilerin evlerine göndermişlerdir. Amaçlanan, sokağa çıkma yasağı başlamadan işçileri fabrikaya sokmak ve hafta sonu çalıştırmaktır.
Hayatı üretenler, hazırlanan ekonomik paketlerinden kırıntılara mahkum edilmişlerdir. 65 yaş üstü insanlara sokağa çıkma yasakları uygulanırken, onlarla aynı evi paylaşanlar çalışmaya devam etmişlerdir. Bakmaları gereken çocuklarından dolayı çıkmaza giren işçiler ya izinlerini kullanmış ya da işlerini bırakmak zorunda kalmışlardır. Ücretsiz izin uygulamasıyla açlık sınırının altında yaşamaya mahkum edilmişlerdir. Çalışmaktan kaçınma hakkını kullanmak isteyenler işten çıkartılmış, baskı ve mobinge uğramış, hatta Akar Tekstil örneğinde olduğu gibi sopalar ile dövülerek üretime zorlanmıştır. Home Office çalışma sistemiyle mesai kavramı ortadan kaldırılmış, tatil günlerinde dahi çalışma sürmüştür.
Pandemi önlemi olarak işçiler üretim alanlarına girmeden ateş ölçümü yapılmış, yemekhanelerde sandalye sayıları azaltılmış, ekmek, su, tuz, karabiber vb. tek kullanımlık paketler ile servis edilmiş, dört kişilik masalarda iki kişi oturtulmuş, ama bantlarda önlem alınmamış, işçiler üretime kaldıkları yerden devam ettirilmiştir.
Aşı bulunmadığı takdirde virüse yenilmemek, bağışıklık sisteminin güçlü olmasına bağlıdır. Bunun için de beslenme çok önemli bir etkendir. Ama asgari ücret, sağlıklı beslenmek bir yana beslenmek için bile yetersizdir. Bu nedenle işçiler fazla mesai yapmakta, bu da dinlenme sürelerini kısaltmaktadır. Fazla mesai ücretlerinin eklenmiş hali dahil insanca yaşamaya yetmeyeceği için sağlıklı beslenemeyen ve daha az dinlenebilen işçilerin, hastalığa yakalanma ve hastalığı daha şiddetli yaşama riski daha da artmıştır.
Ailesinden birinin testi pozitif çıkan ya da şüpheli olanlar karantinaya alınırken, bu kişilerin bu dönem çalışmaları imkânsız hale getirilmiş ve açlığa mahkûm edilmişlerdir. Kronik rahatsızlığı olan işçilere ise telafi çalışması dayatmaları başlamıştır. Toplu taşımalarda yolcu sayıları kapasitenin yarısına düşürülürken, kapitalistlerin maliyetlerinin artmaması için sınırlama işçi servislerinde uygulanmamıştır, vb...
***
İşçi sınıfının karşı karşıya bırakıldığı ikilem bugün çok daha görünür bir hale gelmiştir. Ya açlıktan öleceksin ya da hastalıktan! Bu kadar baskı, işsizlik tehdidi, aç kalma tehdidi, salgın hastalığa yakalanma tehditi vb., elbette karşılığını yaratacak ve işçi sınıfı kurtuluş arayışına girecektir. Çünkü salgın kapitalizmin refah dönemine denk gelmemiş, krizin ortasında patlak vermiştir. Ve kriz dönemlerinde en küçük bir hak talebi uğruna mücadele dahi siyasallaşmaya yol açmaktadır. Zira, kar oranlarının düştüğü, üretimin daraldığı ve rekabetin keskinleştiği kriz dönemlerinde burjuvazi taviz verememektedir.
Kriz derinleştikçe, işsizlik ve pandemi kıskacı altında emekçilerin yaşamlarını sürdürmeleri zorlaştıkça, talepleri de artacaktır. Bu süreç işçi sınıfı kavgaya sürüklemektedir. Zira kavga etmeden hiçbir şeyi değiştirmek mümkün değildir. O halde işçi sınıfının bu kavgaya hazırlanması gerekmektedir.