Salgın sürecinde, her zamanki gibi işçi ve emekçilerin bedel ödediğine ve aç kalma korkusu ile ölüme zorlandığına tanıklık ediyoruz.
Vahşi kapitalistler krizleri yasalarla ve yasaklarla fırsata çevirmiş, biz işçileri esir almış durumdalar.
Açlık ve ölüm arasına sıkıştırılmış işçi sınıfını yalnız ve çaresiz bırakan sendika ağaları ise sessizliğini korumaktadır. Düzenle ters düşmek istememeleri ve bulundukları konumu korumak adına içi boş şekilde yer yer konuşma yapmakta ve gelişmeler karşısında alternatif üretmeyerek işçiyi ölüme zorlamaktalar. Bir yandan düzenin rahatını korumaya çalışıyorlar diğer yandan ölen işçiler üzerinden politik konuşmalarla üç maymunu oynuyorlar.
Tüm bu baskı ve yalnızlık içerisinde işçi ölümle açlık arasında sıkışıp kalmıştır. Virüs dünyada birçok düzeni alt üst ederken belirleyici olan bu dönemde sınıfın bilinci ve iradesini ortaya koyma cesaretini göstermesi olacaktır. Unutmayın ki dünya kapitalizmi emekçilerin teriyle ve kanıyla besleniyor.
Türkiye’de ise iktidarın son yıllarda yaptığı yasalarla var olan sömürü zincirleri daha da kalınlaştı. Ülkeyi tam bir köle pazarı haline getirdiler.
Tam da bu zamanda proletaryanın toplumsal mücadelede baş rolü alması ve aydınlığa giden yolda sert ve kararlı biçimde mücadele etmesi gerekmektedir. Sistemin yaratmış olduğu suni ayrımcılığa karşı, aslolanın sınıf mücadelesi olduğunu tüm ezilen kesime anlatmalıdır.
İbrahim Kaypakkaya’nın da dediği gibi: “Sünnilik, Alevilik, Kürtlük, Türklük diye ayrım yapmak yanlıştır. Bu kavga yoksul zengin kavgasıdır. Kimden olursa olsun bütün yoksulların birleşmesi şarttır.”
Bir HT Solar işçisi