“Eğer bizi asarak, haksızlığa uğrayan tahakküm altındaki milyonların, sefalet içinde ölesiye çalışan ve kurtuluşu arzulayan milyonların bu hareketini, işçi hareketini yok edebileceğinizi, ezebileceğinizi umuyorsanız -eğer düşünceniz buysa, o zaman asın bizi! Burada bir kıvılcımı ezeceksiniz, ama şurada, burada veya orada, arkanızda, önünüzde, her yerde alevler yükseliyor. Bu gizli bir ateş. Bunu asla söndüremezsiniz!”
Böyle demişti bir işçi önderi olan August Spies, idam edilmeden hemen önce. Bu bir meydan okumaydı, kurulan darağaçlarıyla 1 Mayıs düşüncesini yok edebileceklerini düşünen egemenlere karşı. Bu sözler 1 Mayıs ile sınıf mücadelesinin özdeşleştiği gerçeğini anlatıyordu. Nitekim, sınıf çatışmasının, baskının, sömürünün, yoksulluğun ve açlığın olduğu her yerde direnenler ve direnenlerin 1 Mayıs'ı hep var oldu. Onyıllar önce söylenen bu söz, hala yankılanmaya devam ediyor. Ne yaparsanız yapın, “Bu gizli bir ateş. Bunu asla söndüremezsiniz!”
1 Mayıs işçi sınıfı için bir kavga çağrısıdır. Sermaye düzeninin efendileri için ise kaçınılmaz sonlarını hatırlatan bir kabustur. Zira bugün çıkarları birbirine karşıt iki dünyanın, uzlaşması mümkün olmayan iki sınıfın karşı karşıya geldiği bir gündür. Onyıllar önce işçi önderlerini asarak burjuvazinin engellemeye çalıştığı da gerçekte budur. Onları 1 Mayıslar üzerinden korkutan, iler sürülen talepler değil, işçi sınıfının sermayenin sonunu getirecek mücadelelerinin büyümesi olmuştur.
Bunun içindir ki Türkiye'de de 1 Mayıs yok sayılmaya çalışılmış, engellenmek istenmiş, içeriğinin saptırılması çabalarına konu edilmiştir. Ama her fırsatta sınıf mücadelesinin temel bir gündemi olarak öne çıkmıştır. İşçi sınıfı ve emekçi kitlelerin mücadele iradesi her 1 Mayıs'ta ortaya konulmuş; kimi zaman kitle katliamlarıyla, kimi zaman kaba baskı ve yasaklarla, kimi zaman da politik saldırılarla egemenlerin hedefi olmuştur.
Salgın günlerinde karşıladığımız 1 Mayıs, bu yılın özgün yanlarıyla beraber yine sınıf mücadelesinin bir yansıması olarak hayat bulmuştur. AKP gericiliğinin yasak ve engelleme çabaları ilerici devrimci güçlerin ve öncü işçilerin inisiyatifi ile önemli ölçüde boşa düşürülmüş, tüm sınırlı yanlarına rağmen 1 Mayıs ülkenin dört bir yanında gündemleşmiştir.
Ancak 1 Mayıs mücadelesi bununla sınırlı değildir. İki dünya 1 Mayıs vesilesiyle her alanda karşı karşıya gelmekte, buna uygun tutumların ifade edildiği bir gün olarak yaşanmaktadır. İşçi sınıfı açısından olduğu kadar, kapitalistler ve onların koltuk değnekliğini yapan sendikal bürokrasi cephesi için de geçerlidir bu. 1 Mayıs vesilesiyle ortaya konulan yaklaşımlar ve pratik çabalar, sınıf mücadelesinde neyi temsil ettiklerinin de göstergesidir.
1 Mayıs'ta, biri AKP şefi Erdoğan, diğeri büyük sermayenin temsilcisi TÜSİAD adına iki '“kutlama mesajı” yayınlandı. Erdoğan'ın mesajının büyük bir bölümü yine yalan ve demagoji üzerine oturuyordu. TÜSİAD adına yapılan kısa açıklama ise, burjuva sınıf tutumunun özlü bir ifadesiydi. TÜSİAD’ın açıklamasında, “Çağdaş bir demokrasi ve müreffeh bir toplum” güzellemeleri eşliğinde “çağdaş bir iş hayatının'” vazgeçilmezleri sıralanıyordu. Ardından, salgın gibi bir kriz döneminde, ''istihdamın korunmasına ve başta sağlık olmak üzere temel gerekliliklerin karşılanmasına odaklanan kamu ve özel sektör yaklaşımı krizle mücadelenin en önemli boyutudur” vurguları yapılıyordu. AKP'nin “istihdamı koruma” adı altında hayata geçirdiği kölece çalışma hükümlerinin yanı sıra, sermayenin talanına açılan fonlar gerçeği düşünüldüğünde, bu “en önemli boyut” daha rahat anlaşılıyor.
Her iki açıklama da laf kalabalığı arasında ortak yaklaşımları ortaya koyuyor:
''Göreve geldiğimiz günden bu yana hak arayışının uzlaşma zemininde sürdürülmesi gerektiğine inandık, emek konusunda adaletin tesisi için mücadele ettik.” (Erdoğan'ın açıklamasından…)
''İnsan odaklı yaklaşımın, sürdürülebilirlik bakış açısının ve dijital dönüşümün öneminin tekrar ortaya çıktığı bu süreçte sosyal diyaloğu canlı tutmak ve işlerin geleceğine hazırlık, daha iyi bir çalışma ortamına ulaşmayı kolaylaştıracaktır.” (TÜSİAD’ın açıklamasından…)
1 Mayıs vesilesiyle topluma ve elbette işçi sınıfına “uzlaşma” ve “diyalog” öneriliyor. Sınıf çatışmalarının geride kaldığı “çağdaş” bir toplumda yaşadığımız, hepimizin “aynı gemide” olduğu safsataları bir kez daha ifade ediliyor.
Bu bilinçli bir sınıf tutumu. Zira, derinleşen kriz koşullarının üzerine salgının ağırlığının çökmesiyle oluşan tablo ortada. İşçi sınıfı ve emekçilere çıkartılan fatura her geçen gün büyüyor. Çalışma ve yaşam koşullarının mayaladığı bir zeminde, ekonomik, sosyal, siyasal saldırılara karşı yaşanabilecek hareketliliklerin önüne geçmek, iktidarlarını korumak için, sistemin efendilerinin en önemli silahı bilinçleri bulandırmak. 1 Mayıs vesilesiyle incelikli olarak yapılmaya çalışılan budur.
“Diyalog yoluyla çözüm” ya da sınıf mücadelelerinin bittiği yaygaraları yeni değil. Dünyayı ve insanlığı yıkıma sürükleyenler, uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarının üzerini örtmek için bunu her vesileyle kullanıyorlar. Oysa salgın vesilesiyle kapitalizmin tükenmişliği ve egemenlerin katı sınıf tutumu bir kez daha gözler önüne serilmiş bulunuyor. Buna rağmen ısrarla tekrarlamaktan geri durmuyorlar.
Bunun sınıf içindeki yansıması ise, adeta tekerleme haline getirilen “uzlaşma” ve “diyalog'' sendikacılığıdır. Kimisi kendisine '”çağdaş sendikacılık” nitelemesinin daha uygun bulsa da, hepsi de TÜSİAD'ın kısa 1 Mayıs açıklamasında yankısını bulan dünyanın içindedirler. Aldıkları tutumlara, salgın karşısındaki pratiklerine ya da sendikalar cephesinden ortaya çıkan 1 Mayıs tablosuna bakıldığında, “uzlaşma ve diyalog'” politikasının taşıyıcıları kolaylıkla görülecektir.
Burjuvazinin gerici politikalarına ve bu politikanın sınıf içindeki yansımalarına karşı devrimci sınıf politikası ve çatışması yaşamda tek alternatif olmaya devam ediyor. Dün olduğu gibi bugün de, her alanda ve 1 Mayıs'ta...