Yağma, talan, hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet gibi kirli işler, AKP-MHP iktidarının olağan icraatları olarak vuku buluyor. Gerici-faşist iktidar hem karşısında ciddi bir muhalefet bulunmamasının hem de iktidarda olmanın verdiği güçle gün geçtikçe daha çok pervasızlaşıyor, kirli icraatlarını pişkince savunmakta tüm ölçüleri altüst ediyor.
Çoktandır her yeni gün AKP iktidarının skandal bir olayıyla başlıyor. Bütün kamu kaynaklarının içinin boşaltıldığı, AKP şefinin her şeyi kendisine bağladığı, birçok kamu kurumunun aile şirketi gibi işletildiği gibi olgular, artık haber değeri taşımayacak denli sıradanlaşmıştır. Bunun örneklerinden biri de Merkez Bankası rezervlerinin iç edilmiş olmasıdır.
Merkez Bankası’nın işçi ve emekçilerin ürettiği servetin bir parçası olan 128 milyar dolarlık rezervinin sıra kadem bastığı aylardır bilindiği halde pek de üzerinde durulmuyordu. Nihayet geçtiğimiz günlerde düzen muhalefeti tarafından, “Merkez Bankası’ndaki 128 milyar dolarlık rezervin AKP-MHP rejimi tarafından nereye harcandığı” sorusu yeniden gündeme taşındı. CHP, Merkez Bankası’nın yaklaşık 128 milyar dolarlık rezervinin neden satıldığının, kimlerin bundan kazanç sağladığının ve oluşan kamu zararının boyutunun ortaya çıkarılması için TBMM’de araştırma komisyonu kurulmasını istedi. Meclis’e sunulan CHP önergesinde, “Türkiye; yüksek enflasyon, yüksek faiz, 10 milyondan fazla işsiz, değeri yerlerde sürünen TL, çöp seviyesinde kredi notu, 1,9 trilyon liralık kamu borcu, 420 milyar dolarlık dış borç, 245 milyar liralık bütçe açığı ile baş başa kalmıştır” denilerek, gerici-faşist iktidarının ülkeyi nasıl bir karanlığa sürüklediği de gözler önüne serildi.
Düzen muhalefeti, işlenen suçları sadece basın toplantılarında teşhir etmekle, Meclis’e önerge olarak sunmak dışında bir şey yapmamakla aslında havanda su dövüp duruyor. İktidarın iyice kabarıklaşan suç dosyalarına karşı kitleleri harekete geçirecek politikalardan bilinçli olarak kaçınıyor. Dolayısıyla muhalefetin çıkarttığı cılız sesler gerici-faşist iktidar tarafından genelde kayda bile alınmıyor. Örneğin AKP şefi Erdoğan, düzen muhalefeti tarafından sorulan soruları genellikle kulak arkası ederek, cevapsız bırakmayı tercih ediyor. Fakat 128 milyar doların akıbeti hakkındaki sorular canını sıkmış olmalı ki bu kez cevaplama ihtiyacı hissetti. “Salgın bahanesiyle yeni bir finansal dalgalanma oluşturmak isteyenlere, elimizdeki tüm araçları kullanarak fırsat vermedik” diyerek, salgını bir örtü olarak kullanmaya ve 128 milyar doları kendi çıkar ve hesapları için yağmaladığını gizlemeye çalıştı.
AKP’nin karakteristik özelliği yağma ve talandır
Sermayenin çıkarları doğrultusunda hareket eden gerici-faşist iktidar, bir dizi uygulama ile hem kamu kaynakları ve kurumlarını yağmalamakta hem de halkı sürekli yoksullaştırmaktadır. 2002’den bu yana neoliberal politikaların uygulayıcısı olan AKP iktidarı, özelleştirmelere hız kesmeden devam etmiş ve geride kalan ne kadar kamu kurumu varsa hemen hepsini sermayeye peşkeş çekmiştir. Satacak bir şey kalmadığında da devlet destekli uçuk projeler devreye sokmuş, olmayan adalar yaratılmış, kimsenin geçmeyeceği köprüler-otoyollar inşa etmiş, “mega-dev-çılgın” işler yapmıştır. Yandaşların etkin olduğu inşaat sektörü büyümenin motor gücü olarak belirlenmiştir. Cengiz, Kolin, Limak, Kalyon vb. gibi yandaş firmaların kasaları enerji ihaleleriyle, inşaat projeleriyle hızla doldurulmuştur. Yeşil alanlar ve devletin koruması altındaki Hazine arazileri imara açılmıştır. Böylelikle sermayeye doğanın sınırsız talanı fırsatı adeta altın tepside sunulmuştur.
Yağma düzenini yıkmak işçi ve emekçilerin ellerinde!
İşçi ve emekçilerin yaşam koşulları her gün daha da kötüye gittiği, emekçiler açlık ve yoksulluk girdabında yaşam mücadelesi verdikleri halde sermayenin vurucu gücü gerici-faşist iktidarın gözü bir türlü doymak bilmemektedir. İşçi ve emekçilerin aldığı üç kuruşluk ücrete dahi göz dikmekte, emekçilerin hakkı olan paraları bin bir türlü oyunla gasp etmekte ve bu şekilde dolan kasaları yağmaya açmaktadır. Başta işsizlik fonu olmak üzere, işçiler için harcanması beklenen bütün fonlar, gerici-faşist iktidar tarafından gasp edilmekte ve kapitalistlerin yağmasına sunulmaktadır.
Bu yağma ve talan düzeninde bir avuç azınlık servetine servet katarken, bu serveti yaratan işçi ve emekçiler gün geçtikçe daha da yoksullaşmakta, açlığa, işsizliğe, sefalete mahkum edilmektedirler. Emekçilerin ürettiği servetin bir parçası olan 128 milyar doları pervasızca harcayanlar, aymazlıkta sınır tanımazken, yüzsüzlükle ekranlara çıkıp konuşma cesareti bulabilmektedirler.
Bakıldığında rejime karşı hemen hemen her kesimden tepkiler yükseldiği, hiç kimsenin bu yaşananlara kayıtsız kalamadığı görülmektedir. Fakat düzen muhalefetinin rejimden hesap sormak için adres olarak seçimleri göstermesi, kitleyi pasif bir bekleyişe sürüklemektedir. Oysa faşist baskı ve zorbalıkta, yağma ve talanda gemi azıya alan sermaye iktidarını durdurmanın tek yolu, işçi ve emekçilerin örgütlü militan mücadelesidir. Dolayısıyla, düzen muhalefetinin ve reformizmin rejim karşısındaki pasif ve korkak tutumunu bir an önce aşmak; birleşik, kitlesel, militan mücadeleye atılmak, başta işçi sınıfı olmak üzere toplumsal mücadele dinamiklerinin önündeki en önemli sorumluluktur.