Yine bir orta oyunu ile asgari ücret “tespit” edildi. Çeşitli taraflar asgari ücret açıklanmadan ve açıklandıktan sonra temenni ve eleştirilerini belirtmiş oldular. Sermayenin çıkarlarını korumakla yükümlü komisyon gerekeni yaptı. Süreç algı operasyonları ve bazı gerçekleri unutturma seanslarıyla tamamlandı.
Asgari ücret toplantıları öncesinde başlayan algı operasyonu ölümü göstererek açlığa mahkûm etme hedefiyle yürütüldü. Sermaye ile siyasi iktidarın yürüttüğü, medyanın da başat rol oynadığı bu operasyonun belli bir başarı elde ettiği söylenebilir. Medya bir ayı aşkın bir süre boyunca asgari ücretin 2600-2700 TL civarı olacağını ifade ederek, bu rakamların ötesinde zam yapılmayacağı algısı oluşturdu. Asgari ücretin 2825 TL (ki bu kadarda değil) olarak açıklanması ile birlikte işçi ve emekçilerde oluşan beklentinin üzerindeki rakam kısmi bir tepkisizlik ya da kontrol altına alınmış bir tepki ile karşılandı. Bu operasyon olmasaydı, iktidara ve sendikal bürokrasiye karşı daha ciddi bir tepkinin gelişebileceğini biliyorlardı. Her şey “beklentinin üzerinde zam yaptık” görüntüsü oluşturmak içindi ve sağladıkları başarı bugün için tepkinin söylem düzeyinde kalmasını sağladı.
Yalanlar ve gerçekler
Asgari ücretle amaçlanan, kapitalistlerin emekçilere belirlenen sınırın altında bir ücret vermesini engellemektir. Daha niteliksiz işler yapan bir azınlığın alabileceği ücret miktarı olarak uygulamaya sokulmuştur. Ancak bugün Türkiye’de asgari ücret sendikalı-sendikasız geniş bir çoğunluğun aldığı ücret haline getirilmiştir. Ücretler artık sermayenin doğrudan ve dolaylı temsilcilerinden oluşan bir komisyon tarafından alt sınırda eşitlenmektedir.
Asgari ücretle ilgili algı operasyonları yukardakilerle de sınırlı değildir. AGİ (Asgari Geçim İndirimi) ve “devlet” katkısı yıllardır asgari ücretin bir parçası olarak sunulmaktadır. Medyadan düzen siyasetinin önemli bir kesimine ve sendikalara kadar iktidarın söylemine uygun açıklamalar, bunun belli bir karşılık bulduğunu göstermektedir. AGİ’yi asgari ücretin parçası gören ve devlet katkısı adı altında işsizlik fonundan sermayedarlara sunulan ücret desteğini olağanlaştıran tutumlar yaygınlık kazanmaktadır.
AGİ, işçi ve emekçilerden alınan vergilerin bir kısmının iade edilmesi demektir. Güzellemelerle sunulan “devlet” desteği ise işçi ve emekçiler için kullanılması gereken fakat amaç dışı kullanılan, özellikle sermayeye peşkeş çekilen işsizlik fonunun yağması anlamına gelmektedir. Yani işçilerden çalınanların bir kısmı birilerinin lütfu olarak işçilere sunulmaktadır.
Asgari ücretin parçası olarak görülen kalemlere ilişkin bilgilendirici faaliyetler asgari ücret gerçeğinin anlaşılması bakımından önemlidir. Emekten yana güçler bu gerçekler üzerinde durmalı, sermayenin ve iktidarın, sınıfın algılarıyla oynayarak azgın sömürü koşullarını nasıl dayattığını göstermelidirler. Sınıfın kazanılmış haklarını korumak ve mücadele etme bilincini geliştirmek açısından bu önemlidir.
Bugün işçi ve emekçilerin geniş bir kesiminde “Ben AGİ vb. bilmem, cebime girene bakarım” algısı oluşmuştur. İşçi ve emekçilerin çıkarlarını koruduğunu iddia eden bir dizi kurum da sınıfın geri bilinci üzerinden söylem geliştirmektedir. Bu tutum sınıf mücadelesinin birikim ve kazanımlarına yabancılığı getirmektedir. İşsizlik fonu üzerinden yapılan 75 TL’lik “katkı”yı hemen hiçbir sendika ve kurum dillendirmiyor. Gerekçe olarak ise “bu katkı maaş bordosunda ayrı bir kalem olarak yer almıyor. Sigortaya esas kazançtan gözüküyor” gibi argümanlar kullanıyorlar. Sermaye adına iktidar bunu böyle gösterse de, önemli olan 75 TL’nin işsizlik fonundan karşılanıyor olmasıdır. Yani işçilere işsiz kaldıklarında kaynak sağlamak üzere oluşturulmuş bir fonun patronların kasasına aktarılmasıdır. Bu gerçeği ifşa etmemek, işsizlik sigortası fonunun sermayeye kaynak yaratma fonuna dönüştürülmesine sessiz kalmak anlamına geliyor.
Bir dizi sendika düne kadar işsizlik sigortası fonunun yağmalanmasına tepki gösteriyordu. Pandemiyle birlikte DİSK de masum görünen formüllerle işsizlik sigortasının yağmalanmasını isteyenler furyasına katıldı. Salgın-kriz döneminde işçilerin çıkarını gözetme adına sergilenen bu tutum sınıfın değil sermayenin çıkarlarına hizmet etmektedir. Salgın başladığında işçi ve emekçilerin alınacak önlemlerden dolayı karşı karşıya kalacakları kaybın işsizlik sigortasından karşılanmasını talep etmişlerdi. Gelinen aşamada ise asgari ücrete işsizlik sigortası fonundan aktarılan payı destekleme, hatta bazı sendikalar nezdinde artırılması talebini yükseltme biçimini almış bulunuyor. Bu ifadeler salgın-kriz döneminde sermayeyi “koruma”, azgın sömürüsünün meşru görülmesine hizmet anlamına geliyor.
Sayısız uzmanı olan sendikaların bu politikaların ne ifade ettiğini bilmemesi söz konusu değildir. Aksine bu bilinçli bir tutumun ifadesidir. Sınıfın fiili-meşru mücadelesini büyütmek gibi bir sorunları olmayanlar artık söylemde dahi dün ortaya koydukları gerçekleri bir kenara bırakmaktadırlar.
Asgari ücret “işçi sınıfının en büyük toplu sözleşmesi” mi?
Sıkça dillendirilen bir söylem de asgari ücretin “işçi sınıfının en büyük toplu sözleşmesi” olduğudur. Bu söylem toplu sözleşme kavramının içini boşaltmaktan başka bir şey ifade etmemektedir.
Kamu emekçilerinin sendikal örgütlenme hakkının tanınmasından sonra “toplu sözleşme” adı altında ücret görüşmeleri yapılmaya başlanmış ama grev vb. hakları yasal olarak tanınmamıştır. KESK ve ilerici kamu emekçileri haklı olarak, yapılan toplu sözleşme değildir, toplu sözleşme ancak grev hakkıyla mümkündür demişlerdir.
Grev hakkı bir yana, masada gerçek manada bir temsiliyet de sözkonusu değildir. İşçilerin temsil edilmediği, yasal grev hakkının olmadığı bir masada toplu sözleşme olmaz. Toplu sözleşme demek grev hakkına sahip olmak demektir. Asgari ücret sürecini “Türkiye’nin en büyük toplu sözleşmesi”ne dönüştürmek ancak, asgari ücret sürecinde işçilerin taleplerini yükseltmek, karşılanmadığı durumda fabrikalarda önden hazırlığı yapılmış fiili grevleri gerçekleştirmekle mümkün olabilir. Ötesi kavramların içini boşaltmaktan başka bir şey değildir.
İnsanca yaşamaya yeten ücret için mücadeleye!
Asgari ücretin belirlenmiş olması her şeyin bittiği anlamına gelmiyor. Birçok fabrikada Ocak zamları konuşulmaya başlandı. İşçi ve emekçilerin önemli bir kesimi asgari ücretin üzerinde bir zam için bireysel ya da toplu olarak fabrika yönetimlerinin karşısına çıkıyorlar. Zam dönemlerinde sermayedarlar ve uşakları işçilerin insanca yaşamaya yeten ücret mücadelesini engellemek için çeşitli oyunlar oynuyorlar. Azınlık bir grubun ücretine biraz daha fazla zam yaparak işçileri parçalıyor, daha yüksek ücret alan işçileri diğer işçilerin mücadelesinin önünü kesmek için kullanıyorlar.
Bu tür oyunlara karşı durmak, “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” bakışıyla bir sınıf olarak hareket etmeyi örgütlemek öncü-ilerici işçilerin önündeki görevdir. Kapitalistlerin hazırlıklarını sürdürdüğü bu süreçte öncü-ilerici işçiler de sınıflarının çıkarları doğrultusunda talepler belirleyerek hazırlıklarını yapmalı ve mücadeleyi büyütmelidirler. Şubat ayı ortalarına kadar sürecek olan ücret tartışmalarını sınıfın çıkarlarına ve örgütlülüğüne güç katacak biçimde değerlendirmelidirler.