Hiroşima'nın 77. yılında…

Emperyalizm, silahlanma ve savaş

Yeni bir dünya savaşı -ki bu bir nükleer savaştır- durumunda bunun insanlıktan öte gezegen üzerindeki tüm canlı yaşam için varoluşsal sonuçları olacaktır. Savaşı emperyalistler için bir imkan olmaktan çıkarıp bir batağa dönüştürecek biricik şey ise, dünya işçi sınıfı ve halkların örgütlü birleşik mücadelesidir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 18 Ağustos 2022
  • 08:00

İnsanlık, 77 yıl önce, İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda 6 Ağustos’ta Hiroşima’ya, 9 Ağustos’ta Nagazaki’ye atılan atom bombalarıyla tarihinin en büyük kitlesel kırım silahıyla tanıştı. ABD emperyalizminin nükleer saldırısı yüz binlerce kişinin ölümüne ve on yıllar boyu tüm nüfusun radyasyondan etkilenmesine yol açtı. İnsanlığın tanık olduğu ilk nükleer dehşetin etkisiyle büyük insan kırımı yaşanırken, kentler de tam olarak yıkıma uğradı. Emperyalizm, kirli çıkarları uğruna şiddete ve savaşa dayalı olan doğasını, insanlığa karşı en acımasız şekilde göstermiş oldu. Hiroşima ve Nagazaki, kapitalist-emperyalist sistemin kendi bunalımlarını şiddet ve savaşa başvurarak çözme yoluna gideceğinin ilk barbarca örneği olmadığı gibi son örneği de olmadı.

Kapitalizm şimdi de içinde bulunduğu bunalımdan çıkmak için çırpınmakta ve bunalımdan çıkmanın yollarından biri olan savaşlara doğru dolu dizgin ilerlemektedir. Bunun için de emperyalistler kendilerini tepeden tırnağa kadar nükleer silahlarla donatarak dünyamızı bir nükleer silah cephaneliğine çevirmiş bulunmaktadırlar. Bu silahların tahrip gücünün Hiroşima’ya atılan bombaların 400 bin katı kadar olduğu söylenmektedir. Dolaysıyla bu silahlar, gezegenimiz üzerindeki canlı yaşamı yok edecek güçtedir. Hiroşima ve Nagazaki’den 77 yıl sonra, yeni bir dünya savaşı tehlikesi ve nükleer tehdit ile bir kez daha karşı karşıyayız. 

Olası bir dünya savaşına hali hazırda zemin döşeyen en temel mesele ise, ABD’nin çözülen hegemonyasını yeniden tesis etmek uğruna izlediği kışkırtıcı, saldırgan ve savaşçı politikalardır. Rakipleri karşısında üstünlük sağlama, özellikle de Çin ve Rusya’nın kuşatılması ve dizginlenmesi çabasıdır. Ukrayna üzerinde yaptığını şimdi de Tayvan üzerinde denemekte, Çin’e karşı ardı arkası gelmeyen provokasyonlar tezgahlamaktadır. Çünkü ABD ve NATO’ya göre Çin ve Rusya şu anda dünya güvenliği için en büyük tehdidi oluşturuyor. Dolayısıyla hegemonya mücadelesinin merkezinde bulunuyor.

Bu aynı şey, AB’nin omurgasını oluşturan Alman emperyalizmi için de böyledir. SPD, FDP ve Yeşiller’den oluşan Alman hükümetin dışişler bakanı ve Yeşiller’in eş başkanı Annalena Baerbock, “Gelecekte küresel siyasetin ikilemleriyle yüzleşecek aktif bir Alman dış politikası izleyeceğiz…” açıklamasını yapmış, silahlanma ve saldırgan bir dış politika izleyeceğini duyurmuştu. Baerbock, silahlanmanın öncelikle Moskova ve Pekin’e yönelik olduğunu söylemiş ve Rusya’nın “daha tehditkar hale geldi”ğini iddia etmişti.

Devrimler olmaksızın…

Lenin, “bir dizi başarılı devrim” olmaksızın “…Bu savaşı, kaçınılmaz olarak başka bir emperyalist savaş izleyecektir” demişti. Öngörü ve uyarısının olayların sınavından geçerek doğrulandığını biliyoruz. Lenin’in öngörüsü gerçek oldu. “Silahlardan, şiddetten ve savaşlardan arınmış bir dünya” masalının yalan olduğu kanıtlandı. TKİP Programı’nda vurgulandığı gibi:

“Emperyalist tekeller arasında dünya ölçüsünde süren kıyasıya rekabet, büyük emperyalist devletler arasında pazarlar, hammadde kaynakları, kârlı yatırım alanları ve genel olarak nüfuz alanları uğruna şiddetli mücadele biçimini aldı. Eşitsiz gelişmenin şiddetlendirdiği bu mücadele, görülmemiş boyutlara varan militarizmin ve dünya egemenliği uğruna verilen emperyalist savaşların kaynağı haline geldi.”

Tarihin durmayan çarkları son yıllarda daha hızlı dönmeye başladı ve başka şeylerin yanı sıra yeni bir dünya savaşını da gerçek bir tehdit ve tehlike haline getirdi. Emperyalist şefler de bu gerçeği, “Dünyadaki mevcut gerilimle yeni bir dünya savaşı olasılığının yadsınamayacağı”, “gerçek bir 3. Dünya Savaşı tehlikesi olduğu” biçiminde ifade ediyorlar. “Şu anda dünya endişe içerisinde ve belirsiz bir gidişatta yaşıyoruz” diyen şefler, “küresel rekabetin oldukça yüksek” ve sahip olduğumuz “riskin oldukça büyük olduğuna” dikkat çekiyorlar. “Bunun yanında her geçen gün artan tansiyon da yanlış hesaplamalar ve planlar yapmamıza zemin hazırlıyor. Bu durum yeni bir dünya savaşı riskini de artırıyor” demektedirler. “3. Dünya Savaşı” ve “nükleer tehdit”, artık nesnel bir tehlike. Barış sahtekârlığı eşliğinde, tüm savaşların en korkuncunun yaşanabileceği bir savaşlar dönemi içindeyiz. 

Dünyanın en önde gelen emperyalist güçlerin “dünya barışı”, “dünya düzeni ve istikrar” gibi yalana dayalı politikaları, derinleşen krizleri ve tırmanan gerilimleri, şimdilik tavizler ve anlaşmalar yoluyla “düzelterek” kapışmayı uygun zamana ertelemek ve felaketi “geciktirmeye” yönelik girişimlerdir. Özellikle de ABD, dünya egemenliğini sürdürmek için her türlü bahaneyi ve gelişmeyi kullanarak uluslararası ilişkileri sürekli germekte ve yeni bir paylaşım savaşını kışkırtmaktadır. Dolayısıyla büyük emperyalist güçler arasındaki mücadele, sonuçta savaşa başvurmayı kaçınılmaz hale getirecek yönde ilerliyor. Artan militarizm, silahlanmaya yatırılan devasa kaynaklar ve çılgınca bir silahlanma yarışı “barışmak için” değil, savaşmak için tırmandırılmaktadır.

Emperyalizmin özünde var olan, rakip güçler arasında pazarlar ve iktisadi nüfuz alanları için rekabet, emperyalist paylaşım savaşlarının da zeminidir. Emperyalist hakimiyet mücadeleleri uğruna dünyamızı iki kez toplu bir yıkıma götüren, sayısız bölgesel savaşlarla halkları birbirine kırdıran, onlara tarihin en büyük yıkımlarını ve acılarını yaşatanlar, bu barbarlıkları çeşitli biçimler içinde bugün de sürdürenler, kendilerini dünya çapında güvenlik ve düzenin, barışın, demokrasi ve özgürlüğün garantörü olarak sunabiliyorlar. Kendi emperyalist kölelik savaşlarını “barışı sağlamak” adına yürüttüklerini iddia ederek bayağılaşmanın dipsiz çukurunu sergiliyorlar. Kapitalist şeflerin “barış” çığırtkanlığının aksine, kapitalizmin bütün bir tarihi, kapitalizmin militarizm ve savaş demek olduğuna tanıklık etmekte, günümüz dünyası da bunu sayısız olgular üzerinde kanıtlamaktadır.

Bir şiddet ve gericilik eğilimi olan emperyalizm, her zaman ve her yerde egemenlik ve kölelik peşinde koşmaktadır. Bunu sağlamada tüm öteki araçların yetersiz kaldığı her durumda, şiddet ve savaş, onun başvurmak zorunda kaldığı temel araçlardır. Günümüzde bu araçlara bölgesel düzeyde daha yaygınca başvurulmaktadır. Kızışan emperyalist rekabet, sertleşen nüfuz mücadeleleri, baş döndürücü düzeydeki silahlanma yarışı, tırmanan militarizm ve saldırganlık, çoğalan yerel/bölgesel savaşlar, bunun somut göstergeleridir. Sistemin yapısal krizinin temel unsurlarından biri olan çok sayıdaki bunalım ve çatışma alanlarına yenileri ve çok daha tehlikeli olanları eklenmektedir. Ukrayna üzerinde süren ve nükleer savaş tartışmasını yoğunlaştıran Rusya-NATO savaşı ve Çin’le tehlikeli düzeye varmış olan ve ABD tarafında giderek tırmandırılan gerilim, bunun şimdiki görünümleridir.

Bunun temelinde, sistemin yapısal bunalımının yanı sıra hegemonyası geri dönüşsüz bir biçimde çözülen Amerikan emperyalizminin kışkırtıcı ve saldırgan politikaları ve bunun karşısında dikilen emperyalist güç odaklarının varlığıdır:

“Rusya Ukrayna savaşı üzerinden bu meydan okumayı siyasal ve askeri planda sarsıcı biçimde somutlamıştır. Çin ise bunu daha sakin ve soluklu biçimde ama tüm cephelerde halen etkili bir biçimde sürdürmektedir. ABD emperyalizminin Uzak Doğu’daki kışkırtıcı açıklama ve adımlarını Rusya’dan aşağı kalmayan bir kararlılıkla karşılamaktadır. ABD emperyalizminin izlediği saldırgan politikaların bu iki ülkeyi, Rusya ve Çin’i birbirine daha da yakınlaştırması bu meydan okumalara ayrı bir güç ve anlam da kazandırmaktadır.” (Ukrayna krizi sonrası dünya, EKİM, sayı: 324, Haziran 2022)

Emperyalistler savaşmak için silahlanıyor

Tüm dünyada silahlanma alanındaki gelişmeleri yakından izleyip raporlaştıran Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) verileri ve bu yılki raporu da silahlanmadaki tehlikeli gidişin tablosunu ortaya koyuyor, emperyalist dünyanın çılgınca silahlandığına tanıklık ediyor. SIPRI’nin yeni raporuna göre, 2021’de küresel askeri harcamalar toplamda 2,11 trilyon dolar civarındaydı. En yüksek askeri harcamaya sahip ülkeler ABD, Çin ve Hindistan’dır. ABD, 2021’de yaklaşık 801 milyar ABD doları ile açık ara en yüksek askeri harcamaya sahiptir. ABD, Çin ve Hindistan’ının yanı sıra, İngiltere, Rusya, Fransa, Almanya, Japonya, Suudi Arabistan ve Güney Kore’nin de silahlanma harcamaları devasa boyuttadır. Almanya’nın 2021’deki askeri harcamaları yaklaşık 56 milyar dolarken Ukrayna savaşı bahane edilerek söz verilen 100 milyar euroluk özel fonla birlikte silahlanmada patlama yaşadı. Küresel askeri harcamalar, ülkelerin toplam gayrisafi yurtiçi hasılalarının yüzde 2,2’sine tekabül ediyor. 

NATO ülkeleri de her yıl olduğu gibi askeri harcamalarını artırmaktadır. Listede ilk 10 ülkenin dördü, ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya NATO ülkesidir. Bu ülkelerin askeri bütçeleri 982 milyar dolar ile toplamın yaklaşık yarısını oluşturuyor. Rusya’nın 2021 yılındaki askeri bütçesi, bir önceki yıla göre yüzde 2,9 artarak 66 milyar olarak gerçekleşti. Bu rakam, ülkenin gayrisafi yurtiçi hasılasının yüzde 4,1’ini oluşturuyor. Çin ise 293 milyar dolarlık askeri harcaması ile listenin ikinci sırasında yer alıyor. Çin’in askeri harcamalarının 27. kez üst üste arttığı rapor ediliyor.

ABD silahlanma harcamalarında olduğu gibi silah ihracatında da başı çekiyor. ABD düşünce kuruluşu Responsible Statecraft’ın bildirdiğine göre, 15 Temmuz ve 2 Ağustos arasında ABD Dışişleri Bakanlığı yaklaşık 20 milyar dolar değerinde silah anlaşmalarını onayladı. Beş büyük ABD şirketi Lockheed Martin, Raytheon Technologies, Boeing, Northrop Grumman ve General Dynamics, dünyanın en büyük 100 silah üreticisi, diğer bir deyişle “savunma şirketleri” listesinin başında yer alıyor. Onları Çinli bir silah ve uçak şirketi olan AVIC (Çin Havacılık Endüstrisi Kurumu) takip ediyor. “Yılda 800 milyar doları aşan Pentagon bütçesi ve ABD şirketlerinin uluslararası silah pazarındaki hakimiyeti” göz önüne alındığında, ABD silah şirketleri en üst sıralarda yer alıyor. BM Genel Sekreteri António Guterres de pandemi sırasında küresel ateşkes çağrısına rağmen, silah şirketlerinin 531 milyar dolar değerinde silah sattıklarına dikkat çekiyor.   

Nükleer tehdit büyüyor

SIPRI’nin bu yaz ortalarında yayınlanan raporu, çığırından çıkmış bir silahlanma yarışının en tehlikeli boyutunu, nükleer silahlar cephesinin oluşturduğunu ortaya koyuyor. Nükleer güçler cephaneliklerini modernize ediyor ve daha da genişletiyor. 2022’nin başında toplam nükleer savaş başlığı sayısının dünya çapında 12.705 olduğu tahmin ediliyordu. Ancak SIPRI, dünya çapında nükleer cephaneliklerin artmasını bekliyor. SIPRI uzmanı ve Amerikan Bilim İnsanları Federasyonu (FAS) Nükleer Bilgi Projesi Direktörü Hans M. Kristensen, “Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana küresel nükleer cephaneliklerde görülen düşüşün sona erdiğine dair açık işaretler var” diyor. Kristensen’in meslektaşı Matt Korda ise, dokuz nükleer silahlı devlet tarafından acil ve somut silahsızlanma adımları olmadan, küresel nükleer silah envanterinin Soğuk Savaş’tan bu yana ilk kez yakında yeniden artabileceği konusunda uyarıyor. 

ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Çin, Hindistan, Pakistan, İsrail ve Kuzey Kore’nin elinde nükleer silah bulunuyor. Rapora göre, Rusya ve ABD birlikte tüm nükleer savaş başlıklarının yaklaşık yüzde 90’ına sahip. ABD’nin 5428, Rusya’nın 5977 savaş başlığıyla dünyanın en büyük nükleer cephaneliğine sahip. Raporun bildirdiğine göre, NATO müttefikleri Büyük Britanya 290, Fransa 225 nükleer savaş başlığına sahip. İsrail’in ise 90’dan fazla nükleer savaş başlığı var. Hindistan 160, Pakistan da 165 nükleer savaş başlığına sahip bulunuyor. Çin’in 350, Kuzey Kore’nin ise 20’nin üzerinde olduğu söyleniyor. SIPRI’ye göre hem ABD’de hem de Rusya’da nükleer savaş başlıklarını ve dağıtım sistemlerini değiştirmek ve üretim tesislerini modernize etmek için kapsamlı ve pahalı programlar yürütülüyor. Aynısı diğer nükleer silahlara sahip devletleri için de geçerlidir. Hepsi de yeni silah sistemleri geliştirdiler.  

Nükleer Savaşın Önlenmesi için Uluslararası Hekimler Birliği’nden (IPPNW) Dr. Lars Pohlmeier, “Rusya ve ABD cephaneliklerinden gelen nükleer silahların sadece bir kısmı kullanılsaydı, bildiğimiz dünyadaki yaşam sona ererdi” açıklamasında bulunuyor. Bu açıklama, sadece insan soyunun değil, gezegenimiz üzerindeki yaşamın nasıl bir varoluşsal tehlikeyle karşı karşıya olduğunun dehşetli örneğini sunuyor. BM’de veto gücüne sahip ABD, Rusya, Büyük Britanya, Fransa ve Çin, bu yılın başında nükleer silahların daha fazla yayılmasına karşı harekete geçmek istediklerini “garanti” edip “Nükleer bir savaşın kazanılamayacağını ve asla sürdürülmemesi gerektiğini vurguluyoruz” deseler de rapor, her birinin nükleer cephaneliklerini artırmaya devam etmekte olduklarına dikkat çekiyor. Ukrayna savaşı ise, mevcut silahlanma yarışını iyice kızıştıracak görünüyor.

Silahlanma yarışı sürdükçe ve emperyalist savaş tamtamları çalmaya devam ettikçe, bütçelerden yapılacak sosyal harcamalar kısılacak, emekçilere daha ağır faturalar çıkarılacaktır. Öte taraftan, emperyalistler arası süren dünya egemenlik mücadelesi ve savaş hazırlıkları, aynı zamanda burjuva demokrasilerini burjuvazi için katlanılmaz yüke dönüştürüyor, yerini gerici diktatörlüklere bırakma sürecini hızlandırıyor. Büyüyen savaş tehlikesi, her şeyden önce kapitalist hükümetleri iç düşmanlarını ezmek için de harekete geçiriyor. Zira emperyalist burjuvazi için “asıl düşman evdedir.”

Yeni bir dünya savaşı tehdit ve tehlikesi emperyalist çıkar ve hesaplar uğruna gündeme gelmiş bulunmaktadır. Gerçekleşmesi -ki bu bir nükleer savaştır- durumunda bunun insanlıktan öte gezegen üzerindeki tüm canlı yaşam için varoluşsal sonuçları olacaktır. Bu temel gerçek, emperyalist savaşa karşı mücadelenin acil önemini ortaya koymaktadır. Savaşı emperyalistler için bir imkan olmaktan çıkarıp bir batağa dönüştürecek biricik şey ise, dünya işçi sınıfı ve halkların örgütlü birleşik mücadelesidir. İşçi sınıfı ve ezilen halkların örgütlü gücü karşısında emperyalist hesapların bozulacağına 20. yüzyılın bütün bir tarihi tanıklık etmiştir.