9 Kasım 1938 “Kristal Gece” veya diğer bilinen adıyla “Kırık Camlar Gecesi”, (Almanca, Kristallnacht), Nazi Almanya’sının Yahudilere yönelik katliamında bir dönüm noktası olmuştu. Tarihçi William L. Shirer Üçüncü Reich'ın Yükselişi ve Düşüşü adlı kitabında o gece için şöyle der: “Daha önce de pek çok Yahudi öldürülmüş, işkence görmüş ve soyulmuştu. Ancak bu suçlar, çoğunlukla ‘kahverengi gömlekliler’ tarafından işlenmiş, devlet yetkilileri ise bu suçları seyretmiş ya da görmezden gelmişti. Şimdi ise Alman hükümetinin bizzat kendisi büyük bir katliam organize etmiş ve gerçekleştirmiştir.”
1938'de 9 Kasım'ı 10 Kasım'a bağlayan gece, Hitler’in “Nasyonal Sosyalist Partisi” tarafından Yahudilere ait ev, işyeri ve sinagoglara kanlı saldırılar düzenlendi. 1500’den fazla kişi öldürüldü. 1400 Sinagog tahrip edildi. 30 bin Yahudi toplama kamplarına kapatıldı.
Kristal Gece’yle, sonradan öldürülecek olan milyonlarca Yahudi’nin fermanı yazıldı.
Bu insanlık suçu bugün, Siyonist İsrail eliyle “Batı Medeniyeti” ve “Uluslararası Toplum” tarafından başka bir savaş suçunu, Filistinlilerin imha edilmesini ve sürülmesini haklı göstermek için kullanılıyor.
Gazze’de yapılan soykırımı eleştiren herkes antisemit olmakla suçlanıyor. “Medeni Batı”da göçmenlere ve mültecilere yönelik vahşet ve nefret dolu ajitasyonlarla aşırı sağcı/faşist partilere ‘kitle desteği’ devşiriliyor. “Medeni Batı’nın” şaşkın “solcuları”, sağcıları sollayarak öne geçme yarışındalar.
Almanya Yeşiller Partisi’nden Başbakan Yardımcısı Robert Habeck, “Burada yaşayan Müslümanlar, antisemitizmle aralarına net mesafe koymazlarsa aşırı sağcı şiddetten korunma haklarını kaybederler” tehdidi savuracak kadar ileri gidiyor ve Neo-Nazilerin göçmenlere saldırmasına davetiye çıkarıyor.
Filistin halkının katliamına karşı çıkanların sesi, “Yahudi düşmanlığı” yapılıyor demagojisi eşliğinde boğulmak isteniyor. Filistin halkının işgalcilere karşı direnişi ise terör retoriği ile damgalanıyor.
İşgalci ve sömürgecilere karşı mücadele edenler, işgalci-sömürgeci devlet(ler) tarafından “terörist” ilan edilerek, hedefe konuluyor. Batılı emperyalistler ve onların savaş borazanı medya tekelleri ne kadar çırpınırlarsa çırpınsınlar dünya halkları gerçeği bir şekilde öğreniyor. Nitekim Filistin’i harabeye çeviren Siyonist İsrail ve onun suç ortaklarının riyakarlıkları hiç olmadığı kadar teşhir olmuş durumda.
Ne “garip” bir dünya ki bugün “terörist” olan yarın meşru muhatap oluyor. ABD emperyalizmi tarafından eğitilip silahlandırılarak Sovyetler Birliğine karşı savaştırılan Taliban, “özgürlük savaşçıları” ilan edilerek korunup kollandı. Son kullanım tarihleri geldiğinde “terör örgütü” ilan edildi ve Afganistan’ı işgal etmeninin gerekçesi olarak kullanıldı.
Cezayir, Güney Afrika, İrlanda gibi ülkelerde gelişen direniş hareketleri önce terörist ilan edildi. Koşullar değişince, sömürgeci emperyalistler direnenleri meşru muhatap saymak zorunda kaldılar. Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Toprakları işgal edilerek kaynakları gasp edilmiş, katliama maruz kalarak, terörize edilen halkların, katliamcılara ve işgalcilere karşı direnmekten başka bir seçenekleri zaten yok. Sömürgecilere/işgalcilere karşı direniş ise zaten meşrudur ve kurtuluşları için direnenlerin kimseden “meşruiyet icazeti” almaya ihtiyaçları yoktur.
“Sömürüye ve sömürgeciliğe karşı direnmek evrensel bir haktır!”
Fransız Devrimi'nin ardından, “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi” 26 Ağustos 1789’da yayımlanan temel metinlerden birisi olmuştur.
“İnsan haklarını korumak amacıyla” İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi, baskıya karşı direnmeyi bir hak olarak tanımlar. Bu ‘hak’ daha sonra (1948) Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Beyannamesi ile ‘güvence’ altına alınır.
Bildirgede; “insanların özgür doğduğu ve eşit yaşamaları gerektiği, insanların zulme karşı direnme hakkı olduğu” belirtilse de tarihte ve günümüzde baskı ve zulüm uygulayanlar, baskı ve zulme maruz kalanlara “terörist” diyerek, saldırdılar.
7 Ekim sonrası İsrail “Hamas tarafından öldürülen çocuklar” yalanına başvurdu. Çok geçmeden bu yalan çöktü.
İsrail rejimi, Supernova müzik festivalinden kaçan kendi sivillerini helikopterlerden ateş açarak öldürdüğünü itiraf etti.
Siyonist savaş aygıtının suç ortağı olan batının medya tekelleri, uydurulan “Hamas tarafından öldürülen çocuk ve siviller” yalanını piyasaya sürerek 15 bine yakın Filistinli çocuk, kadın ve sivilin katledilmesini bu iğrenç yalanlarla örtmeye çalıştılar. Tekelci medyanın aldığı bu tiksinti verici tutum, bizzat kendisinin iğrenç bir savaş aparatı olduğunu ve tam bir ahlaki, insani, mesleki bir çöküş içinde olduğunu gözler önüne sermiştir.
Asıl terörist kim?
Ezilen halkların direnişini “terör” sayan egemen söylem, devlet terörünü terörden saymıyor. Ama asıl terörist, terör estirmekte sınır tanımayan kapitalist devletlerdir. Sayısız icraatları bu gerçeği döne döne ispatlar.
Bu bağlamda Amerika Birleşik Devletleri yerküre üzerindeki en büyük terörist devlettir. Hiroşima, Kore, Vietnam, Orta Doğu, Latin Amerika ve dünyanın birçok yerinde gerçekleştirdiği katliamlarla devasa bir terör aygıtı olduğunu sayısız kez dünyaya göstermiştir.
Cezayir ve Afrika’nın bir dizi başka ülkesindeki uygulamaları gözetildiğinde Fransa’ya, “terörist devlet nişanı” bile az gelir.
Geçmişin üzerinde “Güneş Batmayan İmparatorluğu” Britanya’da aynı nişanı fazlasıyla hak ediyor. Nazi faşizmini yaratan Alman devleti, tekelci kapitalist devletin ne kadar barbarlaşabileceğini göstermişti.
“Medeni Batı” ve “Uluslararası Toplum” diye tabir edilen emperyalist merkezler ve onların maşası siyonist devlet, hepsi aynı nişanın yıldızlısını hak ediyorlar.
Ne var ki, ironik bir dayatma ile küresel terörün başını çeken bu devletler, “teröre karşı mücadelenin” merkezinde yer almakla övünüyorlar. ABD IŞİD örneğinde olduğu gibi önce terör örgütünü kuruyor, sonra ona karşı savaş iddiasıyla ülkelerin topraklarını işgal ediyor. Tıpkı Irak ve Suriye’de yaptığı gibi…
***
Toprakları gasp edilen, 75 yıldan beri baskıya, zulme ve katliamlara maruz Filistin halkının özgürlüğü için mücadele etmesi meşru, halklı ve onurlu bir direniştir. Emperyalist/kapitalist merkezlerin maşası olan siyonist, işgalci, sömürgeci, Apartheid rejimi ile yönetilen İsrail ise bir terör devleti ve odağıdır.
“Yenilmez İsrail”, aşılması zor “Demir Kubbe” ABD ve “Vahşi Batının” desteği ile ayakta tutulan bir savaş aygıtından ibarettir.
ABD ve Batının “sınırsız” silah ve lojistik desteği bombaları olmasaydı, o aygıt çoktan çökmüş ve tarihe karışmış olurdu.
Yahudiler de eskisi gibi diğer halklarla birlikte, bir arada yaşayabilir ve yaşamalıdırlar.
Bu ancak ABD egemenliği ve Vahşi Batının bölgeden sökülüp atılması, siyonist aygıtın dağıtılması ve laik, demokratik, bağımsız Filistin devletinin kurulması ile mümkün olacaktır. Yazık ki reçetesi de acı olacak.
“Beyaz Adamın” ‘reçetesi’ her zaman acı olmuştur. Vahşet yaymaktan ve ölüm saçmak dışında bir seçeneği kalmamıştır.
Çürüyen ve ölmeye yüz tutmuş olanın kötülükten başka sunacağı hiçbir şeyi yoktur.
Halkların katliamdan geçirilmesi, Filistinlilerin soykırıma uğraması, gezegenimizin yaşanmaz hale getirilmesi bu son çırpınışın acı reçetesidir.
Arnavut kökenli ünlü İtalyan Marksist düşünür Antonio Gramsci’nin dediği gibi, “Eski dünya ölüyor, yenisi doğma çabasında. Canavarların zamanı geldi.”