Emperyalist-Siyonist barbarlığa karşı:

Filistin halkıyla eylemli dayanışmayı büyütelim!

Gelinen yerde, Siyonist İsrail’in Filistin’de tırmandırdığı işgal saldırılarını ve olası kara harekatını durdurmanın yolu, dünya çapında işçi sınıfı ve emekçi halkların şu günlerde kendisini daha güçlü hissettirdiği dayanışma eylemlerini ve antiemperyalist-antiSiyonist mücadeleyi büyütmesinden geçiyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 25 Ekim 2023
  • 08:00

Siyonist İsrail, Filistin topraklarında 75 yıldır uyguladığı işgal, savaş, sürgün ve insan kırımı politikasını, direniş güçlerinin 7 Ekim’de gerçekleştirdiği saldırıların ardından yeni bir düzeye çıkardı. 7 Ekim çıkışı, Siyonistlerin zamana yayarak ve adım adım ilerlettiği; kimi zaman katliam yaparak kimi zaman keyfi ve fiili yöntemler kullanarak hayata geçirdiği işgal saldırılarına karşı etkili bir itirazdı. Yıllardır emperyalist güçlerden aldığı açık destekle hiçbir kural tanımadan ve hoyratça Filistin halkının üzerine giden, topraklarını gasp eden, kitle katliamlarından geçiren ve Gazze’de olduğu gibi yaşam alanlarını açık hapishanelere çeviren Siyonistler, aldıkları sarsıcı darbenin ardından savaş makinesini harekete geçirdi. Günlerdir süren hava saldırıları ile Gazze’nin kuzeyini yerle bir ettiler. Çoğu çocuk ve kadın, binlerce Filistinli bu saldırılarda hayatını kaybetti… Şimdilerde ise Gazze’ye dönük kara harekatının yapılıp yapılmayacağı tartışılıyor. Hedefte ise Gazze’de taş taş üstünde bırakmamak, kitle katliamları ve sürgünle bölgeyi insansızlaştırmak ve tarihsel işgal politikasını Gazze üzerinden nihayete erdirmek var.

7 Ekim çıkışı ve “İsrail seviciliği”

Emperyalistler ve Siyonistler 7 Ekim’in ardından sadece savaş makinesini sahaya sürmedi. Bununla birlikte propaganda aygıtlarının düğmesine basarak muazzam bir dezenformasyon çalışması başlattılar.

Emperyalist savaş medyası başta olmak üzere, her türlü propaganda aygıtı hızla harekete geçirildi. Sosyal medyada 7 Ekim görüntüleri dolaşıma sokuldu, söz konusu İsrail olunca “sivil ölümler” bir anda hassasiyet alanına dönüştürüldü. Daha ilk günden itibaren işgalci İsrail “mağdur” gösterilerek “kendini savunma” hakkından dem vurulmaya başlandı. Gerisinde emperyalistlerin ve CIA-MOSSAD gibi istihbarat örgütlerinin yer aldığı propaganda merkezinin amacı, Gazze’de binlerce Filistinliyi tüm dünyanın gözü önünde katletmeye hazırlanan ve işgali derinleştirmek için kolları sıvayan İsrail’e “meşruiyet alanı” oluşturmaktı. Daha da önemlisi, emekçi halkların her dönem duyarlılık gösterdiği Filistin davası karalanarak, İsrail’in gerçekleştireceği kanlı saldırılar karşısında gelişecek olası tepkilerin önü kesilmek istendi.

Burjuva medyanın ve emperyalist tekellerin kalemşorları, tam da bu kirli ve kanlı politikanın karşılık bulması için adeta birbirleriyle yarışa geçtiler. Sağcısından sözde “solcusuna”, liberalinden dincisine ve sekülerine kadar, ortalık bir anda “İsrail seviciliği” yapan trollerle dolmaya başladı.

Kirli propaganda mekanizması ilk anda etkili olmuş olacak ki, Siyonistler Gazze’ye bombalar yağdırmaya ve kitlesel katliamlar gerçekleştirmeye başladığında (kimi tekil ve görece zayıf eylemler bir kenara bırakılırsa) dünya kamuoyuna belirgin bir sessizlik hakimdi. Söz konusu Türkiye ve bölge ülkeleri olduğunda, Filistin halkının katledilmesi karşısında ilk anda ortaya çıkan edilgenliğin pek rastlanan bir durum olmadığının altını çizmek önemli bir yerde duruyor. Kara propaganda ve dezenformasyonun yarattığı karmaşa ve kafa karışıklığının; işgal saldırılarının “İsrail-Hamas” savaşı olarak servis edilmesinin; Gazze’nin vahşice bombalanmasının “teröre karşı mücadele” olarak yansıtılmasının; tüm bunların yanı sıra göçmen sorunu üzerinden köpürtülen ırkçılık ve “Arap düşmanlığının” bu tablonun oluşmasında etkili olduğu anlaşılıyor. Ta ki Siyonist İsrail’in Gazze’deki El-Ehli Baptist Hastanesi’ni barbarca bombalamasına kadar…

Hastane katliamı ve sonrası

Siyonist İsrail tarafından 17 Ekim’de gerçekleştirilen hastane katliamı, o güne kadar “sivil ölümler”, “İsrail-Hamas savaşı”, “teröre karşı mücadele” vb. üzerinden sürdürülen kara propagandanın iplerinin tel tel dökülmesine yol açtı. Filistin halkının on yıllardır verdiği özgürlük mücadelesini unutturmaya ve katliamcı İsrail’i “mağdur ve meşru” göstermeye dönük demagojik kampanya gerçeklerin duvarına çarpıp tuzla buz oldu.

İsrail’in gerçekleştirdiği vahşi katliamlarının bir yenisi olarak Filistin tarihine eklenen hastane katliamı, dünya kamuoyunda önemli bir duyarlılık alanı oluşturdu. Çoğunda Filistin’le dayanışmanın dahi yasaklandığı ABD, Almanya, İngiltere, Fransa gibi emperyalist ülkeler başta olmak üzere, dünyanın birçok ülkesinde katliama karşı kitleler sokaklara indi. Türkiye ve diğer bölge ülkelerinde de binlerce insan günlerdir Filistin halkıyla dayanışma eylemleri gerçekleştiriyor.

Gelinen yerde, Siyonist İsrail’in Filistin’de tırmandırdığı işgal saldırılarını ve olası kara harekatını durdurmanın yolu, dünya çapında işçi sınıfı ve emekçi halkların şu günlerde kendisini daha güçlü hissettirdiği dayanışma eylemlerini ve antiemperyalist-antiSiyonist mücadeleyi büyütmesinden geçiyor. Gerek emperyalist ülkelerin kalbinde gerekse İsrail başta olmak üzere Türkiye vb. işbirlikçi ülkelerde Siyonist işgale karşı mücadelenin güçlendirilmesi ve yaygınlaştırılması tam da bu nedenle büyük önem taşıyor.

Birleşik, özgür ve bağımsız Filistin için…

Başını ABD’nin çektiği batılı emperyalist güçlerin Ortadoğu politikası ve bunun dolaysız bir sonucu olarak bugün hala en barbar biçimlerde sürdürülen Siyonist işgal, Filistin halkının haklı ve meşru direnişinin tarihsel arka planını oluşturmaktadır. Filistin halkı tüm baskı, saldırı, savaş, kitlesel sürgün ve katliamlara rağmen on yıllardır Siyonist İsrail’e karşı direniyor. Emperyalistler tarafından modern silahlarla donatılmış bir gücün direnişi bugüne kadar kıramamasının gerisinde ise, bir bütün olarak Filistin halkının tarihten ve haklılığından aldığı güçle döne döne direniş dinamiklerini kendi bağrından çıkarıyor olması yer alıyor. Şu günlerde emperyalistler ve Siyonistler tarafından dünya halklarına unutturulmak istenen gerçeklik tam da budur.

Öte yandan, Filistin halkı içerisinde gelişen direniş potansiyellerinin devrimci-demokratik bir önderlikten yoksun olması, yıllar içerisinde ilerici-sol hareketlerin zayıflayıp güçten düşmesi, FKÖ’nün sahte “emperyalist barış” projelerinin aparatına dönüşmesi dinci-gerici akımlara Filistin’de geniş bir alan açan etkenlerden biri oldu. Hamas örneğinde olduğu gibi, Filistin direniş potansiyellerinden beslenen dinci-gerici akımlar zaman içerisinde önemli birer güç odaklarına dönüştüler. Lakin, devrimci-demokratik, laik ve antiemperyalist programa yapısal olarak uzak olan dinci-gerici akımların farklı din, mezhep ve kökene mensup Filistin halkını ve direnişi birleştirmesi; dahası, dünya çapında işçi sınıfının ve emekçi halkların desteğini güçlü bir şekilde alabilmesi mümkün değildir. Bu durum Filistin direnişinin güncel planda en büyük handikabı, deyim yerindeyse yıllardır devam eden kısır döngünün düğümlendiği halkadır. Zira, Filistin sorunu ancak Arap ve Yahudi halklarını birlikte kucaklayan birleşik Filistin hedefine dayalı devrimci-demokrat bir programla asgari bir çözüme kavuşturulabilir.” (Ortadoğu’da daralan kıskaç ve büyüyen çatışma - Ekim, Sayı: 245, Mart 2006, Başyazı)

Böylesi bir programa sahip olan devrimci, ilerici, demokratik ve sosyalist hareket Filistin’de güç olamadığı ve Filistin halkı devrimci-demokratik bir önderlikten yoksun kaldığı sürece, Filistin direnişi yıllardır içerisinden çıkamadığı kısır döngüyü kırıp atamayacaktır.

İLİŞKİLİ HABERLER