İsrail’in “ruh ikizi” gerici Türk devletinin timsah gözyaşları

Er ya da geç bütün Ortadoğu halklarını kardeşlik bayrağı altında bir araya getirip birleştirecek devrimci dinamikler ortaya çıkacak ve bölgenin makus talihini yerle bir edecektir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 27 Ekim 2023
  • 19:00

Ortadoğu’nun iki kadim sorunu olarak güncelliğini koruyup çözümü dayatan Filistin ve Kürt sorunlarında yepyeni bir yol ayrımına gelinmiş görünüyor. 7 Ekim’de gerçekleştirilen Aksa Tufanı saldırısı ve sonrasında yaşananlar ve yaşanılacaklar, başta Filistin sorunu olmak üzere bölgenin kaderi açısından miladi denilebilecek gelişmelere gebedir. Bir asrı geride bırakan İngiliz emperyalizminin çizdiği yapay sınırlar çatırdıyor, mevcut statüko artık bölge halkları için bir şekliyle anlamını yitirmiş bulunuyor.

Geçen yüzyılın ilk çeyreğinde İngilizlerle iş tutup bölgeyi dizayn edip parçalayanların torunları bugün de aynı uğursuz rolü oynamaya devam ediyor. Halkları din, mezhep, etnik ve kültürel kimlikler üzerinden parçalayarak Ortadoğu’yu kan gölüne çevirenlerin emperyalist güçler ve onların suç ortağı bölge devletleri olduğunu bütün bir Arap sokağı aslında iyi bilir. Ne var ki ilerici damarı zayıflatılmış, dinsel gericiliğin etkin olduğu bu halklar hapishanesinden bir çıkış yolu açabilme kudreti bu işin başını tutanların mayasında yoktur. Buna kendini kurtuluş hareketi olarak tanımlayan islamcı hareketler de dahildir. Her birinin ipi bir diğerinin boynuna dolanmış durumdadır. Gerici Arap rejimleri bir iki istisna dışında İsrail’le, demek oluyor ki kendini dünyanın jandarması gören ABD ile ters düşmemek ve bedel ödememek için her zaman iyi ilişkiler kurmaya azami bir özen göstermişlerdir. Filistin sorunu da bu gerici bölge ülkeleri için hep kullanışlı bir malzeme olagelmiştir. Gazze üzerinden bir iki çatlak sesin duyulması da tamamen kamuoyunun baskısından kaynaklanıyor ve toplumların gazı bir şekliyle alındıktan sonra, gerici rejimler Filistin halkını yine o “makus kaderi” ile baş başa bırakacaklardır. Filistin halkıyla samimi dayanışmayı ise halkların duyarlı kesimleri, direnişçi hareketler ve ilerici-devrimci güçler sürdürebilir ancak.

***

Uluslararası emperyalist gericiliğin her türlü desteğini arkasına alan Siyonist-İsrail hiçbir ahlaki kural tanımadan Filistin halkını bir kırımdan geçirirken, ABD ve Avrupalı devlet Başkanları ise Netanyahu’yu bir “Aziz”, Tel-Aviv’i de tavaf edilecek “kutsal toprak” ilan ettiler. Bu arada durumdan vazife çıkarmakla namlı Saray rejimi de siciline bakmaksızın bir yandan timsah gözyaşları döküyor diğer yandan ruh ikizi İsrail’i incitmeden durumdan rol kapmaya çalışıyor. Hiç kuşkusuz bölge gericiliği ve onun ileri karakolu olarak gerici Türk devleti emperyalist ağa-babalarının vereceği rolü hakkıyla oynayacak ve onların sözünden çıkmayacak kadar sadıktır. Ayrıca iç politikada alıcısı olan “Filistin-İsrail çatışmasında tolere edilebilir ölçülerde bir muhalefet” yaparak durumdan nemalanmaya çalışacaktır. Erdoğan’ın manevrasından hoşlanmasa da durumu bilen İsrail rejimi, “keskin” ama içi boş nutukları sineye çekecek ve fazla ses çıkarmayacaktır. Ne de olsa dinci-faşist iktidarın tepesindeki Erdoğan bu işi en iyi bilen ve en arsızca kullananlardandır.

Erdoğan, Siyonist rejim ve ABD’deki Yahudi lobisi ile sıkı ilişkiler kurmasına rağmen Filistin sorununu koca bir istismar alanına çevirip politik hedefleri için parsa toplamıştır. “Mazlumların sesi” havalarında öfke patlamaları yaşayan “dünya lideri” Erdoğan, bütün hesapları şimdiden yerel seçimlere endekslemiş ve “Müslüman kardeşlerini” bu işte nasıl kullanacağını hesaplamakla meşgul. "Samimi Müslümanlar"a ise İstanbul mitingine katılıp tekbir getirmek kalacak.

***

Ezilen ulusların acıları ya da direnişleriyle dayanışma kültürü dinci gericilik için kullanılabildiği ölçülerde sahiplenilir, kullanış olmadığı zaman ise onu bir kaşık suda boğup ortadan kaldırmak caiz olur. Nitekim Türkiye’de 22 yıldır iktidarda olan dinsel gericiliğin Filistin sorununa yaklaşımı hep iki yüzlü ve riyakarca olmuştur. 6. Filoya koruculuk yapan bu tayfa, ancak Masonların boyunlarına astığı madalyanın sınırları içinde hareket edebilir ve Filistin’i savunabilirler. Yıllardır Kürt halkına her türlü mezalimi uygulayan, kazanımlarını yok eden ve Kürdistan coğrafyasını insandan arındırmak için her yolu mübah görenlerin Filistin meselesine ilişkin söyleyecekleri her söz, kuracakları her olumlu cümlenin ağırlığı ancak zerreyi miskal kadar olabilir. Kürt’ün anasını dahi görmemesini destur edinmiş bir gelenekten gelenlerin Filistin diye bir sorunu olamaz olsa da bu, ancak 6. Filonun varyantlarına yakıt taşımak kadar olur.

Rojava’yı yakıp yıkarak, Güney Kürdistan’ı işgal ederek, Türkiye’de Kürt halkını ve hareketini soluksuz bırakıp imha etmeye çalışarak başka bir coğrafyada mazlum bir halkın hamisi olunamaz. Filistin halkının gerçek anlamda kurtuluşunu Türk sermaye gericiliği hiçbir zaman istememiş, İsrail’le gerginmiş gibi görünen ilişkileri de sadece bir görüntüden ibarettir. Kurulduğu günden itibaren İsrail’den bırakınız desteğini esirgemeyi, Siyonist rejimi koruyup kollamak değişmez ve değiştirilemez bir dış politika angajmanı olmuştur. Kürt sorunu gibi derin bir yarası ve açmazı bulunan başta Türkiye olmak üzere bütün gerici bölge ülkeleri ihtiyaç hasıl olduğunda aynı safa dizilip vaziyet alırlar. Belli sınırlar içinde Kürt hareketlerini destekliyen ve destekliyormuş gibi görünen başta ABD ile diğer emperyalist ortakları ve bölge ülkeleri bir çırpıda bunları ortada bırakmakta bir sakınca görmez ve anında satıverirler. Tarih hem Kürtler hem de Filistinliler payına bu durumun sayısız örnekleriyle doludur.

***

Bugün Gazze de Siyonist kırımdan geçirilen Filistin halkı ile Kürdistan’da gerici Türk sermaye devletinin Kürt halkına yaptıkları çok da farklı şeyler değil. Emperyalizmin bölgedeki en gelişmiş iki militarist aparatı olarak birbirinden çok şey öğreniyor ve birbirlerine öğretiyorlar. Bu aynı güçlerin girdikleri yerlerde yaptıkları, Moğol istilası veya Hitler faşizminin işgal ettiği alanlardakine benzer tablolar yaratıyor.

Bu arada dinci-faşist blokun eski MİT Başkanı ve sarayın yeni Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın İsrail’in Gazze’ye dönük saldırısını “protesto” mahiyetinde sarf ettiği sözler ise ibret vericiydi. İstihbarattan dışişlerine terfi etmiş “Kürt Korucusu”, yaptığı bu açıklama ile adeta Ortadoğu tarihine bir not düşmüştür:

“Birisinin toprağını işgal ediyorsunuz, işgal etmekle de kalmayıp evine el koyuyorsunuz, yakıyorsunuz, dışarı atmakla da kalmayıp bir başkasını getirip oraya yerleştiriyor adına da yerleşimci diyorsunuz. Bunun adı hırsızlıktır.”

Açıklama doğru mu doğru. Ayrıca bir dil sürçmesi de olamayacağına göre “Şecaat arz ederken merd-i Kıbt-i sirkatin söyler” oldu. AKP şefi ile müritlerinin de aynı minvalde açıklamaları oldu. İsrail’e ayar üstüne ayar veren "Filistin sevici" saray rejimi, iş icraata gelince yıllarca nemalandığı bir “One Minute” çekip diplomatik ilişkileri dondurma cesareti dahi gösteremedi. Oysa ki dinci-faşist iktidarın ortağı “Orta Asya Kurdu” Bahçeli bile İsrail’e 24 saat süre tanımış ve “aksi taktirde gereği yapılır” diye kükremişti! Lakin süresi de miladı gibi dolunca bırakın Gazze yolculuğu, tornistan ederek Ferdi Tayfur’un melankolik arabesk şarkılarıyla yetinmek durumunda kaldı. Ve ardından da “iki tarafa itidal” çağrıları ile diplomatik mesaiye devam kararını açıklamakla yetindiler.

Gelinen yerde emperyalist-kapitalist güçlerin devasa boyutlardaki yıkıcı güçlerine rağmen, sistemin sorun çözebilme kabiliyetini tamamen yitirdiğine tanıklık ediyoruz. Elindeki çıplak zor aygıtlarıyla başta işçi ve emekçiler olmak üzere, ezilen mazlum halklara reva gördüğü statükoyu devam ettirebilme gücü sınırlarına dayanmış görünüyor. Hüküm icra etmede giderek zayıflayan gerici uluslararası sermaye düzeni ne Kürt halkını gerici bölge ülkelerinin boyunduruğunda tutmaya ne Filistin halkını Siyonist rejimin dayattığı sınırlara hapsetmeyi etmeyi başarabilir.

Er ya da geç bütün Ortadoğu halklarını kardeşlik bayrağı altında bir araya getirip birleştirecek devrimci dinamikler ortaya çıkacak ve bölgenin makus talihini yerle bir edecektir. Bu başarılamadığı sürece halkların emperyalist/Siyonist boyunduruktan kurtulmaları mümkün olmayacak, yazık ki kan ve gözyaşı akmaya devam edecektir.