7 Ekim 2023’te merkezinde Hamas’ın durduğu Filistinli direnişçi örgütler tarafından gerçekleştirilen Aksa Tufanı harekatının üzerinden bir yıl geçti. Bütün bir yıla emperyalist/Siyonist güçlerin sınırsız barbarlığı ve buna karşı halkların direnişi damga vurdu.
ABD-AB emperyalistleri ile onların aparatı olan Tel Aviv’deki soykırımcı çete tüm maskelerini çöpe attı. O iğrenç barbar suratlarını dünya halkları tiksintiyle izledi, izlemeye devam ediyor.
Dünyanın en güçlü en zengin en donanımlı en vahşi koalisyonu Gazze’yi yerle bir etti, soykırım gerçekleştirdi ama Filistin halkına diz çöktüremedi. Gazze’de direnişçiler halen her gün işgalcilere saldırılar düzenliyor, onlara kayıplar verdiriyor. Yani Gazze’yi ele geçiremediler. Dolayısıyla ne askeri ne siyasi bir zafer ilan edebildiler.
Gazze’de hayatta kalma mücadelesi veren 2,3 milyon Filistinlinin yüzde 10’a yakını öldürüldü, sakat kaldı ya da yaralandı. Gazze’de çoğunluğu çocuk ve kadınlardan oluşan 45 bin kişinin öldürüldüğü tarihe kadar sadece ABD’nin İsrail’e verdiği para 45 milyar dolara ulaşmıştı. Yani ABD soykırımcı çeteye öldürdüğü her Filistinli için bir milyon dolar ödedi. Almanya’nın, İngiltere’nin, Fransa’nın, İtalya’nın, Kanada’nın, Avustralya’nın, Japonya’nın, Belçika’nın, Avusturya’nın, Hollanda’nın ve diğer onlarca kapitalist devletin Siyonist çeteye ne kadar para verdiği ise açıklanmadı.
Tüm bunlara rağmen direniş sürüyor, ama sadece Gazze’de değil, yanı sıra Batı Şeria’da, Lübnan’da Yemen’de, Suriye’de ve Irak’ta…
Neden Aksa Tufanı?
Kapitalist emperyalizmin hegemonya krizinin savaşlar biçiminde dışa vurumu 1999 yılında Yugoslavya’nın bombalanmasıyla belirginleşti. Ama çatışma kısa sürede Afganistan’a, oradan Arap dünyasına taşındı. 2001’de Afganistan’ı işgal eden ABD emperyalizmi ile Türkiye dahil NATO üyesi suç ortakları, kısa sürede zafer ilan ettiler. B52 bombardıman uçaklarıyla düzledikleri Afganistan’da enkazların üzerine çıkıp zafer ilan ettiler.
Kazandıkları “zaferle” başları dönen savaş kundakçısı emperyalist şefler, hemen namluları Irak’a çevirdiler. Irak’ta da kısa sürede zafer ilan ettiler. Artık namlular sıradaki hedeflere, yani Suriye ve İran’a çevrilebilirdi. Ancak hem Afganistan’da hem Irak’ta gelişen direnişler, Suriye-İran cephelerinin açılmasının ertelenmesini zorunlu kıldı.
Temmuz 2006’da namlular, “zayıf halka” olduğu var sayılan Lübnan direnişine çevrildi. Kısa sürede Lübnan Hizbullah’ını yok edeceklerini, ardından “Yeni Ortadoğu”yu ilan edeceklerini var saydılar. Ancak orada beklemedikleri bir sürprizle karşılaştılar. Lübnanlı direnişçiler topraklarını işgal eden Siyonist savaş aygıtına ağır darbeler indirerek, geri çekilmeye mecbur ettiler. 33 gün süren savaşta İsrail yine sivilleri katletmiş ama cephede hezimete uğramıştı.
Lübnan’da hevesleri kursaklarında kaldı ama planı 2011’de savaşı Libya, Suriye ve Yemen’e taşıyarak uygulamaya devam ettiler. Modeli AKP olan “Ilımlı İslam Projesi” Arap halklarına pazarlanmaya çalışıldı. Tunus, Mısır, gibi ülkelerde güya “Ilımlı İslamcı” Müslüman Kardeşler (İhvan) yönetimi ele geçirdi. Bu planı ise Suriye’nin direnmesi, Mısır ve Tunus’ta işbaşına gelen İhvancı yönetimlerin yıkılması bozdu.
Emperyalist/Siyonist plan, bölgedeki Amerikancı rejimlerin İsrail’le ilişkileri “normalleştirmesi” hedefine yöneldi. Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Fas, Sudan gibi ülkeler Trump yönetimi döneminde ırkçı-Siyonist rejimle ilişkileri “normalleştirdi.” Sırada Suudi Arabistan vardı. Bu Amerikancı devlet resmen işbirliğini başlatmasa da İsrail’le ilişkileri geliştirmeye başladı, hava sahasını açtı. Türkiye’deki rejimin şefi Tayyip Erdoğan ise Binyamin Netanyahu ile görüşmeye hazırlanıyordu. Bu defa hedefe yaklaşmış görünüyorlardı.
Batı Şeria’da işgale karşı örgütlenen genç silahlı direniş gruplarını ortadan kaldırmak kalmıştı geriye. İşgalci İsrail ordusu kasabalara, mülteci kamplarına baskınlar düzenleyip katliamlar yapmaya ağırlık verdi. Gazze’de etkin olan Hamas’ı AKP ve Katar üzerinden bir şekilde uzlaşmaya çekip Filistin davasını gömebileceklerine inanıyorlardı.
Faşist Trump’ın başkan olduğu 2020 yılında gündeme getirilen “Abraham/İbrahim Anlaşmaları” Filistin davasını gömmenin son hamlesi olarak da planlanmıştı. ABD, Ortadoğu’yu İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan, Mısır gibi Amerikancı rejimlere emanet edip hegemonya savaşında Asya-Pasifik’e yoğunlaşabilirdi.
Aksa Tufanı bu emperyalist/Siyonist plana dur demek için gerçekleştirilen sarsıcı bir çıkış oldu ve denklemi altüst etti. Filistin halkı ve direnişi “biz buradayız, davamız da direniş azmimiz de yerli yerinde duruyor” dedi. Sömürgeciler ezilen halkları katledebilir ancak onların direnişini kıramazlar. Zira işgalin kendisi ezilen halklar içerisinde döne döne direnişi mayalar.
Emperyalist/Siyonist güçler barbarlık dönemini başlattılar
Aksa Tufanı bir muharebeydi. Filistin direnişinin yaratıcı, gözü pek, ezber bozan, “yenilmez güç” diye anılan işgalci İsrail ordusunu hezimete uğratan bir çatışma. “Sivillere saldırı” yalanı kısa sürede çöktü. Zira en çok bin 300 direnişçinin katıldığı saldırı, 12 bin İsrail askeri tarafından korunan bir bölgeye düzenlenmişti. İsrail’in ördüğü ırkçı duvar 89 yerinden patlatılmıştı. Öldürülenler ve esir alınanlar arasında askerler ağırlıktaydı. Hayatını kaybeden sivillerin çoğu ya İsrail askerleri tarafından öldürüldü ya çatışmaların ortasında kaldıkları için öldü. Direnişçilerin bölgede işgalci İsrail ordusuyla çatışmaları bir hafta kadar sürdü.
Hezimete uğrayan İsrail ordusu, aynı gün soykırım savaşını başlattı. Direnişçiler karşısında hezimete uğrayanlar sivil halkı ayrım gözetmeksizin katletmeye başladı. İsrail’in katlettiği 50 bine yakın kişinin 20 binden fazlası çocuk. Soykırımı İsrail yaparken ABD emperyalizmi her açıdan destekledi, insanlığa karşı işlenen bu suça tam ortak oldu. Silah, mühimmat, finansman, istihbarat, diplomatik alanda tam destek verdi, veriyor. Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya başta olmak üzere batılı emperyalistler de soykırımla suç ortaklığı yaptılar, yapıyorlar.
Dünyanın gözleri önünde soykırım yapılması, bunun histerik bir şekilde savunulması, kapitalist/emperyalizmin direnen halklara karşı yasa, kural, anlaşma, sözleşme tanımaz bir barbarlıkla saldırı dönemini başlattıklarının ilanıydı. Soykırım savaşının Lübnan’a taşınmasıyla, bunun artık “olağan” bir savaş yöntemi olarak kullanılacağı mesajı da verildi.
Filistin halkının direnişinden histerik bir rahatsızlık duyan ABD ile Batılı emperyalistler, sürü halinde İsrail’in soykırım savaşına destek için koştular. Savaşın bir yıla yayılması, onların sunduğu destek ve sağladıkları imkanlar sayesinde mümkün oldu. Aldıkları tutum barbar olduklarını tüm dünyaya gösterdi ama soykırımcı çeteye zafer bahşedemedi. Zira yakıp yıkmak, on binlerce çocuğu öldürmek ve soykırım yapmak ile zafer kazanmak farklı şeylerdir.
Yayılmacı/ilhakçı “Siyonist proje” sürdürülemez
Aksa Tufanı, ırkçı-Siyonist rejimin Yahudilere yaptığı “size güvenli, müreffeh, mutlu bir yuva kurduk” propagandasının kof olduğunu gösterdi. Başka bir halkı katlederek, topraklarını gasp ederek kurulan yerleşimlerin güvenli olması da gerçek bir ülke olması da mümkün değildir. Abraham Anlaşmaları imzalandığında “Filistin davasını bitirdik. Arada başını kaldıran birileri olursa ezer yolumuza devam ederiz” havaları estirilmişti. Washington’daki savaş kundakçıları da aynı kanıdaydı. Trump’ın damadı ve eski Beyaz Saray danışmanı Jared Kushner, Abraham Anlaşmaları’nın mimarıydı. O zamanlar zafer kazanmış havasında ortalıkta dolaşıyordu. Bugünlerde ise “İsrail, İran’ın nükleer tesislerini vurmalıdır, Gazzelileri Necef çölüne sürün” diye vaazlar veriyor. Yani Kushner’le kayınbabası Trump, savaşın tüm bölgeyi yangın yerine çevirecek şekilde yayılması için çaba harcıyor.
Soykırım ve etnik temizlik saldırısına karşı Filistin halkının direnmeye devam etmesi, buna Lübnan, Yemen ve Irak halklarının eklenmesi, Siyonizm’in bir proje olarak çöktüğüne işaret ediyor. Bir savaş aygıtı ve terör devleti olarak Siyonist İsrail yıkıcı bir güce sahip olsa da gayrı meşru ve sürdürülemez bir proje olduğunu da ispatlıyor. Bu ise ABD’nin bölgesel hesaplarının tutmadığının kanıtıdır. Başını İsrail’in çekeceği ABD işbirlikçileri eliyle “istikrarlı” bir Ortadoğu yaratma hedefi tutmadığı için Tel Aviv’deki soykırımcı çete bölgeyi bir savaş cehenneminin içine doğru itiyor.
Siyonizmin sahte “mazlum” hikayesi çöktü
Emperyalist medya tekelleri, Holokost endüstrisi, Hollywood ve daha pek çok araçla Siyonistler kendilerini “masum/mazlum, Ortadoğu’nun tek demokrasisi” diye pazarladılar. Bu propaganda savaşı ile ABD ve Batı kamuoyunu 80 yıldır aldatabiliyorlardı. Bu yöntemlerle Filistin’de gerçekleştirdikleri yıkımlar, katliamlar, işgaller, toprak gaspları, etnik temizlik gibi insanlığa karşı işledikleri suçları örtebiliyorlardı.
Aksa Tufanı sonrasında yaşananlar bu anlatının tamamen sahte olduğunu gözler önüne serdi. ABD ve Avrupa ülkelerinde ırkçı-Siyonist rejimin bir terör devleti olduğunu, hiçbir yasa kural tanımayan dinci-faşist soykırımcı bir çete tarafından yönetildiğini gören gençler, “Özgür Filistin!” sloganlarıyla üniversiteleri işgal etti. Gençler sokaklara çıktılar, polis terörüne karşı direndiler, soykırıma destek veren devletlerin suç ortaklığını da protesto ettiler. Soykırım savaşının finanse edilmesine karşı seslerini yükselttiler ve bu süreçte emperyalist ülkelerdeki “demokrasinin” sahte olduğunu da deneyimleyerek gördüler.
“Uluslararası toplum” iflas etti
Gazze, Lübnan ve Batı Şeria’da tümü savaş suçu kapsamında olan saldırıları sürdüren dinci-faşist Netanyahu rejimini durdurabilecek bir “uluslararası toplum” bulunmuyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi felç olmuş durumda. Uluslararası anlaşmaların adını anan yok. “Kurala dayalı sistem” lafları eden ABD ile Batılı emperyalistler soykırım savaşını hem finanse ediyor hem durdurulmasının tartışılmasını bile engelliyor.
ABD-NATO cephesi ile hegemonya çatışması içinde olan Çin-Rusya cephesinden de soykırım savaşını durdurmak için atılan tek bir ciddi adım yoktur. Üstelik emperyalist/Siyonist güçlerin “yeni Ortadoğu” yaratma savaşı onların çıkarlarını hedef almasına rağmen.
İslam İşbirliği Örgütü, Arap Birliği Ligi gibi sözümona örgütlerin de beş paralık bir kıymetlerinin olmadığı birkez daha görülmüştür. Keskin laflar eden Tayyip Erdoğan rejimi gibi, “Müslüman” ya da “Arap” devletlerinin çoğu halen soykırımcı çete ile işbirliğine devam ediyor. Yani kapitalist emperyalist sistem için artık tek geçerli “kural” orman kanunlarıdır.
Barbarlığa karşı direnişle dayanışmayı yükseltmek halkların görevidir!
Aksa Tufanı saldırısı nedeniyle çılgına dönen işgalci güçler halkların direnişini ve bundan güç alan direniş hareketlerini ortadan kaldırma histerisiyle bir yıl önce saldırıya geçtiler. Üstü açık bir hapishane olan Gazze 365 kilometrekarelik bir alandır. Burayı işgal etmek 2,3 milyon Filistinliyi Mısır’daki Sina çölüne sürmek, direniş hareketlerini ortadan kaldırmak politikası, “İsrailli esirleri kurtarmak” söylemi üzerinden ilan edildi. Gazze’yi işgal edince sıra Lübnan’a gelir, oradan Suriye’ye, Yemen’e ve nihayet İran’a sıra gelirdi.
Filistin halkının direniş iradesi bu planları bozdu. Lübnan dayanışma cephesi açtı. Husiler liderliğindeki Sana hükümeti ve Yemen ordusu Kızıldeniz’i İsrail’e giden ya da gelen gemilere kapattı. ABD-İngiliz emperyalistlerinin saldırılarına rağmen kararından geri adım atmayan Sana hükümeti, halktan aldığı kitlesel destekle direnişe destek olmaya devam ediyor. Irak’taki İslami direniş hareketleri de İHA’larla İsrail’e saldırılar düzenleyerek Gazze ile dayanışma eylemlerini başlattı. İlkin sembolik olan bu saldırılar artık hedeflerini vurabiliyor. Direniş hareketlerine destek veren Suriye ve İran da saldırı ve tehditlere rağmen geri adım atmadılar. Yani soykırımcı çete, bir yıl önce ilan ettiği hedeflerin hiçbirine ulaşamadı.
Bir yıl aradan sonra emperyalist/Siyonist saldırganların bölgesel hedefleri de belli ölçüde netleşmiş görünüyor. Gazze ve Lübnan’a yoğun saldırılar, Suriye’yi sık sık bombalamak, belli aralıklarla Yemen’i vurmak ve provokatif saldırılarla İran’ı istemediği bir savaşın içine çekmek. Filistin ve Lübnan direnişini ezmek, İran’a, Suriye’ye, Yemen’e geri adım attırmak ve nihayet Aksa Tufanı öncesinde planlanan “yeni Ortadoğu” hedefine doğru yol almak…
Bu hedefe ulaşabilmeleri için sadece Gazze, Batı Şeria ve Lübnan’ı değil, Suriye, Yemen ve İran’ı da yakıp yıkmaları gerekiyor. Başını ABD’nin çektiği emperyalist/Siyonist cephenin yıkımı ve soykırımı devam ettirme gücü var. Ancak hem tarihsel deneyimlerin hem aradan geçen bir yılın gösterdiği bir başka gerçek var; o da halkların direniş iradesinin gücüdür.
Gazze tarihte görülmemiş bir vahşete maruz bırakılmasına rağmen direniyor. Batı Şeria’da Filistin halkı İsrail’in sınır tanımaz saldırganlığına boyun eğmiyor. İşgalci ordu Beyrut’a bomba yağdırıyor ama kara saldırısında ilerleyemiyor. Hizbullah savaşçıları Lübnan topraklarına giren işgalci Siyonistlere saldırıyor, onları ağır kayıplara uğratarak geri çekilmeye zorluyor. Husilere ne bombalar ne tehditler ne de rüşvetler geri adım attırabiliyor. İsrail saldırganlığına balistik füzelerle yanıt veren İran, İsrail’de istediği hedefi vurabileceğini gösterdi. Yani direniş tüm alanlarda devam ediyor.
Emperyalist/Siyonist saldırganlığa karşı direniş iradesi gösteren halklar, bu duruşlarından dolayı çok ağır bedeller ödemek zorunda kalıyor. Tam bu noktada soykırım savaşlarını durdurmanın ve direnen halklarla dayanışmayı büyütmenin taşıdığı olağanüstü önem belirginleşiyor. Unutulmamalıdır ki, emperyalist/Siyonist barbarlığın saldırıları, dünyayı insan soyunun geleceğini tehdit edecek bir savaşa doğru sürüklüyor. Dolayısıyla bugün barbarlığa karşı direnmek ve direnen halklarla dayanışma içinde olmak her geçen gün daha da yakıcı bir ihtiyaç olarak kendisini dayatıyor.