AKP-Erdoğan iktidarının izlediği politikalar, ekonomiyi her an durma ve iflas tehlikesi ile karşı karşıya getirdi. Günü kurtarmak için ortaya atılan paketler, açıklanan kararlar yeni sorunlar yaratarak durumu daha da ağırlaştırıyor.
Geldiğimiz noktada Merkez Bankası şirketlerden telefonla döviz dilenecek hale düştü. Cumhurbaşkanı Erdoğan, birkaç milyar dolar swap parası alabilmek için, dün katil dediği Suudi prensinin aşağılamalarına boyun eğiyor.
Erdoğan yönetiminin tüm çabası, seçimlere kadar ekonominin iflas etmesini engelleyebilmek. Tek derdi günü kurtarmak olan Erdoğan, sorunları büyüterek geleceğe öteliyor ve “seçimden sonrası tufan” kafasıyla hareket ediyor.
Bu sürede günü kurtarmak için alınan tüm önlemler, sermayeye ve ranta yeni kâr imkanları yaratırken, faturayı emekçilerin sırtına yıkıyor. Bu durum karşısında yükselen itirazlar karşısında AKP şefi Erdoğan, önceleri her şeyin güllük gülistanlık olduğu yalanını savunarak, itiraz edenleri nankörlükle suçluyordu. Emekçi halkın yükselen tepkisi ve öfkesi karşısında, artık “sıkıntıları anladıklarını” söylemek zorunda kaldı. Erdoğan ekonomideki sorunların dışarıdan kaynaklandığı yalanını ortaya atarak, sorumlusu olduğu krizi kendisinin çözeceğini söylüyor.
IMF’li veya IMF’siz bir IMF program
Ekonomi seçimlerden önce bir çöküş yaşamasa bile seçim sonrası tam bir enkaz halinde olacak. Eğer cumhurbaşkanlığı seçimini Erdoğan kazanırsa, ekonomi için bugün söylediklerinin tam tersini yapacağından emin olabiliriz. Çünkü bu tür tam terse dönüşleri daha önce de yaptı. Faizleri hızla yükseltmekten IMF ile anlaşmaya kadar hiçbir şey sürpriz olmayacak.
Bu durumda Erdoğan’ın yapacağı şey, IMF’li veya IMF’siz bir IMF programı uygulayarak, krizin tüm yükünü işçi ve emekçilerin omuzlarına yıkıp, sermaye düzeninin toparlanmasını sağlamak olacak. Erdoğan’ın sicilinde bunun örneği de var. 2001 krizinde IMF komiseri olarak ekonominin başına getirilen Kemal Derviş’in tasarladığı ekonomi programının asıl uygulayıcısı Tayyip Erdoğan oldu. Erdoğan’ın “layıkıyla” yerine getirdiği bu program, ekonomik krizin yükünün emekçilerin sırtına yıkılmasına dayanıyordu.
Özelleştirmelerle bankalar ve dev kumu kuruluşları yerli ve yabancı sermayeye yok pahasına satılırken, diğer yandan finans sistemi küresel sıcak para fonlarının talan alanı haline getirildi. Türkiye’ye akan sıcak para ile borçlanmaya dayalı hormonlu, kof bir büyüme yaratıldı. Bugün ithalata dayalı üretim, yüksek cari açık, aşırı borçlanma, kontrol edilemeyen kur, yüksek işsizlik ve enflasyonla sürdürülemez bir açmaza giren ekonomik düzenin temel yapı taşları, Kemal Derviş’in ortaya koyduğu, Erdoğan iktidarının hayata geçirdiği IMF programıyla döşenmişti.
Sermaye sınıfının çıkarları birinci sırada
Seçimler sonrasında iktidarın diğer adayı olan “6’lı Masa”ya gelince, ekonomideki sıkıntıları çokça dile getirmelerine karşın, çözüm konusunda hala çok genel çerçevede kalan ifadelerin ötesinde bir şey ortaya koymuş değiller. Şu ana kadar ekonomi konusunda söyledikleri şeyler ise neoliberal politikalara sadık kalacaklarının sözünü vermekten ibaret.
Ekonomi alanıyla ilgili kurulan Kurumsal Reformlar Komisyonu’nun üzerinde anlaştığı ilk metin neoliberal ekonomi sisteminin restorasyonunu amaçlıyor.
Altı partinin ekonomi kurmaylarının üzerinde anlaştığı ilk konu, Merkez Bankası’nın bağımsızlığı. Buna göre fiyat istikrarını sağlamak Merkez Bankası’nın temel görevi olacak ve serbest kambiyo rejimi ile dalgalı kur sistemine aykırı uygulamalara son verilecek.
Merkez Bankası konusundaki bu ilkeler, küresel sıcak para fonlarının ve küresel sermayenin kârlarını garanti altına almaya odaklanan neoliberal finans sisteminin temel taşlarıdır. Bu ilkelerin katıksız uygulanması, finans piyasalarını sıcak para fonları için dikensiz gül bahçesi haline getirecek. Sonuç, ithalata ve dış borçlanmaya dayalı bir ekonomi, sıcak paranın gelgitleriyle sürekli dalgalanan istikrarsız bir yapı, yüksek işsizliğin sürmesi ve gelir dağılımının daha da bozulması olacak.
Altı partinin ekonomi alanında ilk yapacaklarını söyledikleri şey Ekonomik Sosyal Konsey’e işlerlik kazandırmak. Ekonomik Sosyal Konsey’i, ekonomi politikalarının belirlenmesinden yasa tekliflerinin hazırlanmasına kadar geniş bir alanda etkili bir kurum haline getirmeyi amaçlıyorlar. Ancak konseyde çoğunluk bakanlar ve bürokratlar ile çeşitli sermaye örgütleri ve sermaye sendikalarının temsilcilerinden oluşacak. Konseyde emekçi kesimi, işçi ve memur konfederasyonlarının başkanları temsil edecek. Sendika konfederasyonlarının uzlaşmacı-işbirlikçi niteliği bir yana, sadece sayısal açıdan bile konseyde işçilerin temsili çok zayıf ve göstermelik düzeyde olacak. Bu haliyle Ekonomik Sosyal Konsey, esas olarak sermaye sınıfının çıkarlarına hizmet eden bir kurum haline gelecek.
Paralel bir yaklaşım eski Devlet Planlama Teşkilatı’nın yerini alacak şekilde, ancak çok daha geniş yetkilerle donatılması planlanan Strateji ve Planlama Teşkilatı için de geçerli. Ekonomi politikaları, strateji ve planlarının hazırlanmasında birinci derecede etkin olması planlanan bu kurumun özel kesimle yakın iş birliği içinde, onlarla iç içe çalışacağı, özel kesimle ortak ihtisas komisyonları kuracağı özellikle vurgulanıyor.
Tüm bunları üst üste koyduğumuzda 6’lı Masa’nın ekonomi programı da neoliberal düzeni restore etmeyi hedefleyecek ve sermaye sınıfının çıkarlarını birinci sıraya koyacak. Bu haliyle 6’lı Masa’nın seçim sonrası ekonomideki enkaz karşısında bulacağı çözüm de yine krizin yükünü emekçilerin sırtına yıkacak neoliberal politikalar olacak.
Altı partinin ekonomi programını hazırlamakla görevlendirdiği kurmaylarının geçmişine bakınca bu durum daha da netlik kazanıyor.
Bu ekipte CHP adına Faik Öztrak yer alıyor. CHP Parti Sözcüsü ve Genel Başkan Yardımcısı olan Öztrak’ın parti yönetimindeki özel görevi ise sermaye örgütleriyle ilişkiler. Buradan da esas olarak TÜSİAD ile ilişkileri anlamamız gerekiyor. Faik Öztrak’ın 2001 IMF programının oluşturulması ve uygulanmasında Kemal Derviş’in ilk sıradaki yardımcısı olduğunu da hatırlamak gerekiyor. 2001-2003 yılları arasında Hazine Müsteşarı olan Öztrak, 2001 IMF programının planlama ve uygulamasında en önemli aktörlerden birisiydi.
Altılı Masa’nın ekonomi kurmay heyetinde Ali Babacan’ın Demokrasi ve Atılım Partisi’ni temsilen yer alan İbrahim Çanakçı ise CHP’li Faik Öztrak’ın halefi. Öztrak’tan sonra Hazine Müsteşarı olan İbrahim Çanakçı, 2014 yılına kadar bu görevde kalarak, IMF programının AKP iktidarı döneminde hayata geçirilmesini sağladı. Çanakçı 2014-2016 yılları arasında da IMF’nin karar organı olan IMF İcra Direktörleri Kurulu’nda görev aldı.
Kurmay heyetinde İyi Parti’yi temsil eden Durmuş Yılmaz da Merkez Bankası Para Politikası Kurulu üyesi ve Merkez Bankası Başkanı olarak aynı dönemin temel teknokratları arasında yer aldı.
Altılı Masa’nın ekonomi kurmaylarının ekonomik sorunların kaynağı ve nasıl düzeleceği konusunda yaptıkları açıklamalar da bildikleri şeyi, yani Kemal Derviş’ten öğrendikleri neoliberal IMF programlarını uygulamaya niyetli olduklarını gösteriyor.
CHP’li Faik Öztrak, “Bugün Türk ekonomisine baktığımızda yönetime duyulan güven en önemli problem” diyor. Öztrak’a göre yıldan yıla artan vahşi sömürü, hızla artan zengin-yoksul uçurumu, yaygınlaşan ve derinleşen yoksulluk, emekçilere dayatılan güvencesiz ağır çalışma koşulları en önemli problem değil, yönetime duyulan güvensizlik en önemli problem. Yani güveni kaybetmiş kişiler Saray’dan gider, yerine güven duyulan kişiler gelirse her şey düzelecek.
Aynı yaklaşımı farklı sözlerle İbrahim Çanakçı’dan da duyuyoruz: “Türkiye’de bugün yaşadığımız sorunların temel kök nedeni cumhurbaşkanlığı sistemidir, akıl ve bilimden uzak politikalardır ve ehliyetsiz ve liyakatsiz kadrolardır.” Çanakçı’ya göre de cumhurbaşkanlığı sistemi değişir ve liyakatli kadrolar gelirse işler düzelecek.
Krizin yükü işçi ve emekçilerin sırtına yıkılacak
Altılı Masa’nın ekonomi heyetinin en güçlü iki ismi de krizin tüm yükünü emekçilerin sırtına yıkan ekonomi düzeninde temel bir değişiklikten söz etmiyor. Erdoğan ekibi gidip yerine kendileri geldiğinde, meselenin hallolacağını söylüyorlar.
Bu haliyle 6’lı Masa’nın da emekçilere vadettiği hiçbir şey yok. Onların temel vaadi neoliberal ekonomi sisteminin restorasyonundan ibaret.
Seçimler sonrasında enkaz halindeki ekonominin toparlanması için radikal ve kapsamlı bir ekonomi programı, seçimi kim kazanırsa kazansın kaçınılmaz olarak gündeme gelecek. Ve yine seçimi kim kazanırsa kazansın, tercihleri neoliberal ekonomi düzeninin restorasyonuna dayalı IMF tipi bir “istikrar programı” olacak. Bu programlar arasında farklılıklar olsa da özü, krizin yükünü işçi ve emekçilerin sırtına yıkmak olacak.
Bugün yaygınlaşan, derinleşen yoksullaşma ve azgın sömürü ile krizin yükü sırtına yıkılan işçi ve emekçiler, seçim sonrasında da yeni faturalarla karşılaşacak. Sermaye düzeninin bu saldırılarını frenlemek ve geri püskürtebilmek, ancak işçi sınıfının kendi talepleri etrafında birleşerek, sesini ve mücadelesini yükseltmesiyle mümkün olabilir.