Sri Lanka bir dış borç kriziyle cebelleşiyor. İlk aşamasını, tetiklediği tepkileri burada gözden geçirmiştim (“Sri Lanka’da Ayaklanma”, 20 Mayıs 2022).
Son on yıl boyunca endişeyle beklenen zincirleme borç krizlerinin Arjantin’i izleyen ikinci halkası mı? Büyük çevre ekonomilerinden Pakistan ile Mısır’ın da izleyebileceğinden söz ediliyor.
Altılı İttifak’ın liderlerinden Ali Babacan’a göre Türkiye de yakın adaydır (“Bu İşin Sonu Kötü Olacak: Ülke Batıyor”, T24, 18 Haziran).
Sri Lanka-Türkiye: Farklılıklar ağır basıyor
Son yılları istikrarsızlık ve döviz krizleri içinde yaşayan Türkiye’yi, bu yakında “iflas eden” Sri Lanka ile karşılaştırmak çekici olabilir. Yanıltıcı olabileceğini de peşinen bilerek…
Yakın tarihsel ilişkileri olmamış iki ülke… Bugün de önemli nicel farklılıkları var. Sri Lanka Türkiye’ye göre bir hayli küçüktür. Nüfusu Türkiye’nin dörtte biri, millî geliri onda bir oranında…
Gelişmişlik düzeyi de ülkemizin gerisindedir. 2021’de kişi başına GSYH 3745 dolar… Yirmi yıl öncesindeki Türkiye’yi biraz aşıyor.
1949’da bağımsız oldu; Hindistan gibi planlı, korumacı, müdahaleci kalkınma stratejisine yöneldi. 1960 sonrasındaki Türkiye gibi…
Sonrasında ülkemizle benzerlikler artacaktır.
Neoliberalizm tuhaf paralelliklere yol açıyor
1976’da Sri Lanka, Asya’da neoliberal politikalara geçen ilk ülke oldu. Türkiye de “erken davrananlar” arasındadır; dört yıl içinde aynı güzergâha yönelecektir.
Sri Lanka’daki sonuç, ithal ikameci sanayileşmenin tıkanması, ham maddeci (çay, kauçuk vb) uzmanlaşmaya yönelmek oldu. Dış ticaret açıkları ekonomik yapıya yerleşti. Daha sanayileşmiş bir üretim profiline rağmen Türkiye’de de dış kaynak bağımlılığı kronikleşecektir.
Günümüze yaklaştıkça Sri Lanka ve Türkiye’de siyasal benzerlikler artıyor. 21’nci yüzyılın büyük bölümünde iki ülke tek parti yönetimindedir: Sri Lanka’da Podujana Peramuna Partisi (PPP) 2005’ten, Türkiye’de AKP 2003’ten itibaren…
Sri Lanka’da PPP, Rajapaksa ailesinin denetimindedir. Türkiye’de ise AKP yönetimini “şahsım iktidarı…” diye adlandıranlar var.
Ortak bir neden akla geliyor: Neoliberal cendereye sürüklenen çevre ülkelerine siyasal yozlaşma yerleşir; neo-faşizme yol açabilir. Sermayenin tahakkümü güvenceye alınmalı, iktidar korunmalıdır. Halk sınıflarının tepkileri, temsilî demokrasi içinde bu işi güçleştirir. İki ülkede de 2015 seçimlerini iktidar partileri yitirdi. Yenilgiyi kabul etmediler; benzer yöntemlerle iktidarı koruyabildiler.
AKP’nin izlediği yöntemleri sadece sıralayalım: IŞİD’in Suruç, Ankara Garı kıyımları, başbakan Davutoğlu’nun “kokteyl terör” benzetmesi, Güneydoğu’da Hendek operasyonu, bu ortamda kazanılan Aralık 2015 seçimleri, 2016 FETÖ darbe girişiminin bir “fırsat” olarak kullanılması, anayasa referandumu ve OHAL uygulamaları… 2018’e gelindiğinde siyasal rejim, neo-faşist Saray iktidarına dönüşecektir.
Bu yöntemler sancılı bir iç savaştan geçmiş olan Sri Lanka iktidarına adeta kendiliğinden örnek olacaktır: Fırsat 2019 seçimi arifesinde gelecektir. IŞİD, başkent Colombo’da otelleri, kiliseleri bombalayacak; 269 kişi ölecektir.
Rajapaksa ailesi fırsatı sonuna kadar kullandı. İç Savaş’a son veren savunma bakanı Gotapaya Rajapaksa Cumhurbaşkanlığı’na aday gösterildi; Tamil muhalefeti IŞİD terörünün suç ortağı ilan edildi, siyasal baskı arttı; cumhurbaşkanlığı ve parlamento çoğunluğu rahatlıkla sağlandı.
Neoliberal modelden kaçış ve “iflas”…
Baskı yöntemlerinin ekonomi politikalarıyla tamamlanması gerekecektir. Neoliberalizmin istikrar ilkeleri ayak-bağı olmamalıdır.
AKP, 2015 sonrasında iktidarı korumak için istikrar değil, büyüme önceliğinin gerektiğini kararlaştırdı. Sri Lanka’da ise PPP, son seçimleri güvenlik, büyüme ve refah vadederek kazandı.
Benzer öncelikler farklı yöntemlerle hayata geçirildi. Türkiye’de ucuz kredilere dayalı parasal genişleme uygulandı. Dünya Bankası’nın Nisan 2021 tarihli Türkiye Raporu’na göre, “2020’de dünya çapında en geniş kredi genişlemesi Türkiye’de gerçekleşmiştir”. Sri Lanka ise 2019 sonrasında neoliberal modelden “bütçe disiplini” ilkesini çiğneyerek ayrıldı.
Türkiye’deki sonuçları biliyoruz; çözümledik: Millî gelir artışları fazlasıyla sermaye blokuna aktarıldı; ücretli milyonlar yoksullaştı.
Hızla “iflasa” sürüklenen Sri Lanka’yı ise biraz daha yakından izleyelim1. PPP yönetimi, 2019’da KDV oranını yarıya indirdi; yedi dolaylı vergiyi iptal etti. Artan bütçe açığı, Hazine’nin dış borçlanması ile karşılandı.
Bazı sonuçlar olumlu görünüyor: 2020’de enflasyon aşağı (%4,2’ye) çekilecek; 2021’de ekonomi geleneksel büyüme eğilimine (%3,6’ya) dönecektir.
Dış dengesizlikler ise hızla ağırlaşmaktadır. Dış borç/millî gelir oranı 2020’de yüzde 69’a çıkacak; “sürdürülemez” eşiği fazlasıyla aşacaktır. Artan iç talep 2021’de cari işlem açığını üç misli sıçratacaktır. Günlük ithalatın finansmanı rezervler eritilerek sürdürülecektir. Dış açıkların finansmanında önemli bir yeri olan işçi dövizleri de ulusal paradan kaçmaya başlayacak; “resmî kanalların” dışına taşacaktır.
Belirleyici sonuçlardan biri döviz piyasalarında gözlendi. Doların (Sri Lanka rupisi olarak) fiyatı, 2019 Aralık ve Mart 2022 sonu arasında yüzde 60 tırmandı.
Türkiye’de çok daha hızlı seyreden kur hareketleri enflasyonu kamçılamıştı. Benzer sonuç, biraz daha hafif boyutuyla Sri Lanka’da da gözlendi. 2011’de tüketici fiyatları üç misli (yüzde 12’ye), Mayıs 2022’de yüzde 30’a sıçradı.
2022’ye gelindiğinde ekonominin dış dengesi bıçak sırtındadır. Kritik eşik 19 Mayıs’ta aşıldı. Devlet tahvillerinden birinin 78 milyon dolarlık faizi ödenemedi. Borçluya tanınan 30 günlük mehil sona erdi. Alacaklı, Sri Lanka Hazinesi’nin “temerrüde düştüğünü” duyurdu; bu tespit, kredi değerlendirme kuruluşları tarafından teyit edildi.
Bir borcun vadesinde ödenmemesi, yani temerrüt (“default”), iflas anlamına da gelir mi? Bu soruyu Sri Lanka Merkez Bankası başkanı şöyle yanıtlamış: “Teknik tanımlar olabilir. Durumumuzu, alacaklı tarafı temerrüt olarak yorumluyor. Bizim tutumumuz açıktır. Yeniden yapılandırılmadıkça borçlarımızı ödeyemeyiz” (BBC News, 20 Mayıs 2022).
Batan ekonomiden insan manzaraları…
Merkez Bankası başkanı “ödeyemeyiz” derken 56 milyar dolara ulaşan tüm borçları kastediyor. Gıda, ilaç ve yakıt gibi zorunlu tüketim mallarının ithali nakit olarak, yani günlük rezervlerden güçlükle ödeniyorsa, özel sektöre dönük ticari krediler de tıkanmıştır (R.Roshan, Open Democracy, 13 Mayıs).
Kısacası genel bir “iflas” söz konusudur. Ali Babacan da 18 Haziran’da Türkiye için benzer bir geleceği “ülkenin batması, iflası” olarak adlandırıyor ve olası sonuçları sıralıyordu:
“İflas, parayla bile benzin, mazot bulamamak; 6 saat, 10 saat elektrik kesintisi, doğalgaz kıtlığı, sanayinin durması, işsizliğin patlaması demek. Esnaf, dükkânının kapısına kilit vurmak zorunda kalacak. Çiftçi toprağını ekemeyecek. Pazarda tezgâhlara sebze meyve gelemeyecek…”
Babacan Sri Lanka iflasını izliyor mu? Bilemem. Öngörüleri ise Sri Lanka’dan BBC News’ın aktardığı “insan manzaraları” ile paraleldir: “Bir kadın yakınıyor: ‘Gazyağımız yok, tüp gazımız yok, sobalara odun yok. Benzin kuyruğunda beklerken ölenler bile oldu. Her gün çocuklarımızı besleme çabasındayız.’ BM temsilcisi de uyarıyor: ‘Nüfusun yüzde 22’sine, yani 5,7 milyon insana acil gıda, yakıt yardımı gerekiyor. Hemen davranmazsak Sri Lanka insanî bir krize sürüklenecektir’ (13 Mayıs 2022)”.
Ülkemiz şimdilik, Sri Lanka’nın 19 Mayıs’ta karşılaştığı kritik eşikte değil. Ama iki ülkenin güncel kırılganlık göstergelerine yakından bakarsak Babacan’ın senaryosunu da gerçekçi kabul edeceğiz.
1.J. Ghosh & C.P. Chandrasekhar, “Roots of Sri Lankan Debt Trap”; ve P.Patnaik, “Reflections on the Sri Lankan Crisis; IDEAS, 3.V.2022.
soL / 24.06.22