Tayyip Erdoğan’ın Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in yana yakıla sürdürdüğü sıcak para arayışının son durağı Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası’nın ilkbahar toplantıları oldu. Mehmet Şimşek, New York’ta küresel sıcak para fonlarının uzmanlarına, başlattıkları emek düşmanı ekonomi programını sürdürmekte ne kadar kararlı olduklarını anlatmak, onları ikna emek için kapı kapı dolaştı, toplantıdan toplantıya koştu.
Küresel finans baronlarının isteklerini yerine getiren ve bu yoldan sapmayacağına garantiler veren Mehmet Şimşek, bu kez tam istediği yerden istediği gibi bir desteği almış gözüküyor. IMF Avrupa Bölümü Direktörü Alfred Kammer, düzenlediği basın toplantısında bir soru üzerine IMF’nin Erdoğan iktidarının yürürlüğe koyduğu ekonomi programını desteklediğini ilan etti ve “Biz de Türkiye’ye oradaki ekonomi ekibinin izlediği programı tavsiye ederdik” dedi.
Böylece Saray rejiminin uygulamakta olduğu ekonomi programının katıksız bir IMF programı olduğu en yetkili ağızlardan teyit edilmiş oldu. Tayyip Erdoğan’ın lafta IMF karşıtlığının bir sahtekarlıktan başka bir şey olmadığı da bir kez daha görüldü. Erdoğan’ın Hazine ve Maliye Bakanı yaptığı Mehmet Şimşek’in de mevcut programının mimarı olarak sermayenin çıkarlarını gözeten bir IMF komiserinden farkı olmadığı da kanıtlanmış oldu.
IMF Direktörü Kammer, Şimşek’in New York gezisi boyunca yaptığı her konuşmada tekrarladığı bir şeyin daha altını çizdi. Destekledikleri programın “uzun vadeli” olduğunu ve uzun vadeli olarak sürdürüleceğini söyledi. Bu sözler, aynı zamanda başlattıkları emek düşmanı ekonomi programını sapmadan uygulamaya devam etmeleri için Erdoğan-Şimşek ve iktidarına yapılmış bir uyarı niteliği de taşıyor.
Yerel seçimlerden sonra önümüzde uzun bir seçimsiz dönem olmasını sık sık vurgulayan Erdoğan ve Şimşek’in meramı da zaten buydu. Onlar da emek düşmanı planlarını en azgın haliyle uzun yıllar sürdürme hazırlıkları yapıyorlar.
Mehmet Şimşek’in IMF’den aldığı “takdir belgesi” ile Türkiye’ye dönmesinin ardından önümüzdeki günlerde daha ayrıntılı bir ekonomi paketinin açıklanması bekleniyor. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nda uzun zamandır böyle bir paketin hazırlanmasına yönelik çalışmalar yapıldığına dair kulis bilgileri yansımıştı.
IMF’den “takdir belgesi” alan bu planın karakterini ve ana hatlarını tahmin etmek zor değil. Gerek eylül ayında açıklanan üç yıllık Orta Vadeli Plan’a konulan hedefler, gerekse Tayyip Erdoğan, saraydaki yardımcısı Cevdet Yılmaz, Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası yetkililerinin açıklamaları ve raporlarında bunun ipuçları mevcut.
Birinci olarak enflasyon yüksekten uçmaya devam ederken ücretlerin yerde sürünmeye devam etmesi amaçlanıyor. Mehmet Şimşek de Tayyip Erdoğan da emekli maaşlarında düzeltme yapılmasına, asgari ücretin yıl içinde tekrar artırılmasına karşı oluklarını defalarca söylediler. Son olarak bu koroya üstüne vazife olmadığı halde Merkez Bankası da katıldı. Asgari ücrete temmuzda zam yapılmasının enflasyonu artıracağı yalanını enflasyon raporuna koydu. Oysa bizzat Merkez Bankası uzmanlarının yaptığı istatistik hesaplar, asgari ücret artışlarının enflasyon üzerinde anlamlı bir etkisinin olmadığını teyit etmişti.
Sermayenin karlarını garanti altına alma amacı taşıyan bu plana göre, bugüne kadar emekçilerin sofrasından eksilen lokma yetmezmiş gibi lokmalar daha da azaltılmak isteniyor. Üstelik bu durum yıllarca devam edecek. Geçim sıkıntısı daha da artarken yoksulluk da derinleşip yaygınlaşacak.
Saldırı sadece bu yıl için tasarlanan bir şey de değil. Şimşek’in sık sık dillendirdiği ücret politikası, ücretlere yılda tek zam yapılması ve zam oranının da hükümetin yıllık enflasyon hedefini aşmamasına dayanıyor. Oysa biliyoruz ki hükümetin yıllık enflasyon hedefi gerçekleşen enflasyonun kat kat altında oluyor. Bunun sonucu, emekçilerin ekonomik büyümeden pay almak bir yana ücret artışlarının sürekli olarak enflasyonun altında ezilmesi, emeğin giderek daha da ucuzlaması, şirketlerin karları katlanırken sömürü ve yoksulluğun her yıl biraz daha derinleşmesi olur.
Planın ikinci ayağında “kamu harcamalarında kısıntı” yer alıyor. Bundan AKP ve Saray seçkinlerinin şatafatında veya Erdoğan’ın ihale çetesine yapılan dolar bazlı garanti ödemelerinde kısıntıya gidileceğini ya da 2024 bütçesine sermaye sınıfına sağlanan 2 trilyon 210 milyar liralık vergi istisnalarının kaldırılacağını zannetmek saflık olur. Nitekim planın mimarı Mehmet Şimşek gözünü nerelere diktiğini en son AKP Strateji Kurulu toplantısında açıkladı.
Şimşek’in ilk hedefi sağlık harcamaları. Bunun anlamı bir yandan sağlık personeli alımının durdurulması diğer yandan hastane kuyruklarının uzamasıdır. Asıl büyük operasyon ise ilaç, muayene ve hastane katkı paylarının artırılmasında olacak. Buna ek olarak ilaç ithalatına kısıtlamalar getirme planı var. Bunun sonucu da yoksulların kritik ilaçlara ulaşamaması, sağlık hakkının sadece ilaçları yurt dışından getirtebilen zenginlerin hakkı haline gelmesi olacak. Tüm bunlarla sağlıkta ticarileşme iyice genişlerken, zaten geçinme sıkıntısı çeken emekçi ailelerin sağlık için cepten yaptıkları harcama miktarı hızla artacak.
Bunlara her alanda sosyal destek ve sosyal yardımların kısılması eklenecek. Bu ise zaten şiddetli bir geçim zorluğu çeken emekçilerin yaşamını iyice katlanılmaz hale getirecek.
Şimşek’in dillendirdiği bir formül de kamuda personel servisi bütçelerinin kısılması. Bunun sonucu da kamu çalışanlarının ulaşım ve sarf giderlerinin artması olacak.
Bunların yanısıra kamu harcamalarının kısılması genel olarak halkın aldığı kamu hizmetlerinin azalması veya bozulmasına neden olacak. Bu durumun doğrudan uzantısı kamu hizmetleri alanında ticarileşmenin yaygınlaşmasıdır. Bu operasyonun ikinci ayağında ise kamu çalışanlarının iş yükünün ve koşullarının ağırlaştırılması yer alacak.
Saray rejiminin planları bunlarla sınırlı kalmayacak, işçi sınıfının kazanılmış haklarını hedef alan, işçileri sermaye sınıfı karşısında zayıflatacak uzun vadeli ve kalıcı adımlar atmaya, bunun için yasalar çıkarmaya da hazırlanıyor. İlk adımda çalışma yasalarında yapılacak değişiklikler var.
Çalışma yasalarında planlanan değişiklikler, işçilerin çalışma şartlarını ağırlaştırarak iyiden iyiye güvencesiz hale getirmeyi amaçlıyor. Rejim, geçici süreli iş sözleşmeleriyle hem işten çıkarmaları çok kolaylaştırmak hem kıdem tazminatını fiilen ortadan kaldırmak istiyor.
Esnek çalışma, uzaktan çalışma gibi düzenlemelerin yaygınlaştırılması da çalışma yaşamında işçileri daha güvencesiz hale getirecek. Buna ek olarak iş yapmakla ilgili yemek, ulaşım, aydınlatma, ısınma, internet, telefon gibi birçok ihtiyacın maliyeti, patronlardan alınıp emekçilerin sırtına yükleyecek. Bu uygulamalar aynı zamanda işçilerin birlik ve dayanışma imkanlarını sınırlayarak, işçileri daha örgütsüz, yalnız ve güvencesiz hale getirmeyi amaçlıyor.
Bir diğer yasal değişiklik hazırlığı ise “ikinci emeklilik” diye pazarlanıyor. Bunun bir amacı işçilerin sosyal güvenlik sisteminden sağladığı sağlıktan emekliliğe kadar kullandığı tüm imkanların törpülenmesi. İkinci emeklilik uygulamasına paralel olarak emekli aylıkları daha da kısılacak, sağlık harcamalarında katkı payları artırılacak.
Özel emeklilik sistemi aynı zamanda işçilerin maaşlarından sigorta şirketlerine zorunlu kesintiler yapılmasını getirecek. Bu da finans sermayesine işçilerden çalınan para ile yeni kaynaklar yaratmak anlamına geliyor.
Bu planın asıl önemli yanı kıdem tazminatı hakkını gasp etmeyi amaçlaması. Bu plan hayata geçerse birikmiş kıdem hakları kapitalistlere ve sigorta şirketlerine peşkeş çekilecek. Bu değişiklik sonrasında kapitalistler için işten çıkarma son derece kolaylaşmış olacak. Ayrıca kıdem hesapları aşağı çekilerek işçilerin alacağı tazminat miktarları da kuşa çevrilecek.
Saray rejimi sermaye sınıfının karlarını garanti altına almak ve küresel sıcak para fonlarına yüksek kar olanağı sunmak için işçi sınıfına karşı böylesine kapsamlı ve azgın bir saldırıya hazırlanıyor. Buna kalkışırken önümüzdeki 4 yılda seçim olmayacağı var sayımını ise saldırı için bulunmaz bir fırsat görüyor.
Görüldüğü gibi sermaye sınıfı ve bu sınıfın “demir yumruğu” olan Saray rejimi bu defa çok kapsamlı/pervasız bir saldırının startını vermiştir. İşçi sınıfıyla emekçiler için buna katlanmak kader değildir elbet. Saldırmak onların işi. Bu küstahça saldırganlığa karşı direnip geri püskürtmek de işçi sınıfının iş olmalıdır. Birleşik, fiili-meşru örgütlü mücadeleyi yükseltmek dışında bir seçenek de bulunmuyor zaten. Hem üretim hem yaşam alanlarında bu mücadeleyi örgütlemek her zamankinden daha acil daha büyük bir ihtiyaçtır.