Mehmet Şimşek, emekçilere yoksulluk ve sömürü artışından başka bir şey vaat etmiyor. Nitekim ilk işi yabancı sermayeye selam, emekçiye sabır mesajı göndermek oldu.
Seçimler bitti, seçim öncesinin ekonomik sistemi ise çoktan bitik haldeydi. Günübirlik manevralarla ve her gün emekçinin sofrasından bir lokmayı daha çalarak ayakta tutulan ekonomik sistemin ayakta duracak hali kalmamıştı. Seçim sonrası ekonomi politikalarında köklü değişikliklerin yapılması zorunluydu.
Ekonomi takımının kaptanı bunun için değişti. Nureddin Nebati gitti, Mehmet Şimşek geldi. Mehmet Şimşek rastgele bir seçim değildi. AKP şefi Erdoğan, miting meydanlarında “sahtekar” diye damgaladığı Mehmet Şimşek’i bakan yapabilmek için neredeyse arkasından koştu. Erdoğan’ın bu ısrarının temel nedeni, “İngiliz Mehmet” lakaplı Şimşek’in Londra finans piyasalarında tanınıp “sevilen” birisi olması.
Erdoğan’ın ekonomi politikaları, Merkez Bankası’nın döviz rezervlerini sıfırlamakla kalmadı, oradan buradan bulunan emanet dövizleri de harcadı. Şimdi ekonomi, çölde susuz kalmış bir insan gibi dışarıdan gelecek dövize muhtaç durumda. Şimşek’ten, dünya finans piyasalarındaki ilişkilerini kullanarak kısa zamanda bol miktarda sıcak para getirmesi bekleniyor. Merkez Bankası’nın başına ABD finans piyasalarında tanınan Hafize Gaye Erkan’ın getirilmesinin nedeni de aynı. Ondan da ABD’deki sıcak para fonlarını Türkiye’ye getirmesi bekleniyor.
Tabii bunun için bu uluslararası tefecilerin gönlünün yapılması gerekiyor. Şimşek, Hazine ve Maliye Bakanlığı koltuğuna oturduğu andan itibaren yurtdışına itinayla bu mesajı veriyor. Daha ilk günkü devir-teslim töreninde “Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır” demesi, “uluslararası normlara uygunluk” ve “kurala dayalı, öngörülebilir bir Türkiye ekonomisi” sözü vermesi bu çabanın bir parçasıydı.
Şimşek devir teslim töreninde, eski bakan Nebati’nin yüzüne, eski politikanın akıl dışı olduğunu ve çarelerinin tükendiğini söylemek zorunda hissetti. Bunun nedeni Nebati’yle aralarında bir husumet olması değil, sıcak para fonlarına şirin görünmek içindi. Şimşek yabancı sermayeye, duymak istediği sözleri söyleyerek, ekonomide onların arzuladığı düzenlemeleri yapacağını ilan etti.
Şimşek bakan olduktan sonraki ilk twitter mesajında da aynı tavrını ortaya koydu. Yabancıları hedefleyen İngilizce mesajında “öngörülebilirliği artırmak için kurallara dayalı bir politika oluşturma sözümüzü teyit ediyoruz” diyerek, yabancı fonlara selam gönderdi. Aynı anda Türkçe olarak yayınladığı mesajında ise vatandaşlardan “sabır” istedi.
Bunlar ekonomide yeni dönemde neler olacağının işaret fişekleri. Yabancı sermayenin gönlünü yapabilmek için ne gerekiyorsa yapılacak. Çünkü bir yanda sürekli artarak cari açık veren bir ekonomi, diğer yanda kasası tamtakır olmuş, borç bulduğu dövizleri de tüketmiş, savaş halinde bile satılmayacak altın rezervlerini satmaya başlamış bir Merkez Bankası var.
Yabancı sermayenin gönlünü yapabilmek için hızlı adımlar da atılacak. Bu ise ekonomide IMF’siz de olsa bir IMF programı uygulamak demek. Erdoğan IMF’yle ilgili cilalı laflar ededursun, fiiliyatta IMF olmadan IMF’nin taleplerinin altına imza atacak.
İki yıldır ağzından düşük faizi, “nas” sözünü düşürmeyen Erdoğan’ın bütün laflarının bir anda unutulacağını ve Merkez Bankası’nın faiz artırdığını göreceğiz. Zaten saray medyasının ekonomi yazarları “her durumun özel koşulları vardır” gibi ifadelerle U dönüşüne uygun laflar etmeye başladılar.
Seçim meydanlarındaki yalanlar bir anda unutulacak. Kurlar şimdiden hızla yükselmeye başladı. Faizler de ciddi ölçüde yükselecek. Zaten Merkez Bankası’nın bankalara borç para verirken uyguladığı faiz dışında mevduat faizleri de, kredi faizleri de ondan çok yüksek düzeylere çıkmıştı. Şimdi faizler bulunduğu yerden daha da yükseklere tırmanacak.
Kurun yükselmesiyle yabancı sermaye için Türkiye kelepir yatırım alanı haline getirilecek. Özelleştirme planları ile Türkiye Varlık Fonu’nun elindeki şirketler, bankalar, Türk Telekom, Türk Havayolları yabancı sermayenin “beğenisine sunulacak”. Dış borcu yüksek özel şirketler de batan geminin malları olarak yabancı sermayenin sofrasına konulacak.
Yükselen kur ve faizler, uluslararası sıcak para fonları için Türkiye’yi vurgun yeri haline getirecek.
Tüm bunların asıl amacı, ekonomik krizin faturasını emekçilerin sırtına yıkarak bir enkaz haline gelen ekonomiyi sermaye sınıfının en az hasarla atlatmasını sağlamak.
Yeni ekonomi yönetiminin atacağı her adımın faturası emekçilere çıkacak. IMF’siz IMF programının ayaklarından birisi bütçe açığını azaltmak, kamuda kemer sıkmak olacak. Bu da artan vergiler ve zamlarla halkın sırtına yeni yükler eklenmesi, öte yandan sosyal desteklerin, maaşların, hatta depremzedeler için yapılması gereken harcamaların kısılması demektir.
Kurlardaki artış her zaman olduğu gibi enflasyonda yeni bir dalga yaratacak. Asgari ücrete, emeklilere, memurlara yapılan maaş zamları daha emekçinin eline geçmeden pula dönecek.
Faizlerdeki artış ise borçla aile bütçesini çevirmeye çabalayan ailelerin sıkıntılarını katlayacak. Küçük işletmelerde iflaslara yol açacak. Sermaye sınıfı artan faiz maliyetini hemen emekçilerden çıkarmaya kalkışacak. Bir yandan işten çıkarmalar artacak, diğer yandan ücretler aşağı çekilecek.
Sonuç olarak, bugün işçi sınıfı ve emekçiler, Erdoğan iktidarının ve sermaye sınıfının yeni bir saldırı dalgasıyla karşı karşıya. Saray yönetiminin U dönüşüyle ekonomide uygulayacağı yeni politikalar, ekonomik dengelerin yaşadığı çöküş karşısında sermaye sınıfını kurtarmaya ve krizin bütün yükünü işçi sınıfı ve emekçi halka yıkmayı amaçlıyor.
Bu saldırı dalgası karşısında işçi sınıfı ve emekçiler için birleşmekten, dayanışmayı güçlendirmekten ve her mevzide mücadeleyi yükseltmekten başka bir çıkış yolu yok.