Azgınlaşan sömürünün kaynağı ve suç ortakları

İşçilerin nicel ve nitel olarak en güçlü olduğu bu büyük işletmelerde toplu iş sözleşmesi ile alınan ücretlerin, toplu iş sözleşmesi uygulanmayan işletmelerdeki ücretlerle neredeyse aynı düzeye düşmesi, sendika ağalarının ihanetinin istatistiklere dökülmüş halinden başka bir şey değildir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 21 Ocak 2022
  • 18:15

Türkiye İstatistik Enstitüsü’nün (TÜİK) kısa bir süre önce yayınladığı işgücü maliyeti istatistikleri, işçi sınıfının maruz kaldığı vahşi sömürü koşullarını bir başka pencereden bir kez daha gözler önüne serdi. 

Daha önce milli gelirden emeğin aldığı paydaki hızlı düşüş, özellikle Covid-19 salgını sürecinde sermayenin karları artarken ücretlerin düşürüldüğünü göstermişti. İstanbul Sanayi Odası’nın birinci ve ikinci en büyük 500 sanayi kuruluşu araştırmaları, sanayi sektörünün dev şirketlerinin ücret ödemeleri enflasyonun altında kalırken karlarının patlama yaptığını ortaya koymuştu. Hisse senetleri borsada işlem gören şirketlerin borsaya bildirdikleri bilanço verileri de, özellikle dev sanayi şirketlerinin karlarının 2020 yılında kat kat arttığını belgelemişti.

TÜİK’in son araştırması da aynı sonucu bir kez daha ama farklı ayrıntılarla rakamlara döküyor.

TÜİK’in bu araştırması dört yılda bir yapılıyor. Son açıklanan istatistikler de 2020 yılına ait. Araştırma ücretli çalışanlara ödenen saatlik ve aylık ücretler ile ek ödemelerle ücretlilerin eline geçen toplam kazanç ve bunun işverene maliyetine ait istatistikleri yansıtıyor. Araştırma sadece kurumların kayıtlı, bordrolu çalışanlarını kapsıyor. Kayıtdışı çalıştırılan emekçiler ve dolayısıyla onların ücretleri bu araştırmanın kapsamına girmiyor.

Ordu, polis teşkilatı, mülki idareler, adliye gibi kamu yönetimi birimlerinde çalışanlar ile tarım sektörü dışında tüm sektörlerdeki kamu ve özel sektör çalışanları bu araştırmaya giriyor.

Saray rejimi güç kazandıkça sömürü de hız kazandı

TÜİK’in bu verileri bir kez daha özellikle son yıllarda emek sömürüsünde çok hızlı bir artışın yaşandığını gözler önüne seriyor. Bunu ortalama ücretlerin asgari ücretle olan farkının seyrinden açıkça görüyoruz.

Ortalama brüt ücret 2004, 2008 ve 2012 yıllarında brüt asgari ücretin 2.2 katı düzeyinde paralel bir seyir izlemiş. 2012 sonrasında ise ücretler hızla asgari ücrete yaklaşmaya başlamış. 2012 yılında ortalama brüt ücret, o yılki brüt asgari ücretin yüzde 225’i kadarken 2016’da yüzde 189’u düzeyine inmiş. 2016 sonrasında ücretlerdeki düşüş daha da hızlanmış ve 2020 yılında ortalama brüt ücret brüt asgari ücretin yüzde 138’i düzeyine kadar düşmüş.

Asgari ücretin bir sefalet ücreti olduğu, açlık sınırının bile altında kaldığı biliniyor. Ortalama ücretin asgari ücrete bu kadar yaklaşması, ücretlerin yarıdan fazlasının asgari ücrete çok yakın sefalet ücretleri haline geldiğini kanıtlıyor.

Üstelik bu ortalama hesabına şirketlerin üst düzey yöneticilerinin, hatta şirketinde ücretli çalışan gösterilen patronların, yönetici kademelerdeki beyaz yakalı çalışanların yüksek ücretleri de dahil ediliyor. Bu da mavi yakalı normal bir işçinin ortalama ücretinin asgari ücret düzeyinde olduğunu gösteriyor. Ayrıca bu hesapta sadece sigortalı, kayıtlı işçiler var. Sigortasız kayıtdışı çalıştırılan yüzbinlerce emekçi de hesaba katılırsa, işçilerin gerçek ücret ortalamasının asgari ücretin bile altına düştüğü anlaşılır.

Küçük işletmelerde ortalama ücret düzeyi daha da aşağılara iniyor. 50’den az ücretli çalışanın bulunduğu işletmelerde ortalama ücret, 2020 yılında asgari ücretten sadece yüzde 15 oranında daha fazla. Bu da küçük işletmelerde sigortalı işçilerin neredeyse tamamının asgari ücretle çalıştırıldığı anlamına geliyor.

Ücretlerdeki erimenin son derece hızlandığı 2012-2020 arasında ortalama brüt ücretteki artış yüzde 97. Buna karşın aynı dönemde enflasyondaki artış yüzde 137. Üstelik TÜİK’in enflasyon hesabının gerçek enflasyondan çok daha düşük olduğunu biliyoruz. Bu veriler ortalama ücretin son yıllarda enflasyon karşısında reel olarak çok hızla eridiğini kanıtlıyor.

Ücretlerdeki erimenin binden fazla ücretli çalışanı olan işyerlerinde çok daha yüksek boyutta olması, özellikle dikkat çeken bir nokta. Binden fazla ücretli çalışanı olan işyerlerinde ortalama brüt ücret, 2012-2020 arasındaki 8 yılda sadece yüzde 67 artmış. Ortalama ücret artışının 30 puan altında kalan bu artış, yüzde 137 olan TÜİK enflasyonunun ancak yarısı kadar.

Dolayısıyla veriler, özellikle 2012 sonrasındaki yıllarda emek sömürüsünün hızlanarak arttığını, her yıl emekçilerin daha büyük bölümünün sefalet ücreti düzeyindeki asgari ücrete mahkum hale getirildiğini gösteriyor.

Emek sömürüsünün 2012 sonrasında böylesine hızlanarak artması bir tesadüf değil. Bu dönem aynı zamanda gerici faşist Erdoğan rejiminin her alanda baskı ve şiddetini adım adım zirveye çıkardığı bir süreçtir. Boyutlanan baskılar doğrudan emek sömürüsünü artırmanın da bir aracı olmuştur. Erdoğan zaman zaman sermaye temsilcileriyle çatışıyormuş görüntüsü vermeye çalışsa da, olguları tam olarak yansıtmayan TÜİK verileri bile onun gerçekte kapitalistlerin çıkarlarının savunucusu olduğunu ortaya koymaktadır.

Sendika ağaları kimin safında?

TÜİK istatistikleri, sömürü düzeninin bir başka ayağını gün yüzüne çıkartan veriler de içeriyor. Bunu da toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işyerlerindeki ortalama ücretler ile toplu iş sözleşmesi olmayan işyerlerindeki ücretler arasındaki farkın seyrinde görüyoruz. Toplusözleşme uygulanan işyerlerindeki ortalama ücret ile toplusözleşmesi olmayan işyerlerindeki ortalama ücret arasındaki fark giderek azalıyor.

Toplu iş sözleşmesi olan ve olmayan işyerleri arasındaki ücret farklarını karşılaştırdığımızda, ortaya çıkan manzara şöyle:

50-249 kişi arasında ücretlinin bulunduğu işyerleri arasında toplu iş sözleşmesi yapılan işyerlerdeki ortalama ücret, toplu iş sözleşmesi olmayan işyerlerindeki ücretten 2008 yılında yüzde 61 daha fazlaydı. Bu fark 2020 yılında yüzde 32’ye düştü.

250-499 kişi arasında ücretlinin çalıştığı büyük işletmelerde, 2008 yılında toplu iş sözleşmesi olmayan yerde çalışan bir işçinin aldığı her 100 liraya karşılık toplu iş sözleşmesi olan bir işçi 144 TL ücret alıyordu. 2020 yılında toplu sözleşmesiz işçilerin aldığı her 100 TL ücrete karşılık toplu iş sözleşmeli bir işçinin aldığı ücret 127 liraya düştü.

500-999 kişi arasında ücretlinin bulunduğu büyük işletmelerde toplu iş sözleşmeli bir işçi, toplu sözleşmesiz işyerinde çalışan bir işçiden yüzde 37 daha fazla ücret alırken, 2020’de sadece yüzde 8 daha fazla ücret alır hale düştü. Binden fazla ücretlinin bulunduğu büyük işletmelerde ise toplu iş sözleşmeli ve toplu iş sözleşmesiz ücretler arasındaki fark 2008’de yüzde 31 iken 2020’de yüzde 16’ya indi.

Toplu iş sözleşmeli ortalama ücret ile toplu iş sözleşmesiz ücret arasındaki farkın 2008’e göre artış gösterdiği tek alan 50’den az ücretlinin çalıştığı küçük işyerleri. Küçük işyerlerinde toplu iş sözleşmeli ortalama ücret, toplu iş sözleşmesi olmayan ücretten 2008’de yüzde 38 daha fazlayken 2020’de yüzde 47 daha fazla hale geldi. Ancak bu gruptaki ortalama ücretlerin 2020 yılında asgari ücretten sadece yüzde 15 daha fazla olduğu, yani genel ücret seviyesinin zaten çok düşük olduğu dikkate alınırsa, bu artışın çok bir şey ifade etmediği görülüyor.

Bu veriler toplu iş sözleşmesi olan yerlerdeki ortalama ücretler ile olmayan işyerlerindeki ortalama ücret arasındaki farkın giderek azaldığını ve özellikle çok sayıda işçinin çalıştığı büyük işyerlerinde giderek anlamsız hale geldiğini gösteriyor. 500-999 ücretlinin çalıştığı büyük işletmelerde toplu iş sözleşmeli ücretle, toplu sözleşmesiz ücret arasındaki fark sadece yüzde 8. Binden fazla ücretlinin çalıştığı dev işletmelerde ise sadece yüzde 16.

Bu veriler sendikaların gerçek işlevini yerine getirmediğinin rakamlarla ifadesi. Bunun sorumlusu da sendika bürokratları. Sendika bürokratları, emek sömürüsü böylesine dizginsiz artarken sermaye düzeninin suç ortaklığını üstleniyorlar.

500’den fazla işçi çalıştıran büyük işyerleri, işçilerin hem sayısal olarak hem de nitelik olarak daha güçlü oldukları yerler. Buna rağmen ortalama ücretin enflasyon karşısında en fazla eridiği yerler büyük işletmeler. Bu sonuçta sendika ağaları önemli bir rol oynuyorlar. Zira, ücretlerde toplu sözleşme farkının en düşük, en anlamsız düzeye indiği yerler büyük işyerleri.

İşçilerin nicel ve nitel olarak en güçlü olduğu bu büyük işletmelerde toplu iş sözleşmesi ile alınan ücretlerin, toplu iş sözleşmesi uygulanmayan işletmelerdeki ücretlerle neredeyse aynı düzeye düşmesi, sendika ağalarının ihanetinin istatistiklere dökülmüş halinden başka bir şey değildir.

Bunun son örneğini metal işkolundu gördük. Gece yarısı imzalanan satış sözleşmesini kabul etmeyerek direnişe geçen Çimsataş işçileri, karşılarında işten atma tehditleriyle kapitalist patronu ve tomalarıyla devleti buldular İşçiler birleşerek sömürüye itiraz ederlerken, sendika ağaları direnen işçilerin değil kapitalist patron ile tomaların yanında saf tuttular.

İLİŞKİLİ HABERLER