İki yılda bir tekrarlanan çirkin tiyatro bir kez daha tekrarlandı. Yalan-dolanla, düzenbazlıkla, haksızlıkla, adaletsizlikle, sömürüyle bezenmiş tiyatroda bu kez de değişen bir şey yok.
Kamu toplu sözleşme görüşmelerinden bahsediyoruz.
Yalan-dolan daha adından başlıyor. Adı toplu sözleşme ama toplu sözleşme değil. Ortada bir toplu pazarlık yok. Türlü yollarla diğer sendika ve konfederasyonların dışlandığı görüşmeler, hükümet ile yandaşlığı tescilli sendika yöneticileri arasında göstermelik bir oyun olmanın ötesine geçemiyor. Bu orta oyununun sonunda yüzbinlerce kamu emekçisinin talepleri değil, hükümetin istemleri karşılanıyor. Yandaş sendikacılar bu oyunda figüran rolünü üstleniyorlar. Sendikal özgürlüklerin ve grev hakkının olmaması da bu oyunu son derece kolay hale getiriyor.
Masadaki ve perde gerisindeki aktörler
Sergilenen orta oyununun bir de masada gözükmeyen üçüncü bir oyuncusu var: Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK). Maaş zammı görüşmelerinde gündemin ilk maddelerinden birisi enflasyon oluyor. TÜİK enflasyonu yarı yarıya düşük hesaplayınca, zam pazarlıklarında emekçilerin önüne bir set koymuş oluyor. Hükümet de bu sete sırtını yaslayarak maaş zamlarını düşük tutma çabasında bunu bir silah olarak kullanıyor.
Bu çirkin tiyatronun masada gözükmeyen ve hiç sözü edilmeyen dördüncü bir oyuncusu daha var. Ki bu aktör bu tiyatronun unutulmuş “oyun yazarı” aynı zamanda. Bu gizli oyun yazarı ve görünmez aktör ise Uluslararası Para Fonu (IMF).
IMF’nin enflasyonu düşürmek için Türkiye’nin önüne koyduğu reçetelerin başında ücret artışlarının hükümetin gelecek yıla ilişkin enflasyon hedefine göre belirlenmesi yer alır. Bu politika aslında enflasyonu düşürmenin maliyetini emekçi sınıfların sırtına yıkmanın ve enflasyonla emek sömürüsünü artırmanın aracıdır.
IMF’ye karşı fırsat buldukça şov yapmaktan geri durmayan Tayyip Erdoğan, tüm iktidarı boyunca IMF’nin yazdığı bu oyuna sadık kalmak için elinden geleni yaptı.
Hükümetin enflasyon hedefinin tuttuğunu hiç görmedik ama enflasyonun hükümetin ilan ettiği hedefin iki katını aştığını çok gördük. Ücret artışları hükümetin tutmayacağı baştan belli enflasyon hedefine göre belirlenince, ücretler otomatik olarak enflasyon karşısında erimiş, emekçiler giderek yoksullaşmış oluyor.
Her altı ayda bir ücretlere enflasyon farkının eklenmesi de bu resmi temelde değiştirmiyor. Çünkü önce ücretler eriyor, sonra erimiş ücretlere düzeltme geliyor. Yani enflasyon hep önde, ücretler hep arkada koşuyor.
Burada bir de TÜİK’in sahte enflasyon hesabı devreye giriyor. Altı ayda bir yapılan enflasyon düzeltmeleri TÜİK’in enflasyon hesabına göre yapılıyor. TÜİK enflasyonu yarı yarıya düşük hesaplayınca da emekçilerin alım gücündeki erime karşısında, verilen enflasyon düzeltmesi devede kulak kalıyor. TÜİK’in enflasyon sahtekarlığı, emek sömürüsünü artırmanın önemli bir aracı haline geliyor.
Çirkin tiyatronun genel seyri böyle. Şimdi bu yıl sahnelenen oyunda neler olduğuna yakından bakalım.
Sözleşmeden ne çıktı?
Memur-Sen masaya otururken açıkladığı teklifinin ana noktaları şöyleydi:
Ücretlere 2022 yılı için Ocak ayından başlayarak tüm yıl için geçerli yüzde 21 zam, 2023 için de yüzde 17 zam yapılması. Bu iki artışın toplamı bileşik olarak iki yılda ücretlere yüzde 41.57 zam yapılması anlamına geliyor.
Memur-Sen teklifinde her yıl için yüzde 3 de refah payı artışı yer alıyordu. Bunu da eklediğimizde, iki yıl sonundaki artış yüzde 50.19’u buluyor. Memur-Sen artışların 6 ayda bir iki kademeli değil, Ocak ayından itibaren tüm yıl için yapılmasını önerdiği için, aslında ağırlıklı ortalama artış oranı daha da yükseliyor.
Memur-Sen buna ilaveten geçmiş dönem kayıplarını telafi için 600 TL seyyanen zam da talep etti. Bunu eklediğimizde, en düşük memur maaşı için iki yıllık artış üstelik 2023 Ocak ayından başlayarak yüzde 70.92’yi buluyordu.
Buna karşın hükümetin teklifi 2022 yılının ilk yarısı için yüzde 5, sonrasında da her 6 ayda bir yüzde 6’şarlık artış şeklindeydi. Bunun iki yıllık bileşik toplamı yüzde 25.06 artış anlamına geliyor.
Çıkan sonuç ise şöyle oldu: 2022 yılının ilk yarısı için yüzde 5, ikinci yarısı için yüzde 7, 2023’ün ilk yarısı için yüzde 8, ikinci yarısı için yüzde 6 ve enflasyon farkı. Türk-İş yönetimi ve hükümetin üzerinde anlaştığı iki yıllık toplam bileşik maaş artışı yüzde 28.62’ye denk geliyor.
Evet, masaya otururken Memur-Sen’in iki yıllık maaş artış teklifi yüzde 70.92, hükümetin teklifi yüzde 25.06 idi. Çıkan sonuç yüzde 28.62 oldu. Yani sonuç küçük bir farkla hükümet nasıl istiyorsa öyle oldu. Görüşmenin muhatabı olan sendikaların buradaki rolü ikinci sınıf figüranlıktan öteye geçemedi. Buna rağmen çıkan sonucu “başarı” olarak sunma arsızlığını sergilediler.
Örneğin hem iktidar sözcüleri hem de sendika sözcüleri en düşük memur maaşının 4.348 liradan 5.700 liraya çıkacağını, artışın 1352 lira ve yüzde 31 olduğunu vurgulayıp duruyorlar. Bu da sanki Ocak ayında bir anda maaşlar yüzde 31 artacakmış havasında anlatılıyor.
Oysa önümüzdeki Ocak ayında en düşük memur maaşı sadece 217 lira artacak. Günlük artış 7 lira 25 kuruştan, yani bir çay ve simit parasından ibaret. O da zaten doğalgaz ve elektrik zamlarıyla çoktan emekçilerin cebinden çıktı bile. Çünkü bu artış doğalgaz ve elektrik zamlarının getirdiği yükü bile karşılamaya yetmeyecek.
Şu anda TÜİK enflasyonu bile yüzde 20 düzeyinde. Emekçi ailelerinin yüzyüze olduğu gerçek enflasyon ise yüzde 40’tan aşağı değil. Üretici fiyatlarındaki enflasyonun çok daha yüksek olması, kurlardaki yüksek seyir gibi ekonomik göstergeler ile Erdoğan yönetiminin emekçi düşmanı politikaları ve beceriksizlikleri karşısında enflasyonun kolay kolay aşağı ineceği de yok.
Bu koşullar altında iki yıllık maaş artışı, bir yıllık gerçek enflasyon düzeyinin bile altında. Bunun anlamı, önümüzdeki iki yıl boyunca kamu emekçilerinin ve emeklilerin her ay biraz daha yoksullaşması olacak.
Ne çıkmadı?
Şimdi bir de imzalanan toplu iş sözleşmesinde olmayanlara bakalım.
Uzun zamandır iktidarından muhalefetine bütün siyasi odakların diline doladıkları 3600 gösterge sorunu, bir anlamda komisyona havale edilerek rafa kaldırıldı.
Gelir vergisindeki dengesizlikleri gidermeye dönük talepler gündeme bile gelmedi.
Hem geçmiş dönem kayıplarının telafisi hem de maaşlar arasındaki farkın düşük ücretler lehine düzeltilmesini sağlayacak olan seyyanen zam sessizce sümen altına atılıverdi. Bu oyunda figüranlıktan öte etkileri olmayan sendikacılar da bunu sessizce izlediler.
Bunun yerine toplu sözleşme tazminatının 135 liradan 400 liraya yükseltildiği söylenerek emekçiler avutulmaya kalkılıyor. Oysa ikisi birbirinin yerine geçecek şeyler değil. Toplu sözleşme tazminatı sadece üç ayda bir ikramiye gibi ödeniyor. Kaldı ki buradaki artış da hiçbir derde çare olmayacak kadar düşük.
Bu noktada iktidar ile yandaş sendikalar çirkin bir tezgâh da ortaya koydular. Toplu sözleşme tazminatından şimdiye değin tüm sendikalı kamu çalışanları yararlanıyordu. Şimdi ise ilgili iş kolunda yüzde birin altında üyesi bulunan sendikalara üye emekçiler toplu sözleşme tazminatından yararlanamayacak. Böylece yüzbinlerce kamu emekçisinin kazanılmış bir hakkı açıkça gasp ediliyor.
Bu yolla emekçilerin sendika seçme, sendikal örgütlenme hak ve özgürlükleri kısıtlanmaya, bağımsız sendikal hareketlerin önü kesilmeye çalışılıyor. Hak gaspı tehdidi ile emekçiler yandaş sendikalara üye olmaya zorlanıyor. Toplu sözleşmenin bu maddesi mevcut yasa, anayasaya ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmelerine de aykırı.
Toplu sözleşmeden çıkan sonuçta olmayanlar arasında güvencesiz çalıştırılan sözleşmeli personelin kadroya alınması da yok. Bu konu da geçiştirilerek buzdolabına konuldu.
İktidarın siyasi bir eleme mekanizması olarak çalışan işe alımda mülakat uygulamasının kaldırılması, OHAL KHK’ları ile keyfi olarak işten çıkartılan emekçilerin işlerine geri dönmesi gibi somut talepler ise hiç gündeme girmedi.
Adaletsiz gelir vergisi uygulamalarının düzeltilmesi, ek ödemelerin emeklilik hesabına yansıtılması da gündeme girmeyen konular arasındaydı.
Kadın emekçilerin karşılaştığı ayrımcılık ve haksızlıkların önlenmesi ve işyerlerinde ücretsiz kreşlerin açılması ya da kreş yardımı verilmesi gibi can alıcı sorunlar ise akla dahi gelmedi.
Sonuç olarak bu yıl bir yenisi sahnelenen orta oyunu, emekçilerin daha da yoksullaşması, hak kaybına uğramaları, güvencesiz koşulların sürmesinden başka bir sonuç doğurmayacak. Bu oyun bu aktörlerle oynanmaya devam ettikçe de sonuç değişmeyecek. Bu çirkin oyunu ancak emekçilerin birliği, her cephe ve alandaki mücadelesi bozabilir.