20 Aralık akşamı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türk Lirası mevduata kur garantisi veren yeni uygulamayı ilan etmesi üzerine döviz kurlarında bir gecede olağanüstü bir düşüş yaşandı. Gün içinde 18 lirayı bulan dolar ertesi sabah 11 liranın altına indi. Sonra dolar kısa bir süre içinde tekrar 13-14 lira arasına yükseldi. Ancak doların 18 liraya kadar tırmandığı son günlerdeki görülmemiş oynaklık da nispeten hafifledi.
Şimdi Erdoğan zafer kazanmış komutan edasıyla konuşup toplumu ekonominin sorunlarını çözeceğine inandırmaya çabalıyor. Yeni Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati de kapı kapı dolaşarak, ellerinde yepyeni ve bütünlüklü bir ekonomi planı olduğuna toplumu inandırma çabasında.
Ortada öyle bütünlüklü, iyi planlanmış bir ekonomi planı yok ama işçi sınıfı ve emekçilere karşı insafsız bir saldırı planı var. Bir operasyonla her şeyi değiştirdikleri, duruma hakim oldukları yolunda söylediklerinin ve ortaya attıkları her iddianın gerçekle uzaktan yakından bir ilişkisi yok. Gerçekler söylediklerinin, iddialarının tam tersi.
Şimdi adım adım iddialar ne, gerçekler ne ona bakalım...
Erdoğan nas nas diyerek faiz artırdı
Bakan Nebati, en başta enflasyonu yenmek için önce cari açığı kapatıp cari fazlaya geçilmesi gerektiğini, bunun için de rekabetçi kurun gerektiği laflarıyla ortaya çıktı. Buna önce “Çin modeli” denildi, sonra “Türk modeli” olduğu söylendi. Bu aşamada kurlardaki artış adeta alkışlanıyordu.
Ancak dolar kurunun 10 lira sınırını aşması bir gerilim yarattı. Merkez Bankası ve kamu bankalarının doları önce 12 lirada, daha sonra 14 lirada tutma çabası ve müdahaleleri sonuç vermedi. Kurlar arttıkça enflasyonun ateşi de iyice yükseldi.
Bu süre içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, “faiz sebep, enflasyon sonuç” teorisini dinsel bir dogma düzeyine yükselterek tezini nas diye savunmaya başladı. Üstelik bunu yerli yersiz bütün konuşmalarında, özellikle de Merkez Bankası’nın faiz toplantıları öncesinde daha yüksek sesle tekrarlamaya başladı. Erdoğan’ın her konuşması kurların üzerine bir bidon benzin daha dökülmesi etkisi yarattı ve kurlardaki yangın büyüdükçe büyüdü.
Merkez Bankası’nın 17 Aralık’taki faiz indiriminden sonra da Erdoğan aynı minval üzerine konuşmaya devam edince iş iyice çığırından çıktı. Türk Lirası’ndaki değer kaybı tarihte görülmemiş hıza çıktı. Belki 10 yılda yaşanacak değer kaybı bir hafta içinde ortaya çıktı. Kurlarda birkaç yılda ortaya çıkabilecek toplam iniş veya çıkışın birkaç saat içinde yaşandığı bir karmaşa ve belirsizlik piyasalara hâkim oldu.
Artık piyasalarda hiç kimse alacağı ve satacağı ürünlere Türk Lirası olarak da dolar veya avro olarak da fiyat veremiyordu. Türk Lirası değer ölçüsü olmaktan yani para olmaktan çıkmıştı. Kur artışından en kârlı çıkacak olan ihracatçılar bile bu oynaklığa ve belirsizliğe son verilmesini dile getirmeye başladılar. TÜSİAD duruma acilen müdahale edilmesini istedi. Her koşulda iktidarın ekonomi kararlarını alkışlamasıyla tanıdığımız TOBB bile bu duruma son verilmesi gerektiğini yüksek sesle dile getirdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, sermaye sınıfının her kesiminden gelen bu taleplerin gereğini hiç gecikmeden ilk kabine toplantısında yerine getirdi. Kurların yatışması için faiz artışı gerekiyordu ve Erdoğan bir yandan nas nas diye bağırırken, gecikmeksizin faizleri artırdı. “Biz sizin cibilliyetinizi biliriz” diye aşağıladığı TÜSİAD’ın ve “safını şaşıranlar” diye azarladığı TOBB’un talebini birkaç gün içinde hayata geçirdi.
Ancak bunu bir göz boyama hamlesiyle, “kur korumalı mevduat hesabı” diye bir şey icad ederek yaptı. Böylece görünüşte faizler artmamış oluyordu ama fiiliyatta kur artışına denk gelecek şekilde arttırılmıştı. Bu hem yüksek hem de ucu açık bir faiz artışı anlamına geliyor.
Erdoğan’ın bu kararının sonucu piyasalardaki tüm faizlerin yükselmesi oldu.
Ortalama mevduat faizi 4 puan birden arttı. Merkez Bankası verilerine göre toplam TL mevduata uygulanan ağırlıklı ortalama faiz 20 Aralık’tan önceki hafta yüzde 15.32 düzeyindeydi. Ortalama faiz 31 Aralık haftasında yüzde 19.47’ye çıktı. Türkiye’de vadeli mevduatın ezici çoğunluğunun bulunduğu üç aya kadar vadeli mevduattaki ortalama faiz ise yüzde 20.58’i buldu.
Aynı artış kredi faizlerinde de oldu. 20 Aralık’tan önceki hafta ortalama yüzde 25.18 olan ihtiyaç kredisi faiz oranı, 31 Aralık haftasında yüzde 29.55’e çıktı. Ticari kredi faizi yüzde 20.91’den ortalama yüzde 24.37’ye yükseldi.
Aynı şey Hazine tahvilleri için de geçerli. İki yıl vadeli Hazine tahvillerinin faizi 20 Aralık öncesi yüzde 21.25 iken 7 Ocak’a kadar yüzde 23.8’e çıktı. Aynı süre içinde 5 yıllık Hazine tahvillerinin faizi yüzde 22.46’dan yüzde 25.75’e, on yıl vadeli Hazine tahvillerinin faizi yüzde 21.67’den yüzde 24.65’e çıktı.
Önümüzdeki dönemde enflasyon ve kurlardaki artışa paralel olarak tüm bu faizler daha da yukarıya gidecek.
Sonuçta hem faiz hem kur yükseldi
Erdoğan yönetiminin izlediği politikanın sonucu hem faizlerin hem de kurların artması oldu. 20 Aralık sonrasında Erdoğan ve Bakan Nebati kurları düşürmüş havası yaymaya çabalıyorlar. Ancak bu göz boyama çabası, kurlardaki fahiş artışı gözlerden kaçırmaya yetmiyor.
20 Aralık öncesi bizzat Erdoğan, her gün yaptığı konuşmalarla adeta ateşe benzin dökerek alevlerin böylesine parlamasının birinci faktörü oldu. Eğer Erdoğan bir hafta boyunca çenesini tutup ağzına faiz lafını almasaydı, hızlı çıkan kurlar kendi piyasa koşulları içinde bir yerde denge bulurdu. Bu denge de muhtemelen dolar kurunun şimdilerde geldiği 13-14 TL civarı olurdu.
Erdoğan kor ateşe benzin döküp yangın çıkardı, sonra üzerine ıslak battaniye atıp alevleri durdurdu. Şimdi çıkmış alevleri söndürdüm diye kurtarıcı havasına bürünüyor. Oysa alevler yatıştı ama yangın ve kaynağı olan enflasyon kor ateş halinde sürüyor.
Kurlardaki yıllık artış geçen yılın Ocak ayı ortalamalarıyla karşılaştırıldığında, yüzde 81 düzeyinde. Geçen yılın Ocak ayında ortalama dolar kuru 5.93 TL idi. Şimdi Ocak ayının ilk haftasındaki ortalama 13.41 TL. Yılda yüzde 81’i bulan bir kur artışı, tarihte nadir görülecek bir artış oranı.
Bir örnek verecek olursak, son bir yıldaki yüzde 81’lik kur artışı, Aralık 2002 ile Mayıs 2016 arasındaki 13 yıldan uzun sürede gerçekleşen kur artışına denk. Son faiz indirimlerinin başladığı Eylül ayı ortalamasına göre üç ayda ortaya çıkan kur artışı yüzde 57. Sadece üç aylık kur artışı bile yıllara bedel bir artış.
Daha 2.5-3 ay önce 10 TL’yi aşması zor diye görülen doların bugün 14 TL sınırına dayanmış halini kurun düşüşü olarak pazarlamak ancak tam bir sahtekarlık olabilir.
Strateji yok, çaresizlikle U dönüşü var
Erdoğan ve Nebati, son operasyonu, önceden planlanmış hazırlanmış ayrıntılı ve bütünlüklü bir ekonomi planının, güçlü bir stratejinin bir adımı gibi sunmaya çalışıyorlar. Yeni çıkan 2022 yılı bütçesinde ve Orta Vadeli Plan’da en küçük izi bile bulunmayan bu adımların stratejik bir planın parçası olduğu iddiası tartışmaya değmeyecek bir yalandan ibaret.
Ortada olan gerçek, izlenen yolun çıkmaza girmesi üzerine çaresizlik içinde bir U dönüşü.
Kurlarda bu kadar aşırı bir dalgalanma yaşanması ve bunun bir türlü sakinleşmemesi, ticaret hayatını kaos ile karşı karşıya bıraktı. Üretim tarafını ise planlama yapamaz hale getirerek ani duruş riski ile yüz yüze bıraktı. Kurlardaki bu oynaklık sürdürülemezdi.
Kurların yükselme eğiliminde olması, sermaye kesimi için pek de itiraz edilecek bir durum değildi. Ama bunun çok kısa sürede, olağanüstü bir hızla ve gelecek seyri öngörülemez şekilde olması sermaye kesimi için de kabul edilemez ölçüde riskliydi.
Bankalarda mevduatın üçte ikisinin döviz mevduatı olması yüzünden hızlı kur artışı bankaların bilançosunu bozuyor ve sermaye yeterliliği sorunu yaratıyordu. Yılın çok yüksek bir kur düzeyiyle kapanması, döviz borçları döviz varlığından fazla olan şirketlerin 2021 bilançolarında teknik iflas dalgası yaratabilirdi. Bunun ticaret sisteminden bankacılığa kadar zincirleme sarsıntılara yol açması kaçınılmazdı.
Dolayısıyla hem aşırı oynaklığın yatıştırılması hem de kurların yılın son gününden önce aşağı çekilmesi sermaye kesimi için bir zorunluluktu.
Erdoğan’ın siyasi hesaplarına paralel olarak zorladığı düşük faiz politikası, artık sürdürülemez hale geldiği için ani U dönüşü yapıldı.
Ama Erdoğan iktidarının enflasyon ve kur artışı ile emeği iyice ucuzlatarak Türkiye’yi sermaye için ucuz emek cenneti haline getirme, Türkiye’deki varlıkları ucuzlatarak uluslararası sermaye için kelepir bir talan alanı haline getirme planı hala yürürlükte.
Biz bu filmi daha önce de görmüştük
Seçim hesaplarıyla düşük faizi zorlama ve sonunda sistemin tıkanmasıyla hem kurların hem de faizlerin yükselmesiyle biten bu filmi, Erdoğan iktidarında daha önce de gördük.
2017 Anayasa referandumu ve 2018 Cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimleri öncesinde Erdoğan yine zorlama bir düşük faiz politikası izlemişti. Kasım 2016-Haziran 2018 arasında Merkez Bankası politika faizi yüzde 8 olarak tutuldu. Sonuç yine kurların ve enflasyonun alevlenmesi oldu. Haziran 2018’de yine keskin bir U dönüşü ile Merkez Bankası faizi yüzde 8’den yüzde 17.75’e çıkartıldı.
İki seçim sürecinde düşük faiz zorlaması ekonomideki kırılganlıkları artırdı, sorunları büyüterek ileriye yığdı. Aşırı kırılganlık yüzünden rahip Brunson krizi sırasında Trump’ın bir tweet’i bile kurları zıplatmaya yetti ve Merkez Bankası faizi yüzde 24’e çıkardı.
Bu faiz artışı yeni göreve gelen Hazine ve Maliye Bakanı damat Berat Albayrak’ın patronajında yürürlüğe konan “IMF’siz IMF programı”nın bir adımıydı. Bugün nas nas diye düşük faiz nutukları atan Erdoğan o zaman “Gerekirse acı ilacı içeceğiz” diyerek faizlerdeki hızlı artışın arkasında duruyordu.
Yeni bir seçim kaçınılmaz olarak yaklaşırken Erdoğan yine bildiğini okumaya çalışıyor. Faizleri düşürüp bol kepçe kredi pompalayarak, ekonomide hormonlu bir canlanma yaratarak seçim kazanmak. Bunun ekonominin kırılganlıklarını arttırmasına ve ilerideki faturayı iyice büyütmesine ise aldırmamak.
Ancak ekonominin artan kırılganlıkları, enflasyonun geldiği yer, gelir dağılımı ve yoksulluktaki derinleşme aynı taktiğin şimdi de uygulanmasını zorlaştırıyor. Ayrıca eski dönemde dünyada bir para bolluğu yaşanıyordu ve içeride düşük faiz ve bol kepçe kredi politikasını uygulamayı kolaylaştırıyordu.
Şimdi ise dünyada rüzgar tam tersi yönde esiyor. ABD Merkez Bankası önümüzdeki aylarda piyasadan para çekmeye ve faiz artırmaya hazırlanıyor. Tüm dünyada faizler ve enflasyon artıyor. Ayrıca uluslararası piyasalar nezdinde Erdoğan’ın ekonomi yönetiminin prestiji ve güveni de sıfırlanmış durumda.
Gerek iç ekonomik ve sosyal koşullar, gerekse dış koşullar nedeniyle Erdoğan’ın düşük faiz politikalarını uzun süre ayakta tutabilme şansı pek yok. Bu da seçimler yaklaşırken Erdoğan yönetimini iyice sıkıştırıyor.
Sıkışan Erdoğan’ın bulduğu tek çözüm ise faturayı emekçi halka daha fazla yıkmak ve siyasi baskıları ve tehditleri arttırmak oluyor. Erdoğan’ın kur korumalı mevduat formülüne paralel olarak ortaya koyduğu paket, açıkça emekçinin cebinden alıp zenginin kasasına koymaya dayanan bir eşkıya devlet modeli.
Sermayeye koruma, emekçiye fatura
Kur korumalı mevduat modeli, dolar milyoneri bir avuç rantiye ve sermaye sahibinin yüksek kar elde etmesini garanti altına alırken, bunun faturasını emekçi halka yıkıyor.
Parasını kur korumalı mevduat hesabına yatıranların alacağı faiz geliri kur artışına bağlı olacak. Banka bu faizin Merkez Bankası faizinin üç puan üstüne olan kısmını üstlenecek. Yani şu anda Merkez Bankası faizi yüzde 14 olduğu için, bankalar ödenecek faizin en fazla yüzde 17’sini üstlenecek. Kur artışı yüzde 17’den fazla olduğunda, kalan kısmı Hazine ödeyecek. Mevcut döviz hesaplarından bu sisteme geçenler için farkı Merkez Bankası ödeyecek.
Sonuç olarak her iki durumda da kurlarda yaşanacak artışın farkını kamu üstlenmiş olacak.
Benzer bir şekilde Merkez Bankası ihracatçıların kur riskini üstlenecek şekilde onlarla ileri vadeli kur anlaşmaları yapacak.
Bunların yanı sıra sermaye kesimi için pakette kurumlar vergisi indirimi de var.
Sözde faiz karşıtı gözüken Erdoğan bu sistemle rantiye kesimine ve büyük sermaye sahiplerine ömürlerinde görmedikleri bir garantili kazanç imkanı sağlıyor. TL hesaplarında tutulanlar da dahil tüm mevduata kur artışı kadar faiz kazancını garanti ediyor. Rantiye ve sermaye kesiminin riskini devletin üstlenmesini sağlıyor.
Bu operasyon aynı zamanda bankaların da kur riskini adeta sıfırlıyor. Mevduatın yarıdan fazlası döviz mevduatı olduğu için bankalar için kur artışı ciddi bir maliyet kaynağı idi. Bu modelde kur artışının maliyetini Hazine ve Merkez Bankası yüklendiği için bankalar da mevduata bağlı döviz riskini üstlerinden atmış olacaklar.
Rant ve sermaye kesimi garantili yüksek kar elde ederken, yük ilk elde Hazine ve Merkez Bankası’na yıkılmış olacak. Merkez Bankası üstlendiği yük karşılığında para basıp enflasyon yaratarak; Hazine ise vergileri artırarak, kamu ürün ve hizmetlerine zam yaparak, sosyal desteklerde kısıntıya giderek, temel kamu hizmetlerini daha fazla ticarileştirerek bu yükü emekçi halkın sırtına yıkacak.
Devlet bir eşkıya gibi emekçi halkın cebinden paraları alacak ve sermayenin, rantiyenin kasasına koyacak. Erdoğan iktidarı bu operasyonu ile kurlara değil emekçilere savaş açmış durumda.
Yeni yılla birlikte yağmur gibi gelen fahiş zamlar bunun ilk dalgasından başka bir şey değil. Erdoğan’ın son günlerde konuşmalarında tehditkâr bir dil kullanmaya başlaması ve olası protesto eylemlerini hedefine koyması da bunlarla bağlantılı.