Suriye’de Esad yönetimi dönemi 8 Aralık 2024 itibariyle sona erdi. Emperyalist/Siyonist güçlerin ve Türk devletinin dolaysız desteği ile 27 Kasım’da HTŞ’nin (Heyet Tahrir-uş Şam) başını çektiği cihatçı çetelerin başlattığı saldırılar, 10 günde Şam yönetiminin devrilmesiyle sonuçlandı.
Suriye verili durumda dört parçaya bölünmüş durumda: Kuzeyde, Fırat Nehri’nin batısı Türkiye ile cihatçı çetelerden oluşturduğu SMO’nun (Suriye Milli Ordusu), yine kuzeyde Fırat Nehri’nin doğusu ABD destekli SDG’nin, Golan tepeleri ve çevresi Siyonist İsrail’in, Şam ve geriye kalan diğer kentler ise başını HTŞ’nin çektiği onlarca cihatçı çete tarafından kontrol ediliyor.
Emperyalist hegemonya mücadelesinin bir alanı olan Ortadoğu’da Suriye halklarının yanı sıra bölgenin tüm halkları da bedel ödüyor. Afganistan, Filistin, Lübnan, Yemen, Libya, Irak ve Kürt halkları emperyalist/Siyonist planların faturasını ödüyor. Halkların iradesini, taleplerini hiçe sayan sömürgeci güçlerle Türkiye gibi işbirlikçi rejimler, kendi sefil çıkarları için ne yakıp yıkmaktan ne kıyım yapmaktan geri duruyor.
***
11 Eylül 2001 saldırılarını bahane eden ABD emperyalizmi önce Afganistan’ı ağır şekilde bombalayarak işgal etti. 2003 yılında ise emperyalist orduların işgal ettiği Irak’ta büyük yıkımlar yaşandı. İşgal sırasında ve sonrasında yaşanan çatışmalarda toplamda 1 milyondan fazla kişi öldürüldü. 2011’de patlak veren halk isyanlarının ardından emperyalistlerin hedefi Libya’ydı. Libya, Kaddafi yönetimini yıkmak için NATO tarafından 7 ay boyunca vahşi şekilde bombalandı. Kaddafi’yi deviren emperyalistler ve İslamcı tetikçileri, ülkeyi parçalayıp kurtlar sofrasına çevirdi. Yemen 2015 yılında başlayıp 8 yıl süren savaşta ABD-İsrail-Körfez şeyhleri koalisyonu tarafından bombalandı ve derin bir insani yıkımın pençesine atıldı.
2001 yılında Ortadoğu halklarını hedefe koyan emperyalist saldırganlığın sonucu ülkelerin yakılıp/yıkılması, derinleştirilen etnik, dinsel, mezhepsel, kültürel bölünmeler içerisinde halkların birbirlerine düşürülmesi oldu. Emperyalistler çeşitli projelerle Ortadoğu’ya “demokrasi ve refah” getirecekleri iddiasındaydı. Oysa ABD ile bölgedeki suç ortaklarının halklara yıkım ve kıyımdan başka bir şey getirmediğini yaşanan süreç net bir şekilde göstermektedir. ABD için önemli olan bölgede İsrail’e tehdit oluşturabilecek hiçbir güç bırakmamaktır. Irak’ın üçe bölünmesi, Suriye’nin parçalanması ya da tamamen denetim altına alınması emperyalist/Siyonistlerin stratejik planlarıdır. ABD, Fas’tan Afganistan’a kadar olan alanda düzen kurma peşindeydi. Ancak halkların bu emperyalist projeye karşı direnci diğer emperyalist güçlerin Ortadoğu’da denkleme katılmasını sağladı. Rusya, bölgede emperyalist mücadelenin etkin bir tarafı haline geldi.
***
2011’de Suriye’ye karşı başlatılan savaş çok ağır yıkımlara neden oldu ve bugün yeni bir safhaya taşındı. Emperyalist müdahale, dünyanın 80’i aşkın ülkesinden cihatçı teröristlerin toplanıp Suriye üzerine salınmasıyla 2011’de başladı. Suriyeli ve ithal cihatçıların Türk devleti, Siyonist İsrail, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün gibi Amerikancı rejimlerin desteği ile dört koldan saldırmasına rağmen, Suriye dört yıl direndi. Rusya, ancak ondan sonra 2015 yılında savaşa fiilen dahil oldu. Eylül 2015’e kadar Suriye kendi gücü, Lübnan Hizbullah’ı ve İran’ın desteği ile dayandı. 2018 yılında Türkiye’nin Afrin’e dönük saldırganlığının ardından verilen bir konferansta o süreç şöyle özetlenmişti:
“Rusya’nın Suriye üzerinden Ortadoğu’ya dönüşü Amerikan emperyalizmine büyük bir darbe oldu. Suriye savaşı Amerikan emperyalizminin emperyalist dünya sistemi içerisindeki hegemonyasının bitmiş bulunduğunu teyit etti. Rusya döndü, Suriye’de etkin bir konum kazandı. İran ile ilişkilerini güçlendirdi. Irak rejimi ile bir biçimde ilişkileri var.”
(Ortadoğu, Türkiye ve Kürt sorunu 1- H. Fırat, www.tkip)
“Suriye’de erken kalkan darbe yapar”
Suriye’nin bugününü anlamak için gelişmelerin tarihsel arka planına bakmak gerekiyor. Sermaye medyasında köşe tutan sözde “aydın” ve “uzman” kılıklı figürler cihatçı teröristler için başarı hikayeleri yazarken, tarihsel olarak Suriye diye bir ülkenin olmadığını iddia ediyorlar. Bu yaklaşım, AKP-MHP rejiminin sömürgeci/yayılmacı saldırganlığına “gerekçe” uydurma çabasından öte bir anlam taşımıyor.
Suriye, Türkiye, Irak, Ürdün, Lübnan ve İsrail’e komşu olan, Birleşmiş Milletler’de temsil edilen, Arap dünyasında etkin olan bir ülkedir. Bir dönem için Arap coğrafyasının en kalabalık sekizinci ülkesiydi. Dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri olan ve Bilad eş-Şam diye anılan Suriye ve çevresi, halen Arap dünyasının önemli merkezlerinden biri kabul ediliyor. Yüzlerce yıl süren Osmanlı işgaline rağmen Bilad eş-Şam önemini koruyabildi. Modern anlamda Suriye ise sömürgeci Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra 20. YY’ın ikinci çeyreğinde kuruluş sürecine girdi.
İkinci emperyalist paylaşım savaşından Suriye’nin bağımsızlığına uzanan dönemde çok çetrefilli gelişmeler yaşandı. Bu dönem, Arap Bağımsızlık Mücadelesi diye adlandırılan ve onlarca isyan, iç karışıklık, savaş, saldırganlık ve yapay bölünmelere rağmen birçok devletin kurulmasıyla sonuçlandı. Dünyada yaşanan gelişmelerin, halk hareketlerinin ve SSCB’nin varlığı koşullarında emperyalizmle işbirliği yapan iktidarlara karşı verilen bağımsızlık mücadelelerinin sonucunda devletler oluşturuldu. Suriye, Lübnan, Filistin, Mısır, Irak, Cezayir, Libya, Yemen gibi devletler uzun süren Osmanlı egemenliği ve emperyalist işgallere rağmen kurulabildi.
“General Gouraund’nun güçleri 1920’de Faysal’ı Şam’dan çıkardıktan sonra, Fransa’nın Suriye ve Lübnan’daki denetimi büyük bir askeri birlik ve karmaşık bir Fransız sivil idareciler hiyerarşisiyle desteklendi. Fransa’nın doğrudan yönetim politikası, karar verme otoritesini yüksek komisere devrediyor ve yerel politikacıların özerklik uygulamalarına pek alan bırakmıyordu. Suriye’deki sonuç ne siyasal liderlerin ne de genel olarak halkın, Fransız zoruyla getirilen parlamenter sistemin korunmasından fazla bir çıkarlarının olduğu şeklindeydi. Sistemin yerel düzlemde meşruluğu yoktu ve 1946’da Fransızların çekilmesinden sonra fazla ayakta kalamadı.” (Modern Ortadoğu tarihi, William L. Cleveland, Agora Kitaplığı, sf. 242, 243)
Suriye, Fransız sömürgesi olarak kaldığı 1923 ve 1946 yılları sonrasında, 24 Ekim 1945’te bağımsızlığını ilan etti. Fransa Suriye’den 1946 baharında çekilmeye başladı ve aralık ayında da son Fransız askeri Lübnan’dan çekildi.
15 Mayıs 1948’de Suriye, Mısır, Lübnan, Ürdün ve Irak, işgal edilmiş Filistin topraklarında kurulan İsrail’e savaş açtı. Savaş 1948 Aralık ayında Arap güçlerin yenilgisi, İsrail’in işgali genişletmesi ve BM’nin Filistin Arap devleti kurulması önerisinin çökmesiyle sona erdi.
Suriye’de 1949 ile 1971 yılları arasındaki çalkantılı dönemde pek çok askeri darbe ve darbe girişimi yaşandı. Albay Hüsnü Zaim liderliğinde yapılan ilk darbe Bağımsız Suriye’nin ilk Cumhurbaşkanı Şükrü el-Kuvvetli’yi koltuğundan indirdi. Arap milliyetçisi Sami el Hinnavi, 1949’da darbe yaptıktan sonra aynı yıl Albay Şişekli darbe yaptı ve 1956 yılına kadar iktidarda kaldı.
“Arap milliyetçiliği Suriye siyasetinde hep etkili oldu. Dış politikaya da renk veren bu milliyetçi damar ülkeyi Irak’la değil ama 1958’de Mısır ile ortak devlet kurmaya kadar götürdü. Kuşkusuz siyaseten Mısır ile Irak arasında sarkaca dönen Suriye’deki bu yön arayışının toplumsal bir yansıması da vardı. Sözgelimi Şamlı Sünni eşraf Mısır’la birleşmeye sıcak bakarken Halepli Sünni eşrafın yüzü Irak’a dönüktü. 1960’lı yılların ilk yarısına kadar Şamlı, Halepli, Hamalı politikacılar Suriye’nin politikasına yön verdi. İktidar kavgalarında mezhepsel farklılıklar da ayrıştırıcı faktör olageldi. 1962’de ‘Sünni’ subayların başarısız darbe girişimleri, bir takım darbeci askerilerin tasfiyesiyle sonuçlandı.
O süreçte öne çıkmaya başlayan Baas ise farklı kesimleri ortak bir ideolojide birleştirdi. Baas’ın iki kurucusundan Mişel Eflak Hristiyan, Salah el Bitar Sünni’ydi. Baas’ta Salah Bitar ılımlıları, Alevi Salah Cedid radikalleri temsil ediyordu. Siyasi süreçte 1963’te Baasçıların darbesiyle yeni bir sayfa açılırken oluşturulan askeri konseyin 14 üyesinden beşi Aleviydi. Darbe sonrası Salah Cedid ve Hafız el Esad gibi Alevi subaylar etkin konum elde etti.” (Suriye, yıkıl git, diren kal, Fehim Taştekin, İletişim yayınları sf. 27)
Fehim Taştekin aynı kitabında 1946’dan 1970’e kadar süren çalkantılı dönemi betimlemek için şöyle bir özdeyiş kullanır: “Suriye’de erken kalkan darbe yapar”. Bu dönemi bitiren ise, 1970’te Savunma Bakanı Hafız el Esad’ın “düzeltme hareketi” dediği müdahaleyle iktidarı ele geçirmesi olur.
İhvancıların terör yoluyla iktidarı ele geçirme hamlesi
Humus’lu Mustafa Sibai, 1945-1946’da dağınık halde bulunan İslamcıları bir araya getirerek Suriye İhvanı’nı kurdu. Çok farklı tartışmalar ve iç mücadeleler sonucunda Sibai’nin halefi İssam el Attar’ın yurtdışından örgütü yönettiği bir dönemde Merva Hadid ve Said Havva, ilk silahlı kalkışmasını Hama’da yaptı. İslami kaynaklara göre Hama katliamı, Baas kaynaklarına göre ise “Hama isyanı” 29 gün sürdü ve 115 kişi öldü. Bu durum Esad’ı iktidara getirirken İhvan’da ise güçlenme ve ayrışma yarattı.
1965’te sanayi ve dış ticaretin millileştirilmesi Şam’da esnafta isyan yarattı. Bunun ardından Esad, İsrail’in 1967’de işgal ettiği Golan Tepeleri’ni geri almak için Rusya’nın desteğiyle askeri kapasitesini arttırdı, 50 bin olan asker sayısını 400 bine çıkardı. 1973’te Mısır’la birlikte savaş planladı. Suriye-Mısır saldırısı İsrail’i çöküşün eşiğine getirdi. Ancak ABD ve İngiliz emperyalistlerinin sağladığı silah, mühimmat ve lojistik destekle Siyonist rejim ağır bir hezimetten kurtarıldı. Buna karşın Suriye İsrail ile ateşkes imzaladı ve 1967 savaşında işgal edilen Kuneytra’yı geri aldı.
Esad bu sürede Baas’ın ekonomideki ilkelerini “Sünni” iş adamları lehine esnetti, rejimin temel dayanakları haline getirdi. Suriye’nin geleneksel/gerici egemen sınıflarını temsil eden İhvan, iktidarı alan Baas yönetimine karşı, Hafız Esad’ın liderliğinden hareketle mezhepçi saldırı başlattı.
Suriye, 1976 yılında iç savaşın patlak verdiği Lübnan’a asker yolladı. O süreçte İhvancılar Suriye’de bir dizi katliam yaptı. İhvancılar terör eylemleri, cinayeteler, katliamlar sürecini başlatarak iktidarı almaya çalıştı. 1979’da Halep Topçu okulunda alevi öğrenciler katledildi. Mezhepçi bir dille kaleme alınan bildiriler, açıklamalar yayınlayan İhvan, terör estirerek iktidarı ele geçirme savaşını “mezhepçi” bir savaşmış gibi yansıtmaya çalıştı. Alevileri katlederek Sünnileri safına çekme politikası uyguladı. Oysa Baas liderliği içinde Alevi kökenliler etkin olsa da Baas “ulusal sosyalist” çizgiyi esas alan mezhepler üstü bir parti olduğu iddiasındaydı. Bu da İhvancıların hedeflerine ulaşmasına imkan vermedi.
CIA, MOSSAD, MİT gibi istihbarat örgütlerinden destek alan İhvancılar Kasım 1980’de “Suriye’de İslam Devrimi ve Devrimin Şartı” başlıklı bildiri yayınladı. Ocak 1981’de ise başka bir bildiri daha yayınlandı ve Hama başta olmak üzere birçok yerde silahlı saldırıları ve terör eylemlerini yaygınlaştırdı. 1982 yılında Hama “kurtarılmış bölge” ilan edildi. Kalkışmayı ezme kararı alan Baas yönetimi katliam boyutuna varan bir saldırı ile İhvancıları yenilgiye uğrattı. Yenilen İhvancılar Ürdün, Irak, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi ülkelere ya da Avrupa’ya sığındı. O dönemden beri Yalova, İhvancı şeflerin bir tür üssü haline getirildi. Türkiye’deki dinci-gerici oluşumların bir dönem Yalova’da üslenen İhvancılar tarafından finanse edildiğine dair pek çok veri de var.
1990’lı yıllarda ise baba Esad yönetiminin İhvan’a karşı politikasında yumuşama yaşandı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ABD’den gelen ziyaretçileri kabul eden Esad, ilişkiler geliştirmeye açık davransa da dayatmalara teslim olmadı. ABD’nin istediği anlaşmaları imzalamadığını, Washington’dan Şam’a giden Amerikalı görevliler de teyit ettiler.
Hafız el Esad 10 Haziran 2000’de öldü ve ardından oğlu Beşşar Esad, Baas partisinin adayı olarak girdiği seçimlerde yüzde 97 oy alarak başa geçti.
Teslimiyet ya da yıkım
Oğul Esad döneminin başlaması, Suriye’de bir “değişim havası” yarattı. Bu yönde birtakım reformlar da yapıldı. Ancak yerleşik iktidar, esnemeye pek yanaşmadı. Toplumsal muhalefet ise iktidarı değişime zorlayacak güçten yoksundu. Buna karşın yeni fabrika ve işletmelerin sayısındaki artış işçi sınıfının gelişim sürecini hızlandırıyor, toplumsal bir güç olarak sahneye çıkmasının en azından nesnel koşullarını oluşturuyordu. Dış politikada ise Beşşar Esad’da babasının izinden gitmiş, emperyalist/Siyonist zorbaların rüşvetlerine hayır demiş, tehditleri önünde diz çökmemişti. Bundan dolayı “defterini dürme” planı masaya kondu. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’in dayatmalarına karşı duran Esad, AKP şefleri tarafından ikna edilmeye çalışıldı. Ancak ikna çabası ile silahlı çetelerin savaşa hazırlanması süreci paralel yürütüldü. (*)
Erdoğan-Davutoğlu-Gül üçlüsü, Baas yönetimini ABD-İsrail çizgisine getirmekle görevlendirildi. “Kardeşim Esad” lafları da bunun için edildi. Ancak plan yine tutmadı. Esad yönetiminden üç şey talep edildi: İşgalci Siyonist rejimle barış, İran’la ilişkilerin kesilmesi, Filistin ve Lübnan direniş hareketlerine verilen desteğin kesilmesi ve Filistin direniş hareketlerinin Şam’dan kovulması. AKP’nin kendi talebi ise Müslüman Kardeşler çetesiyle iktidarın paylaşılmasıydı.
Bu dayatmalara prim vermeyen Esad’a düşman kesilen AKP şefleri ve medyadaki tetikçileri Esad ve Baas düşmanlığının bayraktarlığını üstlendi. Bu seferki misyonları emperyalist/Siyonist planların uygulanabilmesi için Baas yönetimini ve lideri Beşşar Esad’ı, cihatçı terör aparatlarını kullanarak devirmekti. ABD’nin dolaysız desteği, İsrail savaş aygıtının hava bombardımanları, Körfez şeyhlerinin yüz milyarlarca doları ile Türk devletinin imkanları seferber edilerek bu süreç 2011’de başlatıldı.
13 yıla yayılan yıkıcı savaş ve ABD’nin uyguladığı boğucu ekonomik ambargo ile iyice yıpratılan Suriye, sonunda cihatçı katillerin oluşturduğu onlarca çeteye devredildi. Bu aşamadan sonra aç kurtların üstüne çullandığı bir sofraya çevrilen Suriye’den soykırımcı Netanyahu’nun Siyonist rejimi ile Erdoğan’ın Saray rejimi en büyük parçayı koparabilmek için yarışıyorlar. Gazze’de soykırım savaşı başladığında Tel Aviv’i hac yerine çevirenler, bu günlerde cihatçı terör örgütü HTŞ şefleriyle görüşmek için Şam yollarını aşındırmaya başladı.
***
Suriye’nin kuruluşundan 2000’li yıllara kadar uzanan dönemin kısa özeti bu şekilde. Konuya dair aşağıdaki değerlendirme ise hem güncelliğini koruyor hem bölgenin durumunu özlü bir şekilde ortaya koyuyor:
“Türkiye'nin de içinde yer aldığı Ortadoğu ise, bizzat emperyalist sözcülerin ifadesiyle ‘Bir istikrarsızlık kuşağı’dır. Çok çeşitli çelişkilerin birleştiği, kesiştiği, içiçe geçip yumaklaştığı bir kaynaşma alanıdır burası. Emperyalist stratejistlerin bu bölge üzerine sürekli kafa yormaları, emperyalist diplomasinin bu bölge üzerinde yoğunlaşması, emperyalizmin muazzam askeri güçlerini işgal ve müdahale için bu alanda mevzilendirmesi, emperyalist siyasal rekabetin kendini öncelikle bu alanda göstermesi kuşkusuz tüm bunlar rastlantı değildir. Bunun açıklaması, dünyanın iktisadi ve siyasal bakımdan en stratejik alanlarından biri olan Ortadoğu'nun, buna karşılık kapitalist dünya sisteminin en istikrarsız ve hassas bir bölgesi olmasıdır.” (Bugünün Dünyası: Süreçler ve Eğilimler... H. Fırat, Dünya Ortadoğu ve Türkiye, Eksen Yayıncılık, sf. 45)
(*) Filistin direniş hareketi liderlerinden Nayif Havatme, Al Mayadeen kanalıyla yaptığı bir söyleşide, cihatçıların 2005 yılından itibaren Lübnan üzerinden Suriye’de silah taşımaya başladığını açıklamıştı.