Emperyalist/Siyonist güçler ve AKP-MHP rejiminin desteğine yaslanan cihatçı terör örgütlerinin Suriye’ye karşı başlattığı saldırı Halep’ten sonra Hama kentinin işgal edilmesi noktasına vardı. Saldırı, emperyalist medya tekelleri ve bölgedeki uzantılarının icra ettiği propaganda savaşıyla 7/24 destekleniyor. CNN International, ABD’nin başına 10 milyon dolar ödül koyarak “aradığı” HTŞ şefi Colani ile söyleşi yaparak, cihatçı katillerin başını “demokrat lider” diye pazarlamaya başladı.
IŞİD’in isim değiştirmiş hali olan HTŞ “Suriyeli muhalifler” diye takdim ediliyor. Oysa bunlar kafa kesen, kadınları pazarlarda satan, insanları dinsel ya da mezhepsel kimliğine bakıp katleden barbar bir zihniyetin temsilcileridir. Nitekim, HTŞ Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararıyla da terör örgütü ilan edilmişti. Ancak BM kararı ABD, İsrail, Türkiye ve Batılı emperyalistlerin bu örgüte destek vermeleri önünde bir engel teşkil etmiyor. Gazze’de soykırım savaşını sürdüren İsrail’e hizmet ettiği için, HTŞ adı geçen devletler nezdinde muteberdir.
Milyonlar yine hegemonya savaşının kurbanı
Hegemonya savaşını histerik bir şekilde şiddetlendiren ABD ile suç ortakları, Ukrayna savaşına benzin dökerken Ortadoğu halklarına karşı yeni bir cephe açtı. Ukrayna’da Neonazileri, Filistin ve Lübnan’da ise Siyonist soykırımcıları kullananlar Suriye’de cihatçıları kullanıyor.
Gelinen yerde “Batının özgür değerleri” bu güçler tarafından savunuluyor. Bu güçler tarafından hedef alınan ülkelerin halkları ise cehennem koşullarının içine itiliyor. Ukrayna’da savaşı tetikleyen hazırlıklar kapsamında Rus kökenli 14 bin sivil katledilmiş, birçok kent yıllarca Nazi çetelerinin saldırılarına maruz kalmıştı. Gazze’nin nüfusunu oluşturan 2-3 milyon kişiden hayatta kalanların tümü (sadece kayıt altına alınan ölü sayısı 45 bine yakın) defalarca kez bir yerden bir başka yere sürgün edildi. Lübnan’ı hedef alan ABD-İsrail saldırısında, 3 binden fazla kişi öldürüldü, bir milyondan fazla kişi yerinden yurdundan edildi. Köyler, kasabalar, beldeler İsrail’in hava bombardımanlarıyla yıkıldı. 27 Kasım’da Suriye yönetimine ve halklarına karşı başlatılan savaşta ise şimdiden 2 milyona yakın kişi yerini yurdunu terk etmek durumunda kaldı.
Emperyalist/Siyonist güçler, AKP iktidarı ve bölgedeki Amerikancı rejimlerin desteği ile Suriye’ye karşı 2011’de başlatılan ilk savaş 10 yılı aşkın bir süre devam etmişti. O büyük insan kıyımı ve yıkımın ardından Fırat’ın doğusuna yerleşen ABD, Suriye’ye boğucu bir ambargo uygulayarak ekonomisini felç etmişti. Cihatçı çeteleri kullanarak başlattıkları ikinci saldırı, zaten çoğunluğu derin bir yoksulluk içinde ayakta kalmaya çalışan halklar için şimdiden ağır bir yıkım yaratmaya başladı. İmkanları çok sınırlı olan Suriye yönetimi cihatçılarla savaşırken hem işgal edilen kentlerde kalan halka temel hizmetleri ulaştırmaya çalışıyor hem şimdiden iki milyona ulaştığı tahmin edilen göçmenleri yerleştirme sorunuyla boğuşuyor. Oysa bu yoğun göçmen nüfusunu ne barındırabilecek imkanları ne temel insani ihtiyaçlarını karşılayabilecek kaynakları var.
Cihatçı çetelerin saldırılarının ABD-İsrail-Türkiye ve Batılı emperyalistler tarafından desteklenmesi, silah ve istihbarat akışının devam etmesi çatışmaları daha da şiddetlendirecek. Bu ise göç dalgasını da büyütecek, kaosu daha da derinleştirecek. Ancak ne cihatçıları harekete geçiren ne onların medyadaki propagandasını yapanlar, milyonların yaşadıkları dramları önemsiyor. Zira, barbarlığın temsilcilerini sorunun bu kısmı zerre kadar ilgilendirmiyor.
Sömürgecilerin halkları birbirine boğazlatma planı
ABD’nin Ortadoğu’daki hegemonyasının devamı için İsrail’deki ırkçı-Siyonist rejim ve onun dayanağı olan savaş aygıtının korunması gerekiyor. Bunun için ise Filistin direnişinin ve Filistin davasının yok edilmesi, Lübnan’daki direnişin ise yalnızlaştırılıp ezilmesi gerekiyor. On beşinci ayına giren soykırım savaşına rağmen İsrail bu hedeflerine ulaşamadı. Bundan dolayı ABD önceliği İran’dan Suriye’ye kaydırdı. Amacı ise oradan direniş hareketlerine uzanan bağlantı hattını kesmek, bu hat üzerinden silah ve lojistik destek sağlanmasını engellemek, direniş hareketlerini kuşatıp boğmaktır.
ABD-İsrail savaş aygıtlarının başaramadığını, HTŞ ve onun türevi olan cihatçıları sahaya sürerek telafi etmeye çalışıyorlar. Bu tekfirci-mezhepçi çeteler ele geçirdikleri alanlardan sökülüp atılamazlarsa hem kendileri kıyımlar yapacak hem halkları birbirine boğazlatmak için her yola başvuracaklar. Elbette Suriye yönetimi, müttefikleri ve cihatçı teröre karşı olan halklar buna karşı direnecek, Suriye’yi onlara teslim etmemek için güç ve imkanlarını kullanacaktır. Ancak ABD-Türkiye-İsrail sömürgeci ittifakının savaşa ordularıyla girmesi durumunda ise yazık ki, halklar için sorunlar daha yıkı boyutlar kazanacak. Çünkü sömürgeciler Gazze ve Lübnan’da görüldüğü üzere hiçbir kural, yasa, anlaşma tanımadan, gözü dönmüş bir şekilde yakıp/yıkıyorlar.
Erdoğan’ın yayılmacılık histerisi Şam’a uzanıyor
2011’de Suriye’ye karşı savaş başlatıldığında baş rolde AKP şefi Tayyip Erdoğan, onun hükümeti ve bir bütün olarak Türk devleti vardı. Şam’daki Emevi camisinde namaz kılacağını ilan eden Erdoğan, sömürgeci/ilhakçı heveslerini tam bir pervasızlıkla ortaya sermişti. Bugün olduğu gibi o zaman da emperyalist/Siyonist güçlerle aynı safta duran Erdoğan’la müritleri, cihatçıların gücü yetmeyince, Libya’da olduğu gibi NATO’nun devreye girmesi için döne döne çağrılar yaptı. NATO uçağı ile Emevi camisine iniş yapabilmek için Libya gibi Suriye’nin de yakılıp yıkılmasını istiyorlardı.
İsrail savaş aygıtının sıkıştığı, Suriye’yi yeniden yakıp/yıkma kararının alındığı noktada Erdoğan’a ve Saray rejimine “gün doğdu.” Zira bu saldırıyı gerçekleştirebilecek cihatçıların barındığı İdlib’deki terör emirliği, Erdoğan’ın saltanatı altında bulunuyordu. Bu emirliğin hayat kaynağı Ankara’daki Saray rejimidir. HTŞ’nin silahlandırılması, Katar emiri ile bazı şeyhlerin petro dolarlarının akıtılması, Ukrayna’dan İHA ve eğitmenlerin taşınması ancak Erdoğan rejiminin egemen olduğu Türkiye üzerinden yapılabilirdi. Nitekim öyle de yapıldı halen de yapılıyor.
Erdoğan’ın “Hedef Şam” diye ilan etmesi, pervasızlıkta yeni bir aşmaya işaret ediyor. Gazze’de soykırım yapan İsrail’e ve onun hamisi ABD’ye sunduğu hizmetler karşılığında parçalanacak Suriye’den büyük bir pay istediğini ilk söyleyen kişi olan Erdoğan, HTŞ saldırısında “esas oyucu” olduğunu da saklamıyor.
Cuma namazı çıkışında açıklama yapan AKP şefinin verdiği mesaj şu oldu:
“İdlib, Hama, Humus ve hedef tabii Şam. Muhaliflerin bu yürüyüşü devam ediyor. Biz de bunun takibini yapıyoruz. Temennimiz kazasız belasız bir şekilde Suriye'deki bu yürüyüş devam etsin…”
Erdoğan, son aylarda pek çok kez Esad’la görüşmek istediğini söyledi. Saraydan beslenen medya, “Esad o çağrıya yanıt vermediği için savaş çıktı” türünden asparagas haberler yaparak HTŞ adına propaganda yapıyor. Oysa ortaya çıkan tablo, o çağrıların, savaş hazırlığını örtmek amacıyla yapıldığına işaret ediyor. Aylardan beri hazırlığı yapılan ancak Netanyahu’nun verdiği tüyo ve Erdoğan’ın yolları açmasıyla başlatılan saldırı, Gazze’de soykırım yapanların imdadına yetişmiştir. Hal böyleyken Erdoğan “İsrail’den hesap soracağız” zırvalarını tekrarlayarak, soykırıma yaptığı katkıyı güya örtmeye çalıştı. Hitlere benzettiği Netanyahu’ya petrol ve mühimmat taşımakla yetinmeyen Erdoğan, HTŞ saldırısında baş rolü oynayarak, hiç kimsenin yapamayacağı bir hizmette bulunda Gazze’de soykırım yapanlara.
Saldırı tüm Ortadoğu halklarına yöneliktir
ABD-İsrail-Türkiye merkezli savaşın ilk kurbanları Gazze, Güney Lübnan ve Suriye olsa da bu “üçlü savaş ittifakı”, HTŞ zihniyetine bölgede geniş bir alan açmayı ve din-mezhep çatışmalarını körüklemeyi de hedefliyor. Zira ancak o koşullarda İsrail’in güvenliğinin sağlanabileceği var sayılıyor. Suriye, Lübnan, Irak, Ürdün, Türkiye gibi ülkelerde HTŞ zihniyetine sempati duyan belli bir kitlenin bulunması ise bu senaryonun ciddi bir risk oluşturduğuna işaret ediyor.
Bölgeyi cehenneme çevirmek için “üçlü savaş ittifakı” tarafından yapılan planları bozmak mümkündür. Ancak bunun için bölgenin tüm ilerici-devrimci güçleri ile emekçi halklarının Filistin, Lübnan ve Suriye ile dayanışmayı yükseltmesi, emperyalizme, siyonizme ve tetikçilerine karşı birleşik direnişi geliştirmesi gerekiyor.