Cihatçı terör örgütlerinin Suriye’ye karşı başlattıkları saldırı Gazze’de soykırım, Lübnan’da yıkım ve katliamlar serisinin yeni halkasıdır. Halklara yönelik bu barbarca saldırılar emperyalist/Siyonist patentlidir. HTŞ başta olmak üzere cihatçı terör örgütleri tetikçi olarak kullanılıyor. Suç orakları listesinde Türk devleti ve dümeninde bulunan dinci-faşist AKP-MHP rejimi ilk sırada yer alıyor. Erdoğan-AKP rejimi olmadan ne 2011’de Suriye’ye karşı tezgahlanan savaş o kadar yıkıcı olabilirdi ne de Netanyahu’nun verdiği tüyo ile cihatçı terör seferberliği yeniden başlatılabilirdi.
Terör emirliği İdlib’den başlatılan saldırıya, Saray rejiminin maaşa bağladığı ve Suriye Milli Ordusu (SMO) adını taktığı cihatçı çeteler de katılıyor. Yani Saray rejimi sadece besleyen, koruyan, silahlandıran, yönlendiren bir rol oynamıyor, yanısıra Tel Aviv’deki soykırımcı çetenin imdadına yetişmek için başlatılan savaşa dolaysız bir şekilde katılıyor. Yayılmacı/ilhakçı histerisi şiddetlenen ve cihatçı saldırının başlatılmasında kritik rol oynayan Saray rejiminin şefi Tayyip Erdoğan ile soykırımcı Netanyahu direnen halklara karşı aynı hendekte mevzi almış durumda.
Neden Suriye?
Suriye’nin hedef alınması için farklı sebepler sıralanabilir. Saldırıda rol alanların hedefleri arasında kimi farklılıklar da var. Saldırının hazırlanıp başlatılmasında birinci derecede rol oynayan dinci-faşist Saray rejiminin yayılmacı, ilhakçı hedefleri ön plandadır. Tetikçi olarak kullandığı cihatçıları sahaya sürerek mümkün olduğu kadar geniş alanları işgal ettiği bölgelere katmaya çalışıyor. Özellikle Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) denetimindeki bölgeleri işgal etmeye öncelik veren Saray rejimi, işgal edilen Halep’in de belli bölgelerini kontrol etmek için SMO çetelerini kullanıyor. Bundan dolayı Halep’te SMO ile HTŞ arasında şimdiden parsa kapma kavgasının başladığına dair haberler var.
Bu arada Halep’in işgalinin ardından cihatçı çetelerin Hama kentine dönük saldırıları devam ederken, Fırat’ın doğusunda da gelişmeler yaşandı. SDG Suriye ordusunun denetimindeki bölgeye saldırı başlattı. SDG’ye göre 7 köy ele geçirildi. Şam kaynakları ise, işgalci Amerikan ordusunun hava bombardımanı ile desteklenen iki saldırının püskürtüldüğünü söylüyor.
SDG, emperyalist/Siyonist güçlerle Saray rejiminin desteğindeki cihatçılarla Fırat’ın batısında çatışıyor. Halep merkezinde ise Kürtlerin yaşadığı iki mahalleden HTŞ ile anlaşarak çekildiği söyleniyor. Ama aynı anda Fırat’ın doğusunda HTŞ’yi koruyup/kollayan ABD’nin desteği ile Suriye ordusuna saldırıyor. Bu saldırıların daha büyük bir çatışmaya dönüşme olasılığı dışlanmazken, genel olarak çatışmaların şiddetlenme ihtimalinin yüksek olduğu görülüyor. AKP şefi Tayyip Erdoğan’la görüşen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, “cihatçıları Halep’ten çek” mesajı vermesi işe yaramazsa, savaşın yayılma olasılığı yüksek olacak.
Suriye’nin yaralı bedeni üç koldan parçalanmaya çalışılıyor. Zira emperyalist/Siyonist barbarlara göre Suriye’nin çok büyük bir suçu var: Ne ABD-İsrail önünde diz çöküyor ne Filistin ve Lübnan direnişlerine verdiği desteği kesiyor. Soykırımcı çetenin şefi Netanyahu, bundan dolayı Esad’ın ateşle oynadığını söyleyerek tehdit etti. Ardından planlanan cihatçı terör saldırısı başlatıldı.
Suriye’nin Rusya ile Sovyetler Birliği döneminden beri devam eden ilişkileri, İran’la stratejik işbirliği içinde olması gibi farklı etkenler olsa da esas mesele, Esad yönetiminin hem ABD’nin havuçlarını reddetmesi hem tehditleri karşısında diz çökmemesidir. Filistin ve Lübnan direnişlerine verdiği desteği kesse, ırkçı-Siyonist rejimle ilişkileri normalleştirse, ABD ile Batılı emperyalistlerin gözdesi olurdu. Halkların bedelini ağır bir şekilde ödediği terör ve işgal savaşlarının esas nedeni, tüm kuşatma ve zorluklara rağmen Şam yönetiminin ABD-İsrail karşısında sergilediği bu kararlı tutumdur.
Temel mesele ırkçı-Siyonist rejimin himayesidir
Gazze’de soykırıma devam eden İsrail, halen zafer kazanabilmiş değil. Yakıp yıktı, katletti, yok etti. Buna rağmen işgalci savaş aygıtı her gün Filistinli direnişler tarafından vuruluyor. Lübnan’a saldırdı, yine yakıp yıktı, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah dahil birçok lideri ve binlerce kişiyi katletti. Bunlara güvenip “yeni bir Ortadoğu oluşturmaktan” söz etmeye başladı. Lübnan topraklarını işgal saldırısı başlattı. Ancak sonuç yine fiyasko oldu.
Yaklaşık iki ay süren işgal saldırısı Lübnan direnişinin sert duvarına tosladı. Soykırımcı ordu ağır kayıplar verdi. Yaralı, ölü, sakat, intihara eğilimli askerlerin sayısı binleri buldu. Netanyahu, Hizbullah’la ateşkesi kabul etme gerekçelerini sıralarken ordunun yeniden toparlanmaya ihtiyacı olduğunu itiraf etmek durumunda kaldı. Bir dönemlerin “yenilmez ordusu” diye pazarlanan işgalci savaş aygıtı halkların direniş karşısında hezimete uğradı. Hizbullah savaşçılarının attığı balistik füzeler ise “demir kubbe” denen savunma sistemini delik deşik etti. Hizbullah’ın İHA’ları Netanyahu’nun yatak odasına kadar ulaştı. “Yahudilere müreffeh, güvenli yurt” diye pazarlanan İsrail’in öyle olmadığı Aksa Tufanı eylemi ile görülmüştü. Şimdi ise bu durum çok daha belirgin bir hale geldi.
Soykırıma, katliamlara, yakıp yıkmalara rağmen ortaya çıkan bu sonuç ırkçı-Siyonist rejimi olduğu kadar, onu himaye eden ABD ve Batılı emperyalistleri de diken üstünde bıraktı. İşgal ettiği Filistin toprakları üzerinde kurulan bu işgalci, yayılmacı, saldırgan aygıtın korunması için eteklerinde ne varsa dökmeye başladılar. Batının “demokratik değerlerini” savunduğunu iddia edenler soykırımcılarla, savaş suçlularıyla aynı mevzide buluştular.
Kuşkusuz ki, yaşananların emperyalistler arası hegemonya çatışmasıyla da doğrudan bağlantısı var. Zira ABD ile diğer Batılı emperyalistlerin destek ve onayı ile İngiliz emperyalizmi tarafından imal edilen Siyonist aygıtın çöküşü, bu emperyalist cephenin Ortadoğu’da büyük bir darbe alması anlamına geliyor. Çöküşü önlemek için soykırım da yaparlar, milyonları göçe de zorlarlar, barbarlığı en uç noktalara da vardırırlar, cihatçı terör örgütleri imal edip kullanırlar, trilyonlarca dolar da harcarlar. Nitekim bunların tümünü şu ana kadar Filistin, Lübnan ve Suriye’de yaptılar.
İşgalci Siyonist aygıtı koruma hedefine ulaşabilmek için Suriye’ye diz çöktürülmesi, Şam ve Beyrut’ta İsrail büyükelçiliği açmayı vaat eden cihatçı terör örgütlerinin Suriye’de yönetime getirilmesi gerekiyor. 2011’deki savaşın hedefi buydu. Ancak Emevi camisinde namaz kılma hesapları tutmadı. Şimdiki savaşta ise Suriye’nin parçalanması hedefi öne çıkarılıyor. Suriye’nin Irak ile karadan bağlantısının kesilmesi, Suriye-Lübnan sınırının emperyalistlerin oluşturacağı askeri bir güç tarafından kontrol edilmesi hedefleniyor. Böylece Lübnan ve Filistin direniş hareketlerine sağlanan silah ve mühimmat desteğinin kesileceği ve halkaların direnişinin emperyalist/Siyonist sömürgeciler tarafından kırılacağı var sayılıyor.
Suriye’de cihatçı çeteler eliyle başlatılan saldırı Gazze ve Lübnan’a karşı yürütülen barbarlık savaşının devamıdır. Baş aktörler emperyalist/Siyonist güçler, onların suç ortağı AKP-MHP rejimi, finansörleri Katar başta olmak üzere bazı körfez şeyhleri, tetikçileri ise cihatçı terör örgütlerdir. Bu kadar güçlü, zengin ve barbar olan bu cephe, Filistin ve Lübnan başta olmak üzere halkların direniş iradesini kırmak için oluşturuldu. Ancak “taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmama” savaşının yürütüldüğü Gazze’de bile hedeflerine ulaşabilmiş değiller. Bundan dolayı histerik bir şekilde savaşı sürdürüyorlar.
Gazze’de soykırım devam ederken, cihatçıların sahaya sürülmesi, dikkatlerin Suriye’ye yönelmesine neden oldu. Bu ise soykırımcı Netanyahu’yu kısmen de olsa Gazze’de rahatlatıyor. Hal böyleyken Filistin’den Lübnan’a, Suriye’den Yemen’e emperyalist/Siyonist sömürgecilerin saldırganlığına karşı direnen halklarla dayanışmayı yükseltmek, halklara karşı yürütülen her tür saldırı, savaş ve işgali reddetmek hem bölge halklarının hem dünyanın ilerici ve devrimci güçlerinin temel sorumluluğudur.