Kurtlar sofrasında Suriye

Ortaya çıkan tablonun Suriye’nin iç dengelerinde, Ortadoğu’da ve emperyalistler arası hegemonya mücadelesinde ne sonuçlar doğuracağını önümüzdeki günlerde yaşayarak göreceğiz. Ama Suriye’de yaşananlar defalarca kanıtlanan bir gerçeğin altını bir kez daha kalınca çizmeyi gerektiriyor. Halkların özgürlüğü ancak kendi öz mücadelelerinin ürünü olabilir. Emperyalistlerin ve maşalarının halklara kan ve daha fazla katliamdan başka bir şey vermesi mümkün değildir.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 21 Aralık 2024
  • 08:00

Lübnan’da ateşkesin başladığı, Esad’ın Rusya’da olduğu 27 Kasım günü Suriye’de HTŞ öncülüğündeki cihatçı çeteler harekete geçti ve hiçbir ciddi direnişle karşılaşmadan 10 gün içinde Şam’ın kontrolünü ele geçirdi.

2011’den beri devam eden iç savaşın ardından yaşanan bu süreç “sürpriz” bir gelişme olarak karşılandı. Dahası birçok soru işaretini de beraberinde getirdi. 13 yılı aşkın süren iç savaşın en sıcak günlerinde kontrolü kaybetmeyen Esad rejimi, ne oldu da 10 gün içinde ülkeyi anahtar teslim bir şekilde devretti? Rusya ve İran yaşanan gelişmeleri neden sessizce izlediler? Ukrayna savaşı Rusya’yı çok mu yordu, yoksa “Al Ukrayna’yı, ver Suriye’yi” pazarlığı mı yapıldı? ABD’nin, İsrail’in ve elbette Türkiye’nin gelişen olaylardaki rolü neydi? Ve en önemlisi, cihatçıların kontrolüne geçen bir Suriye ülkede, bölgede ve dünyada dengeleri nasıl etkileyecekti?

Olayların sıcaklığı içinde bu sorulara yanıt bulmak hiç de kolay değil. Ama gelişmelerin seyrinden anlaşılan bir gerçek var ki, Suriye’nin tepesine çöreklenen leş kargaları için yaşanan hiç de sürpriz değildi. Hatta sonuç senaryosu daha HTŞ operasyonu başlamadan önce yazılmış ve taraflardan genel bir kabul görmüştü.

Bu tablo şaşırtıcı değil. Zira Ortadoğu ülkelerinde halk isyanlarının birbirini izlediği günlerde Suriye iç savaşı halkın diktatörlüğe karşı bir başkaldırısı olarak değil, doğrudan emperyalist merkezlerin kışkırtmaları ile başlamıştı. Mısır’da, Tunus’ta ve diğer ülkelerde Arap Baharı devrimci bir önderlikle buluşamadığı için diktatörler devrilmiş ama diktatörlükler tahkim edilmişti. Suriye’de ise Arap Baharı’nın etkisi sınırlı kaldı. Sonrasındaki gelişmeleri belirleyen emperyalist merkezlerin kışkırtmaları oldu.

***

AKP’nin yandaş basını bugünlerde Türkiye’nin bölgede artan etkisi üzerine güzellemeler yapsa da, mevcut durumda Suriye’de yaşanan gelişmelerden en kârlı çıkan ülke İsrail oldu.

Bölgedeki hesaplarının önündeki en ciddi engel olan İran-Suriye ittifakı dağılırken, güncel planda Hizbullah’ın ikmal yolları da kapanmış oldu. Netanyahu’nun yaşanan gelişmeleri İsrail politikalarının başarısı olarak değerlendirmesi bu nedenle hiç de boş bir böbürlenme değil. İsrail’in ABD’deki baş hamisi Trump’ın “Suriye’nin iç meselesi, bizi ilgilendirmez!” açıklamasını ise ciddiye almak için bir neden yok. On yıllardır hegemonya mücadelesi verdiği bir bölgede yaşananlar elbette ABD için son derece önemlidir. Ortaya çıkan sonuçtan İsrail ile birlikte oldukça hoşnut olduğu açıktır.

ABD’nin, İsrail’in ve onlarla bağlantılı olarak Türkiye’nin yaşanan gelişmelerdeki rolünü anlamak için HTŞ’nin politik ve askeri dönüşümünü takip etmek gerekiyor. Sonuçta HTŞ Birleşmiş Milletler, dolayısıyla ABD ve Türkiye tarafından da resmi olarak “terör örgütü” olarak tanımlanmaktadır. Lideri Golani’nin başına 10 milyon dolarlık bir ödül konulmuştur. Ama Türkiye bu “terör örgütü”nün başarısı karşısında sevinçten havalara uçuyor. MİT başkanı Şam sokaklarında bu “başarı”yı yerinde kutluyor. Açıktır ki, AKP’nin diline dolamayı çok sevdiği terör edebiyatı boş bir hamasi nutuktur, aslolan “kimin teröristi” olduğudur.

Resmi olarak “terör örgütü” olarak tanımlansa da, HTŞ ya da geride bırakmaya çalıştığı adıyla El Nusra, ABD tarafından adım adım hizaya çekilen bir cihatçı çetedir. Geçmişte El Kaide’nin bir kolu olan El Nusra önce El Kaide’den koptu, ardından iki defa isim değiştirerek sonunda Heyet Tahrir el-Şam’a evrildi.

Değişen sadece ismi de olmadı. Cihatçı yapısında temelli bir dönüşüm elbette yoktu ama HTŞ ılımlı bir görüntü çizerek kendisine alan açmaya çalışıyor ve bölgedeki diğer cihatçı çetelere karşı hegemonya mücadelesi veriyordu. Bu süreçte olası rakiplerinin bir kısmının ABD’nin askeri operasyonları ile öldürülmesi dikkat çekicidir. Bir diğer dikkat çekici veri ise, 2019’da TSK birlikleri ile İdlib’de devriye atmaya başladıkları günden bugüne askeri kapasitesinde ve pragmatist siyaset tarzında yaşadığı dönüşümdür.

Cihatçı bir çete diyoruz ama 27 Kasım’dan sonra yaşananlar onun SİHA’lar kullanan, gece görüş dürbünleriyle baskın saldırılar düzenleyen modern bir orduya dönüşümünün işaretleridir. Türkiye’nin himayesindeki SMO’nun ele geçirdiği bölgelerde yağmaya kalkışan komutanlarını tutuklamaları, Şam’da resmi devir teslim gerçekleşmeden resmi binalara girişleri yasaklamaları ise cihatçı bir çetenin aklını aşan davranışlardır.

Öyle anlaşılıyor ki, HTŞ Suriye’de kendisine biçilen rolün ve misyonunun fazlasıyla farkındadır. Nitekim buna uygun davranmaya çalışıyor. Ve Türkiye’nin kendisini SDG üzerine sürme girişimlerine karşı en azından bugüne kadar aldığı tavır gösteriyor ki, pragmatist tutumlarında ABD’nin bölgeye yönelik politikası belirleyici bir rol oynuyor.

***

Sonuçta 13 yıl süren bir iç savaşın ardından Suriye’de bir diktatör devrildi. Ama Suriye ve bölge halkları için ortada sevinmek için bir neden bulunmuyor. Zira diktatör Suriye halkının mücadelesi ile değil, emperyalistler arası güç dengelerinin bir sonucu olarak devrildi. Ve yerini en azından şimdilik bir grup cihatçıya bıraktı.

Ortaya çıkan tablonun Suriye’nin iç dengelerinde, Ortadoğu’da ve emperyalistler arası hegemonya mücadelesinde ne sonuçlar doğuracağını önümüzdeki günlerde yaşayarak göreceğiz. Ama Suriye’de yaşananlar defalarca kanıtlanan bir gerçeğin altını bir kez daha kalınca çizmeyi gerektiriyor. Halkların özgürlüğü ancak kendi öz mücadelelerinin ürünü olabilir. Emperyalistlerin ve maşalarının halklara kan ve daha fazla katliamdan başka bir şey vermesi mümkün değildir.

Emevi Camii’nde namaz kılmak ya da emperyalizmin gönüllü taşeronluğu!

Günlerdir yandaş basın Suriye’de yaşananları Türkiye’nin önünde uzanan yeni bir fırsat kapısı olarak sunuyor, AKP’nin dış politika başarısı olarak güzelliyor. Sanki yıllardır Suriye’de attığı her adımda duvara toslayan başkasıymış, yıllarca süren iç savaşta politikaları ile Suriye halkının çektiği acıların sorumlularından biri AKP değilmiş gibi…

AKP’nin ve yandaş basının cihatçıların Şam’da kontrolü ele geçirmesine sevinmesi elbette şaşırtıcı değil. Hatta palazlanmalarında, eğitilip donatılmalarında özel bir rol üstlendikleri de bilinmeyen bir gerçek değil. Ama ne Suriye’deki tablo onların anlattığı gibi güllük gülistanlık ne de HTŞ, AKP’nin isteklerini yerine getirmek için hazırola geçmiş durumda. AKP, olsa olsa sırtlanlardan kendisine pay kalmasını bekleyen bir leş kargası gibi davranacaktır bu denklemde.

Ama gerçekleri ters yüz etmek, olmadık hayaller yaymak AKP’nin en iyi yaptığı işlerden biri oldu yıllardır. Şimdi de neo-Osmanlıcı hayalleri ile birlikte “Ortadoğu halklarının ve İslam aleminin güçlü lideri Erdoğan” masalını diriltmeye çalışıyor.

Bir yandan da elbette pastadan kendisine düşecek payı büyütebilmek için manevra kabiliyetini artırmaya çalışıyor. Daha toz bulutu dağılmadan MİT başkanının soluğu Şam’da alması tam da bu yüzden. Hem Emevi Camii’nde kılınan namazla iç politika malzemesi olarak yıllarca yaydığı hayalin şovunu yapıyor, hem de Suriye’nin yeni patronundan bugüne kadar gösterdiği desteği unutmamasını istiyor.

Ne var ki AKP Türkiye’sinin Suriye denkleminde istediği rolü alması oldukça zor. Zira onun çıkarları ile ABD ve İsrail’in tercihleri arasında halen belirgin bir fark bulunuyor. Türkiye için SDG’nin Suriye denkleminden çıkarılması öncelikli bir sorun. Bunun gerisinde şovenist histerinin de ötesinde yer altı kaynaklarının bulunduğu bölgelerin kontrolünün SDG’de olduğu gerçeği var. Ama tam da aynı nedenden ötürü ABD bu bölgelerin kontrolünün SDG’de kalmasını tercih edecektir. Zaten İsrail de Türkiye’nin SMO üzerinden Kürtlerin bulunduğu bölgelere yaptığı saldırılar karşısında rahatsızlığını yüksek sesle dile getiriyor. Öte yandan, ABD Dışişleri Bakanı’nın Suriye gündemi ile gerçekleştirdiği Türkiye ziyaretinin belirlenmiş sınırları aşmaması için bir hatırlatma içerdiğine de kuşku yok.

Elbette Suriye’deki gelişmeler daha çok su kaldıracak cinsten. Tutumların, ittifakların, dost ve düşmanların değişmesi için olasılıklar çok fazla. Ama bugüne kadar ortaya çıkan tabloda AKP için hiçbir zaman bağımsız bir politika başarısı olmadı. O her zaman emperyalist merkezlerde kendisine verilen rolün sadık bir uygulayıcısı oldu. En fazlasından yapabildiği bunu bir iç politika malzemesi olarak kullanmaktı. Bundan sonra da bu tablo değişmeyecektir.

Emeğin Kurtuluşu’nun 46. sayısından alınmıştır…