Afrin’e saldırı ve Türkiye solu
Haklı ulusal davaların ezilen ulusun burjuva partileri ya da mülk sahibi sınıfları tarafından lekelendiği durumlara sıkça rastlanmıştır. Lenin, haklı bir ulusal davanın ezilen ulusun burjuvazisi tarafından lekelenmesi, bir başka devletin çıkarları için kullanılması ya da gericiliğe alet edilmesi, hiçbir biçimde ezilen ulusun meşru haklarını reddetmemizi ya da görmezden gelmemizi haklı göstermez, der. Biz mazlum bir ulusun haklı davasının hareketin liderleri tarafından lekelenmesini mahkum ederiz. Ama meşru ulusal haklarını da açıklıkla ve kararlılıkla savunuruz. Bunlar özenle birbirinden ayırt edilmesi gereken farklı şeylerdir.
Bugün Ortadoğu’nun toplamında ve Türkiye’nin kendi içinde, Kürtlere herhangi bir statü ya da politikanın zorla dayatılmasını hiçbir durumda kabul etmeyiz. Haklı ulusal davasına kendi coğrafyası üzerinden bir gerçeklik kazandırmakla yetindikleri sürece onu destekler, buna dışarıdan yönelecek her türden müdahaleyi gayrı meşru sayar, ona açıklıkla ve kararlılıkla karşı çıkarız. Kürtler kendi toprakları üzerinde kimlerle işbirliği yapmış olursa olsun, başına hangi türden yöneticiler seçmiş olursa olsun, buna dışarıdan herhangi bir müdahale ya da dayatma kabul edilemez. Bu tümüyle gayrı meşru bir girişim olur. Hele de bunu yapan kendi bünyesinde Kürt sorunu bulunan bir ülkeyse, bu suçların en büyüğü ve ağırı olur. Türk sermaye devletinin Rojava’ya, Afrin’e ya da Kürdistan’ın bir başka bölgesine müdahalesi de her durumda gayrı meşrudur. Böyle bir politika kararlılıkla mahkum edilmeli ve buna karşı Kürt halkının yanında yer alınmalıdır. Bu, Türkiyeli devrimciler için özellikle vazgeçilemez bir sorumluluktur.
Bugün Kürtlerin yaşadıkları topraklara Afrin üzerinden bir saldırı var ve onlar buna karşı tümüyle haklı ve meşru bir ulusal direniş sergiliyorlar. Bu direnişi sonuna kadar destekliyoruz. Kendi topraklarını, kendi kazanımlarını savunmak onların en meşru haklarıdır. Türk devletinin burada başarısızlığını, yenilgiye uğramasını istiyoruz. Bu yenilgi Türkiye toplumuna hiçbir şey kaybettirmez, tersine onu şimdiki boğucu diktatörlük karşısında bir parça rahatlatır. Dinsel gericiliğin halen toplumu soluksuz bırakan mengenesi önemli bir darbe alır. Dolayısıyla Afrin’de, Rojava’da Kürtleri desteklemek dolaysız olarak Türkiye’de işçileri ve emekçilerin nefes alabileceği bir atmosferi desteklemekle aynı anlama gelir. Bunun tersi de aynı şekilde ve aynı ölçüde doğrudur. Mevcut saldırı karşısında susmak, hele hele onu şu veya bu şekilde desteklemek, dinci-faşist iktidar gücünü pekiştirmeye ve ömrünü uzatmaya katkıda bulunmaktır.
Afrin’e saldırı ve TKİP
TKİP 30. Yıl Konferansı Bildirgesi’nde Rojava üzerine de bir değerlendirme var (Ekim’in bu sayısında yeniden yayınlanmaktadır.) Bu değerlendirmede PYD’nin Amerikan emperyalizmi ile kurduğu ilişkiler açık bir biçimde mahkum ediliyor ve bunun bizzat mazlum Kürt halkı için içerdiği tehlikelere önemle işaret ediliyor. Fakat öte yandan meşru ulusal kazanımlarına yönelecek tüm saldırılara karşı Kürt halkının yanında yer alınacağı aynı açıklıkla vurgulanıyor. Kürt ulusal hareketinin emperyalist güç odaklarıyla kurduğu ilişkilere, böylece mazlum Kürt halkının haklı davasına düşürdüğü gölgeye rağmen, Kürt halkının elde ettiği tüm meşru ulusal kazanımların TKİP tarafından sonuna kadar savunulacağının, buna yönelecek saldırılar karşısında mazlum Kürt halkının yanında yer alınacağının altı çiziliyor.
Kürtlerin kendi coğrafyalarındaki kazanımları tümüyle meşrudur. Kürtler kendini yönetmek istiyor. Bu hak ve olanağı hiç kimse hiçbir gerekçeyle Kürtlerin elinden alamaz. Şu veya bu güçle yaptığı işbirliği Kürtlerin ulusal haklarını ortadan kaldırmaz. Biz bunu Talabaniler’e, Barzaniler’e karşı tutumumuzu açıklarken de bu açıklıkla ortaya koymuştuk. Amerikan emperyalizmi ile işbirliği yapmak ise, bunu 70 yıldır Türk devleti ve üstelik tüm bölge halklarına karşı yapıyor. Ülkenin dört bir yanı Amerikan emperyalizminin ve NATO’nun üsleriyle donatılmış bulunuyor. Türkiye Ortadoğu halklarına karşı emperyalizmin ve NATO’nun 70 yıldır cephe gerisidir. Bölge halklarına karşı emperyalizmle işbirliği suçunun tüm bölgede birinci dereceden sorumlusu bizzat Türk sermaye devletidir.
Yinelemek gerekirse: İki şeyi birbirinden net bir biçimde ayırt etmek gerekir. Kürt partilerinin haklı ve meşru bir davayı emperyalizm ile ilişkiler içinde lekelemesi açık ve net bir tutumla mahkum edilmelidir. Ama ezilen bir ulusun haklı ve meşru istemleri ile bu doğrultudaki kazanımları de aynı açıklık ve kesinlikle savunulmalıdır. Bu kazanımlara el uzatılması, bunların saldırı hedefi haline getirilmesi ağır bir suç sayılmalıdır.
TKİP 30. Yıl Konferansı’nın aldığı tavrın ikili yönüdür bu. Bunlar Lenin’in bize ulusal sorun konusunda öğrettikleridir. Ulusal siyasal akımların emperyalistlerle ya da gericilerle kurdukları ilişkilerin mahkum edilmesi ile ezilen bir ulusun meşru haklarının her durumda savunulması iki ayrı şeydir. Bu ikisini birbirinden dikkatle ayırmak, ulusal sorunda leninist tutumun en ayırt edici özelliklerinden biridir.
Afrin’e saldırı ve Türkiye solu
Türkiye solunun Afrin saldırısı karşısındaki tavrına gelince. Siyasal yaşamlarını artık büyük ölçüde Kürt hareketine endekslemiş çevrelerin tutumunu bir yana koyalım. Asıl önemli olan, Türkiye’nin ‘70’li yıllarda iyi-kötü devrimciliği temsil eden, 12 Eylül’den sonra reformist bir çizgiye kayan ve bugün ise sosyalist olmak iddiasındaki solun esas ağırlığını oluşturan kesimlerin tutumudur. EMEP ve Halkevleri işgale karşı daha baştan doğru ve samimi tavırlar aldılar. Her ne kadar ilk günlerdeki tokluğu sonradan sürdürmekte zorlandılarsa da, aldıkları tavır onlar payına yine de son derece önemlidir. ÖDP de yerinde nedenlerle işgale karşı çıktı. Ama ABD emperyalizmiyle ilişkiler konusunda Kürt partilerine hatırlattıkları da vardı. Bu da kendi başına hiçbir biçimde yanlış değildi. Haziran Hareketi’nin öteki bileşenleri için de benzer şeyler söylenebilir.
SİP kökenli TKP’nin sosyal-şovenizmi bir eğilim haline getiren kanadı ise, bu tutumunu Afrin saldırısı üzerinden de gösterdi. Yaptığı açıklamada Kürtler ya da Afrin ile ilgili tek söz etmemeyi başardı. Sorunu genel planda Suriye sorunu olarak koydu ve Suriye’den elinizi çekin demekle yetindi. Oysa güncel müdahale Afrin’e yapılıyordu. Saldırının somut hedefi Suriye Kürtleri, onların meşru ulusal kazanımlarıydı. Bu durumda sorun ne ise dosdoğru onun üzerinden konuşmak, buna ilişkin tutumu apaçık bir biçimde ortaya koymak gerekirdi. Sözde “komünistler” bu açıklığı ve yürekliliği gösteremediler. Tümüyle haksız ve kirli amaçlara dayalı bir savaşa cepheden açık bir tavır alamadılar. Böylece sosyal-şoven bir maya taşıdıklarının yeni bir örneğini verdiler.
Bir de iyi günlerinde Kürt hareketinin kuyruğundan ayrılmayan, onun seçim ittifaklarına hevesle katılan bazı troçkist çevreler var. Her konuda konuşmaya ve yazmaya pek meraklı bu çevreler haftalardır süren Afrin saldırısı karşısında ya tümden susuyorlar ya da kendileri için hiçbir risk getirmeyecek bazı boş laflarla yetiniyorlar. Bu davranış sosyal-şovenizmden çok korkakça bir oportünizmin ifadesidir. Fakat en az onun kadar berbat bir tutumdur.
***
Türkiye solunun ‘70’li yıllarda bağımsızlık ve demokrasi taleplerine dayalı devrimci demokratik programı teorik mantığı içerisinde devrimciydi. Söz konusu olan demokrasi ve bağımsızlığı kazanmaya dayalı bir devrim, bir iktidar mücadelesiydi. 12 Eylül askeri faşist darbesi bu programın taşıyıcısı olan akımları tasfiyeci sürecin içerisine itti ve bu bütünsel program parçalandı. Bazı sol kesimlerde demokrasi meselesi daha çok önemsenmeye ama anti-emperyalist duyarlılık zayıflamaya başladı. Öteki bazıları ise tersinden, emperyalizme karşı mücadeleyi önemsemek adı altında ulusalcı bir çizgiye kaydılar, demokrasi sorununu hafifsemeye, ikinci plana itmeye yöneldiler. Bu kendini Kürt sorunu üzerinden de sosyal-şovenizm olarak gösterdi.
Bu iki kategorinin içinde demokrasi duyarlılığı öne çıkanlar, özellikle EMEP ve Halkevleri, Kürt sorununda da belirli bir duyarlılığa sahipler. Anti-emperyalist duyarlılığı sözümona önemseyen ve tersinden demokratik duyarlılıkları zayıflayanlar, özellikle SİP TKP’sinin bazı kesimleri, halen Kürt sorununda sosyal-şoven bir duyarsızlık içindeler. Afrin saldırısı sırasında da gördüğümüz bu oldu. Elbette Afrin gibi haksız ve kirli bir savaşa cepheden destek veremezlerdi. Ama tüm sorun, ona cepheden karşı çıkabilmekti. Yapamadıkları bu oldu.
Afrin’e saldırı ve “ulusalcı sol”
Türkiye’nin kemalist geçinen “ulusalcı sol”u ise artık birçok konuda Tayyip Erdoğan iktidarının yardakçısıdır ve Kürt sorunu söz konusu olduğunda da onunla tam olarak aynı saftadır. Doğu Perinçek, Soner Yalçın, Ümit Kocasakal gibileri düzenin asli unsurlarıdırlar. Kürt düşmanlığı ekseninde kudurgan milliyetçilik, bunların şu son yıllarda özellikle öne çıkan başlıca özelliğidir. Afrin’e saldırı savaşında AKP iktidarının arkasında saf tutmaları bu nedenle rastlantı değildir.
Bu çevreler Kürtlerin bölgede Amerikan emperyalizminin askeri olarak savaştığını söylüyor, gerici şoven tutumlarını bununla mazur göstermeye çalışıyorlar. Kürtlerin izlemekte oldukları politikalar ile sosyal-şovenlerin diline bu kadar kolay koz vermiş olmaları kuşkusuz önemli bir sorun alanıdır. Ama kendi devletleri 70 yıldır emperyalizmin ve siyonizmin bölge halklarına karşı ileri karakolu olanların dilinde bu bahaneler yine de riyakarlıktan öte bir şey değildir.
Burada sinsi, rezil ve riyakar bir tutum var. Anti-emperyalist söylemin arkasına gizlenerek, Amerikan emperyalizmine atıp tutarak Kürtleri suçluyorlar. Emperyalizme ve siyonizme o kadar karşıysanız, ilkin bu güçleri öncelikle kendi toprağınızda temizlemeye bakınız. İkincisi, Kürt halkının meşru haklarına saygı gösterip tanıyın, buna rağmen işbirliği yolunu tutarlarsa dönüp o zaman suçlayın. Kürtlerin ulusal meşru hakları üzerine tek kelime etmediğiniz sürece, Kürtlerin şu veya bu gerici ya da emperyalist devletle kurduğu ilişkileri suçlamak hakkına hiçbir biçimde sahip değilsiniz. Bu sizin payınıza ikiyüzlüce, riyakarca bir tutumdur. Siz anti-emperyalist değil, fakat tepeden tırnağa şovenistsiniz.
Hiçbir gerçek anti-emperyalist bir başka halkın zorla egemenlik altında tutulmasını istemez, bunu kabul etmez, edemez. Emperyalist egemenliğe karşı çıkmak, her biçimiyle köleliğe karşı çıkmaktır. Dış emperyalist köleliğe olduğu kadar içeride süren ulusal köleliğe de... Ezilen bir ulusu zorla kölelik altında tutmak, onun kendi dilini ve kültürünü baskı altına almak, onu kendini yönetmek hakkından yoksun bırakmak, ezen ulus burjuva milliyetçiliğinin tipik davranış biçimidir. Bu, tepeden tırnağa gerici, şoven, saldırgan, kıyıcı bir milliyetçiliktir. İlgili çevrelerin Afrin saldırısı üzerinden sergiledikleri tutumdan yansıyan da tam olarak budur.
Bir başka ulusun özgürlüğünü boğacaksınız, tüm meşru haklarını gasp edeceksiniz, onu zorla baskı ve kölelik altında tutacaksınız, böylece de öteki zalimlere muhtaç hale düşüreceksiniz. Sonra da kalkıp en büyük bir utanmazlıkla onu emperyalistlerle işbirliği yapmakla suçlayacaksınız! Bu, samimiyetsizliğin, ikiyüzlülüğün, riyakarlığın dipsiz kuyusudur. Doğu Perinçekler, Soner Yalçınlar, Ümit Kocasakallar, Metin Feyzioğlular vb., bunların tümü de Kürt halkına karşı dinci faşist iktidarın yanındadır ve yardakçılarıdır. Bunların aldığı tutuma, buna gösterdikleri gerekçelere baktığınızda, çözülmeden kalan bir Kürt meselesinin Türkiye toplumunu nasıl çürüttüğünün yeni kanıtlarını görüyorsunuz.
(Türkiye Komünist İşçi Partisi Merkez Yayın Organı EKİM’in Mart 2018 tarihli 311. sayısından alınmıştır...)