Avrupa Birliği ve Almanya, ‘Yeni Suriye’de nüfuz sahibi olmak için hızlı bir ziyaret trafiği başlattı. Geçen hafta Suriye’de ve çevresindeki ülkelerde emperyalist ülkelerin politikacıları görüşmeler yaptı. Batılılar Rusya ve İran’sız bir Suriye’yi insan hakları, azınlık hakları, kadın hakları ihlallerini görmezden gelerek desteklemeye hazır görünüyorlar. Suriye için sürdürülen yarışta Almanya’nın eli güçlü.
Fransa’da ise siyasi krizler bitmiyor. Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ancak temmuz 2025’te meclisi yasal feshetme yetkisini yeniden kazanacak. Macron, zaman kazanmaya çalışıyor. Ancak yeni atadığı François Bayrou’nun başbakanlık pozisyonunu koruma garantisi yok. Bu belirsizlik nedeniyle Bayrou, Pau belediye başkanlığından dahi istifa etmedi. Bayrou’nun başbakan olarak kalıp kalmayacağı ise Fransa Sosyalist Partisinin (PS) tutumuna bağlı…
Öte yandan yine Fransa’da yıllarca uyutularak eşi ve çok sayıda erkeğin cinsel saldırısına maruz kaldığı ortaya çıkan Gisele Pelicot’un geçtiğimiz hafta görülen davası tüm Avrupa’da gündemdeydi. İngiltere merkezli The Guardian gazetesinden seçtiğimiz makalede Pelicot’un cesur tutumunun cinsel şiddete karşı kadın mücadelesine büyük katkı sunduğuna vurgu yapıldı.
Suriye yarışı
German Foreign Policy
…Alman diplomatlar, Şam’da yeni Suriye hükümetinin temsilcileriyle ilk görüşmelerde bulundu. Bu amaçla Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu Temsilcisi Tobias Tunkel başkanlığındaki 4 kişilik heyet Suriye’nin başkentini ziyaret etti. Geçici hükümetin fiili dışişleri bakanıyla yapılan görüşmenin “iyi gittiği” söyleniyor. Tunkel ayrıca HTŞ Lideri Ahmed el Şara (Ebu Muhammed el Colani) ile de görüştü. Görüşmenin odak noktasının “Suriye’deki siyasi geçiş süreci ve azınlıkların korunması ve kadın haklarına ilişkin beklentiler” olduğu bildirildi. Duyduğumuza göre Şam’daki Alman Büyükelçiliğinin yeniden açılmasına yönelik hazırlıklar şimdiden yapılıyor. Alman Diplomat Michael Ohnmacht, AB’nin Suriye delegasyonunun başkanı olarak pazartesi günü Şam’a gitti. Orada başkalarının yanı sıra fiili dışişleri bakanıyla da görüşmelerde bulundu.
Kendi açıklamalarına göre federal hükümet, Suriye’nin yeniden inşasını şekillendirme ve aynı zamanda ülke üzerinde öncü nüfuz kazanma girişimine iyi hazırlanmış durumda. Kalkınma Bakanlığına göre, bu yıl Suriye’de sivil toplum kuruluşlarına ve BM projelerine destek için kullanılan toplam 125 milyon avronun bir kısmı da HTŞ’nin kontrolündeki İdlib vilayetine gitti. Bu açıkça sürdürülebilir ilişkilerle sonuçlandı: Kalkınma Bakanı Svenja Schulze geçen hafta “Bağlantılarımız var, şu anda önemli olan birçok aktörü tanıyoruz” dedi. Bakanlık fiilen “On üç yıldır bu ana hazırlanıyor.” Geleceğe bakan Bakan: “Devlet yapılarını inşa etmek bizim temel işimizdir” diye devam etti. Schulze, Berlin’in İdlib’e verdiği destekle cihatçıların yönetimini istikrara kavuşturduğunu, onların onları etkileyebildiğini iddia edenleri haklı çıkarıyor. Örneğin HTŞ, “Kamusal alanlarda cinsiyet ayrımını öngören bir ahlak yasası” çıkarmak istediğinde, yardımı durdurmakla tehdit etmiş, bunun üzerine HTŞ yasayı geri çekmişti. Ancak Bakan Schulze, Berlin’in bölgeyi desteklediği İdlib’de kadınlara oy hakkı verilmediğini, Sünni olmayanların sivil haklarının bulunmadığını, HTŞ karşıtlarının ise işkenceye uğradığını ve öldürüldüğünü belirtmedi.
Berlin ve Brüksel’in Şam’daki geçici hükümete empoze etmeye çalıştığı ilk hedeflerden biri, Rusya’nın Suriye’deki askeri üslerini (Tartus’taki deniz üssü ve Lazkiye yakınındaki Hmeymim Hava Üssü) mümkün olan en kısa sürede kapatmak. AB’nin Yeni Dış Politika Şefi Kaja Kallas, AB dışişleri bakanları toplantısı sonrasında yaptığı açıklamada, “birçok” bakanın “Rus nüfuzundan kurtulmanın” Suriye’deki “yeni liderlik için bir koşul” olmasını talep ettiğini söyledi. Kallas, “Suriye’nin geleceğinde Rusya ve İran’ın yeri olmamalıdır” dedi. Hollanda Dışişleri Bakanı Caspar Veldkamp gazetecilere, “Rusların dışarı çıkmasını istiyoruz” derken İspanya Dışişleri Bakanı José Manuel Albares, AB’nin korunması gereken “kırmızı çizgileri” olduğunu kaydetti.
…Batılı güçler arasında HTŞ’nin kurduğu yeni hükümet üzerinde doğrudan nüfuz sahibi olma yönündeki büyük yarış hafta sonu Şam’da başladı…
Bu arada HTŞ Lideri el Şara’ya göre Suriye’nin gelişmesi gereken yön temkinli çizgilerle ortaya çıkmaya başlıyor. El Şara, yakın zamanda The Times of London’a verdiği bir röportajda, yakın gelecekte seçim yapılması fikrinin “biraz abartılı” olduğunu söyledi…
Şeriat hukukunun özellikle kısıtlayıcı bir yorumunun gelecekte Suriye’de günlük yaşamı düzenleyip düzenlemeyeceği sorusuna ilişkin el Şara, “kişisel özgürlüklere yönelik derin saldırılar” olacağını düşünmediğini açıkladı; ancak “geleneklerin” dikkate alınması beklenmelidir. Gelecekte Suriye “doğal Suriye” olacaktır. El Şara hangi “geleneklerin” “doğal” kabul edilebileceğini açıklamadı.
Ancak HTŞ liderliğindeki Suriye’nin kayıtsız şartsız Batı’ya tabi olma niyetinde olmadığını açıkça ifade etti. Suriye altyapısının devam eden yasa dışı bombardımanı ve Suriye topraklarının İsrail tarafından eşit derecede yasa dışı işgali ile ilgili olarak el Şara, Hizbullah ve İranlı milislerin Suriye’deki varlığının bunun gerekçesi olarak gösterildiğini açıkladı. Her ikisinin de geri çekilmesiyle “Bu gerekçe ortadan kalktı”; bu nedenle “Saldırılar durmalı ve İsrail eski mevzilerine çekilmeli” dedi. HTŞ Lideri, “İsrail’le çatışma istemiyoruz” diye ekledi. Ayrıca Batılı devletlerin Suriye’ye yönelik yaptırımlarını derhal kaldırmasını talep etti. Bunlar sonuçta artık düşmüş olan Beşar Esad hükümetine yönelikti. El Şara, “Bu bir müzakere konusu değil” diye uyardı. Bu, yaptırımların kaldırılması ihtimalini Suriye geçiş hükümetine karşı siyasi baskı aracı olarak kullanmayı amaçlayan AB ile yaşanacak ilk çatışma olarak görülüyor.
Çeviren: Semra Çelik
PS’nin ihanete devam etmesine izin veren seçim ittifakları
Paul MORAO
Revolution Permanente
François Bayrou’nun atanması Sosyalist Parti PS’nin siyasi krizle ilgili önemli bir rol oynayabileceği yeni bir dönemi başlatıyor. Jean-Luc Mélenchon, (PS Lideri) Olivier Faure’u NFP’ye (Yeni Halk Cephesi), “Evine dönmeye” çağırırken, işçilerin düşmanı olan bir partinin güçlenmesine olanak tanıyan seçim ittifaklarının rolünü kınamak gerekiyor.
PS’nin yükselen isimlerinden Philippe Brun’un ekonomi bakanlığını reddetmesinin ardından, Bayrou’nun önümüzdeki günlerde Jérôme Guedj gibi diğer parti liderleriyle ya da Bernard Cazeneuve ve Pierre Moscovici gibi eski PS üyeleriyle temasa geçebileceği belirtiliyor. Yeni başbakan böylece yönünü netleştiriyor: PS’ye dayanarak Macronizmi sürdürmeye çalışmak. Ancak, “soldan destek arayışı”, şimdilik Bayrou gibi merkez sağ bir figürün liderlik ettiği bir koalisyon hükümetine PS’nin katılmayı reddetmesiyle karşılandı. Yine de PS, hükümete katılmadan “gensoru vermeme anlaşması” yoluyla destek verme olasılığını tamamen kapatmıyor.
(Önceki Atanmış Başbakan) Barnier’in düşüşünden bu yana tartışmaların merkezinde olan PS, son günlerde “rejimin istikrarını” savunma, “kurumsal kaosa” ve “düzensizliğe” karşı durma konusundaki kararlılığını açıkça gösteriyor…
PS’nin tutumu, özellikle Boyun Eğmeyen Fransa (LFI) çevrelerinde tepki yaratıyor ve sosyal medyada “Bir daha asla PS” sloganı yeniden popüler hale geliyor. Ancak bu slogan, François Mitterrand’ın partisinin siyasette yeniden merkezi bir konum kazanmasını mümkün kılan koşulları göz ardı ediyor. PS, iki yıl içinde NUPES ve ardından NFP ile sağladığı ittifaklar sayesinde bu “ihanet” rolünü oynayabilir hale geldi. 2022’de LFI Meclis Başkanı Mathilde Panot, PS ile seçimler için “Herhangi bir görüşme olmayacağını” açıklamışken, (LFI Lideri) Jean-Luc Mélenchon taktik bir değişim dayatmış ve Hidalgo’nun cumhurbaşkanlığı seçimindeki yüzde 1.7’lik sonucu bile dikkate almamıştı. İlk program tavizleri pahasına NUPES oluşturulmuş, Olivier Faure solun yeni kurumsal figürü haline gelmiş ve PS’nin Mecliste 30 sandalye korumasına olanak sağlanmıştı.
İki yıl sonra, PS’nin halk hareketleri sırasında sergilediği tepkiler, İsrail’e verdiği destek, Filistin’deki soykırıma karşı verilen mücadeleye yönelik suçlamaları ve Avrupa seçimlerinde ultramilitarist Glucksmann’ı aday göstermesine rağmen, ittifak yeniden tekrarlanıyor. İki yıl NUPES ittifakının içinde güçlenen PS, Yeni Halk Cephesine (NFP) sağa daha da yaklaşan bir programı dayatarak, emeklilik yaşı, işten çıkarmaların yasaklanması, polis şiddeti ve ücretli izinler gibi konularda geri adımlar attırmayı başardı. Parti bu güvenle Eski Başbakan Borne’un emeklilik reformunu savunan Aurélien Rousseau veya 2014’te Filistin davasını destekleyen gösterilerin yasaklanmasından, OHAL uygulamalarına kadar birçok tartışmalı kararda rol oynayan François Hollande gibi isimleri seçimlerde aday gösterebiliyor.
PS’nin mevcut tutumu, “ihanet” olarak değil, her zaman olduğu gibi statükoyu koruma ve kurumsal krizi önleme konusunda kararlı bir rejim partisinin “normal” davranışı olarak değerlendirilmeli. Geçici olarak daha sağcı yönlerini geri planda bırakarak kaybolmaktan kaçınan PS, sadece tarihsel rolünü sürdürüyor. Bu gerçek LFI tarafından göz ardı ediliyor; PS’yi sol içinde rehabilite eden LFI, bu hafta sonu Mélenchon’un M6 kanalında dile getirdiği gibi hâlâ ittifakı savunuyor: “Zaman zaman çatışmalar yaşansa da (...) bu Yeni Halk Cephesinin devam etmesini savunuyoruz. (...) NFP üretken, verimli ve sonuç veriyor.”
Bu sadakat LFI’nin seçim ve kurumsal stratejisinin bir sonucudur. Mélenchon, Faites Mieux (Daha İyisini Yapın) kitabında bu yaklaşımı şöyle açıklıyor: “Demokratik inanç, seçimler yalnızca siyasi gücün ele geçirilmesi için değil, halkın katılımıyla değişim yaratacak ve sürdürecek politik bir mobilizasyonun gerekli biçimidir.” Bu sınıflar arası uzlaşma arayışı, sosyal-liberallerle bağları koparmayı imkansız kılıyor ve LFI’nin rejime karşı destek noktaları arama ve “ılımlı” seçmen kesimlerinde etki yaratma çabasıyla bağlantılı yapısal zayıflıklarını ortaya koyuyor.
Macron-Bayrou hükümetine verilen süre uzarken, PS bir kez daha zarar verici gücünü gösteriyor. Ancak PS’nin ihanetini kınamak, aynı zamanda onun solun kurumsal yapısında merkezi bir yer kazanmasını sağlayan stratejiyi tartışmayı gerektiriyor. Rejimin krizine karşı işçilerin, gençlerin ve halk sınıflarının kaderlerini reformist yapılara veya rejimle uzlaşmaya çalışan partilere değil, kendi ellerine almalarını sağlayacak bağımsız bir stratejiye her zamankinden daha fazla ihtiyaç var.
Çeviren: Ali Rıza Yıldırım
Gısele Pelıcot hikayesini yeniden yazdı…
Rebecca SOLNITThe Guardian
Tecavüze uğrayan kadınlar pek çok ülkede -belki de çoğunda- hukuk sistemi tarafından yeniden şiddete ve istismara uğruyor. Yine de Gisèle Pelicot, kocasının ve şimdi tarihi bir dizi kararla suçlu bulunan diğer 50 erkeğin suçlarıyla hesaplaşırken, anlatının kontrolünü ele geçirerek Fransa’da ve tüm dünyada bir kahraman haline geldi.
Gisèle, kocasının kendisine uyuşturucu verdiğini ve bilinci yerinde değilken gelip tecavüz etmeleri için internette yabancılara sunduğunu öğrendikten sonra evini, evliliğini ve hayatı hakkında kendine anlattığı hikayeyi terk etti ve bir süre inzivaya çekildi.
Ortaya çıktığında, onu feminist bir kahramana dönüştüren iki önemli karar verdi. Tecavüzcülerinin ve onları yönlendiren kocanın mahkum edilmesi bir tür adalettir (Bazı cezaları şok edici derecede kısa görünse de), ancak bunların hepsi aynı eskiden olduğu gibi gerçekleşebilirdi: Mahkemede bir kadının utandırılması, suçlanması ve zorbalığa maruz kalması. O bu hikayeyi kırdı ve onun yerine kendi hikayesini yazdı.
Kararlarından biri pratikti: Anonimlik hakkından feragat etmek ve kendini kamuoyuna açıklamak. Avukatı Stéphane Babonneau meseleyi gizli tutmuş olsaydı, “Kapılar ardında kendisinden, bizden, belki ailesinden, 51 sanık ve 40 savunma avukatından başka kimse olmayacaktı. Kendisi bir tarafta, 90 kişi de karşı sıralarda olmak üzere onlarla birlikte dört ay boyunca mahkeme salonunda hapis yatmak istemedi” dedi.
Bu cesur bir karardı ve sonuçta, karşı sıralarda 90 kişi olsa bile, kadın haklarını destekleyen milyonların onunla birlikte olduğu, her gün mahkemeye girip çıkarken ona çiçekler, tezahüratlar ve destek sunduğu; onun adına gösteri yaptığı ve Fransa’nın yaygın kadın düşmanlığıyla yüzleşmesini talep ettiği anlamına geliyordu. Bu eylemler başka bir kararı temsil ediyor; belki de mahkemenin kararından bile daha güçlü bir kararı.
Bu büyük toplumsal tepki Gisèle Pelicot’nun bir diğer ahlaki ve psikolojik kararının sonucudur: Utancı reddetmek. Tecavüz mağdurları cinsel saldırıdan sonraki her aşamada -tecavüzcü, avukatı, polis, mahkeme sistemi ve medya tarafından- genellikle özel ve kamusal olarak utandırılırlar. Olanlardan dolayı suçlanırlar ve bunun kendi hataları olduğu söylenir; geçmişteki cinsel aktiviteleri, kıyafet seçimleri, dışarıda olma kararları, tecavüzcüyle etkileşime girmeleri -eğer girdilerse-, ölümle tehdit edildikleri halde savaşmamaları nedeniyle azarlanırlar. Olayın travması hafızalarını karıştırırsa rutin olarak itibarsızlaştırılırlar. Onlara inandırıcı olmadıkları, kindar, güvenilmez ya da dürüst olmadıkları söylenir. Genellikle bu toplumda çok yaygın olan utanç, tecavüzün kendisinin yaptığı şeyi tekrarlayarak daha en baştan içselleştirilir: güçsüzleştirir, susturur, travmatize eder.
Pelicot’nun hikayesi tüm dünyada kadınları heyecanlandırmıştır. Mahkemeye asaletle girip çıktı, destekçileri onu alkışlamak için kuyruklar oluştururken ve ona çiçekler getirirken görünürlüğünü kabul etti. Saklanma arzusu göstermedi. Şöyle dedi: “O kadınların ‘Bayan Pelicot başardı, biz de başarabiliriz’ demelerini istiyorum. Tecavüze uğradığınızda utanç duyarsınız ve utanç duymak bizim için değil, onlar içindir.”
…Onun örneği, kültürü değiştirmeye çalışanlara ağırlık versin, saldırganların mahkumiyeti bir uyarı işlevi görsün, onun saygınlığı ve duruşu diğer mağdurlara ilham versin ve en önemlisi, daha iyi bir kültürde daha az mağdur olsun.
Bunlar benim dileyebileceğim şeyler. Bu hedeflere ulaşmak için pek çok kişinin iradesi ve kurumların dönüşümü gerekecektir. Ancak Gisèle Pelicot örneği ilham ve umut veriyor.
Çeviren: Sarya Tunç
Evrensel / 22.12.24