Baas rejiminin çöküşü ve Suriye

Emperyalist ve Siyonist güçlerin Suriye’ye yönelik müdahaleleri, kısa vadede kaos yaratmış olsa da halkların direnişi karşısında uzun vadede başarılı olma şansına sahip değildir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 08 Aralık 2024
  • 19:15

"Tarihin akışı, sınıf mücadelesinin sonuçlarıyla biçimlenir; baskı altında tutulan kitlelerin isyanı, her zaman yeni bir geleceğin başlangıcını müjdeler."

Karl Marks

Baba Hafız Esad’la başlayan ve oğul Beşar Esad’la devam eden “Esad Hanedanlığı” ve Baas rejimi 8 Aralık’ta cihatçıların başkent Şam’ı ele geçirmeleriyle çöktü. 

Suriye'de 1963 yılında gerçekleşen askeri darbe, Baas Partisi'nin iktidara gelmesiyle sonuçlandı. 

Hafız Esad'ın 1970'te gerçekleştirdiği bir iç darbe ile “Esad Hanedanlığı”na adım atılmıştı. Baba Esad’ın ölümünden sonra, 2000 yılında oğul Beşar Esad babasından devraldığı liderlikle otoriter Baas rejimini devam ettirdi. 

Ancak, 2011 yılında başlayan “Arap Baharı” protestoları, Suriye’yi büyük bir iç savaşa sürükledi ve Suriye’nin defakto bölünmesine yol açtı. 

Bir taraftan emperyalist ambargo diğer taraftan her geçen gün halk desteğinden daha yoksun hale gelen Beşar Esad’ın Baas rejimi ancak Rusya ve İran’ın desteği ile ayakta durabiliyordu. 

2024 yılı itibarıyla, halk desteğinden iyice yoksun kalan Baas rejimi, uluslararası ambargolar, Siyonist İsrail’in bombardımanları eşliğindeki süren askeri baskılar, Türkiye’nin besleyip büyüterek sahaya sürdüğü cihatçı çetelere yol verilmesi nedeniyle dönülemez yola sürüklendi. 

27 Kasım 2024’te harekete geçen/geçirilen cihatçı grupların 8 Aralık’ta Şam’a girmeleri, bu sürecin doruk noktası oldu.

Şam’ın düşüşünün ardındaki dinamikler

HTŞ Birleşmiş Milletler’in terör listesinde yer almaktadır. ABD ve Türkiye, HTŞ’yi hala yasadışı bir terör örgütü olarak sıfatlandırmaktadırlar. 

Türkiye ve küresel güçlerin HTŞ’nin Şam’a ilerleyişinin yolunu düzlemeleri, “yasal mafya” ile “yasadışı mafyanın” nasıl bir ve aynı olduğunu göstermektedir.   

HTŞ’nin bu denli hızlı ilerleyişi, yalnızca Türkiye’nin silah ve lojistik desteğiyle açıklanamaz. Şam’ın düşüşü, 7 Ekim’de Gazze’de başlayan, Lübnan’da devam eden ve İran’ın destek yollarının kesilmesiyle şekillenen bir stratejinin parçasıdır. 

Bu süreçte Türkiye ve İsrail’in yanı sıra ABD’nin yol vermesi ve Rusya’nın açık bir onayı olmasa da zımnen “sarı ışık” yakması, gelişmeleri hızlandırdı. 

Halk desteğinden yoksun, moral olarak çökmüş ve yıpranmış rejim güçleri, silahlarını da geride bırakarak kaçtı. 

Bu durum, cihatçı grupların rejimi hızla devirmesine yol açtı. Ancak Şam’ın düşüşünden sonra paylaşılan “kutlama” görüntülerinin, yalnızca küçük cihatçı çete ve militan çevrelerine dayanması, bu grupların da halk desteğinden yoksun olduğunu ortaya koyuyor. 

Irak ve Libya’da diktatörlükleri devirmek bahanesiyle yaratılan kaos ve bitmeyen savaş ortamlarının sonuçları ortadayken, Suriye’de benzer bir senaryonun sahnelenmekte olduğu açıkça görülüyor. 

Bu denklemde, savaş ve kaos ortamı yaratılarak Suriye’nin kaynaklarının yağmalanması ve terör devleti İsrail’in “güvenliğinin” sağlanmasının amaçlandığı biliniyor. 

Emperyalizmin ve Siyonizmin planları

Suriye’nin parçalanması yönündeki planlar, Irak ve Libya’daki kaos senaryolarına benzer şekilde kurgulanmıştır. 

Emperyalist güçler, savaş ve kaos ortamında bölgenin kaynaklarını ele geçirmek ve İsrail’in güvenliğini sağlamayı hedeflemektedir. 

Bu doğrultuda üç stratejik hedef öne çıkmaktadır:

“-Fırat’ın doğusunda ABD destekli SDG kontrolündeki alanların genişletilmesi

-Suriye-Lübnan sınırının garantiye alınması

-Suriye’nin Irak ile kara bağlantısının kesilmesi”

Bu hedefler, İsrail’in bölgedeki hegemonyasını güçlendirmek ve direniş hareketlerini etkisizleştirmek için oluşturulmuştur. 

Gazze’deki soykırım, Lübnan’da yıkım ve Suriye’nin parçalanması, bu planların birbiriyle bağlantılı halkalarını oluşturmaktadır.

Direniş ve geleceğe dair öngörüler

Suriye’de yaşananlar, bölgesel bir rejim değişikliği olmanın ötesinde, emperyalist ve Siyonist güçlerin halklara karşı yürüttüğü geniş kapsamlı bir saldırıdır. 

Ancak, bu saldırıların nihai başarısı kesin değildir. 

Direniş hareketleri, tüm zorluklara rağmen varlığını sürdürmekte; bölge halklarının iradesi, emperyalist planları boşa çıkarma potansiyelini taşımaktadır. 

Suriye, Irak ve Libya örneklerinden öğrenilecek dersler, bu tür senaryoların sonuçlarının her zaman istikrarsızlık ve yıkım olduğunu göstermektedir.

Sonuç olarak, emperyalist ve Siyonist güçlerin Suriye’ye yönelik müdahaleleri, kısa vadede kaos yaratmış olsa da halkların direnişi karşısında uzun vadede başarılı olma şansına sahip değildir. 

Şam’ın düşüşü, sadece bir rejimin sonunu değil, aynı zamanda bölgedeki güç dengelerinin yeniden şekillenmesini de işaret etmektedir. Antonio Gramsci’nin dediği gibi:

"Özgürlük, halkların kendi iradesine dayanır ve bu irade hiçbir zaman tamamen bastırılamaz. Her yıkımdan bir diriliş filizlenir."

Bu süreçte, halkların kendi kaderlerini tayin etme mücadelesi, en kritik unsur ve belirleyici eksen olmaya devam edecektir.