ABD ve İsrail’in İran’a yönelik provokasyonları artarken…

Emperyalist saldırganlık, istila ve yağma savaşlarına karşı mücadele bölgenin egemen sınıfları ve onların iktidarlarına karşı mücadeleyle iç içe geçmiştir. Değişik kamplara sırtını dayayan bölge gericiliğinin sahte ‘anti-emperyalizm’ demagojilerini boşa çıkartacak yegane güç, işçi sınıfı ve emekçi halkların birleşik devrimci mücadelesidir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 25 Ocak 2021
  • 21:54

ABD emperyalizmi, 2020 yılında Ortadoğu’nun Sünni şeriatçı devletlerini İsrail’le barıştırarak, bölge halkları için tehlikeli bir süreç başlattı. Onlarca yıldır savaş alanı olan bölgede İsrail merkezli savaş odağını takviye etmek için şimdilerde yeni adımlar atılıyor. The Wall Street Journal’in (WSJ) haberine göre, yönetimi bırakmak zorunda kalan Trump giderayak yeni bir hamle yaptı. Haberde, Trump’ın Ortadoğu’daki ABD askeri yapılanmasını İsrail’i de kapsayacak biçimde genişletme talimatı verdiği bilgisi paylaşıldı. Böylece CENTCOM’un görev alanına Arap ülkeleriyle birlikte İsrail’in de girdiği belirtiliyor. İsrail şimdiye kadar ABD’nin Avrupa Komutanlığı görev alanında yer alıyordu.

ABD’nin attığı bu adımın anlam ve kapsamını CENTCOM’un eski komutanı Anthony Zinni, şöyle değerlendiriyor: “Bunu yapmanın tam zamanı. Yakında Arap ülkelerinin İsrail’i tanımasını görebiliriz ve o zaman hepsinin tek bir Amerikan komuta merkezi altında birleşmesi mantıklı olur. Güvenlik işbirliği daha iyi hale gelir. Geçmişte ise bunun bir anlamı yoktu.” ABD’nin eski Tel Aviv Büyükelçisi Martin Indyk de “İsrail ile Arap ülkelerinin büyüyen İran tehdidi karşısında tek çatı altında olması”nın mantıklı olduğunu söyledi. 

El Kaide’yi yok etme bahanesiyle 2001’de Afganistan’a işgal birlikleri gönderen ABD emperyalizmi, 2003’te ise Irak’ı “kitle imha silahlarına sahip olduğu ve bu silahları terör örgütlerine verdiği” yalanıyla işgal edip harabeye çevirdi. Çoktandır hedefte İran var. Arsızlık ve küstahlıkta sınır tanımayan Trump ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, bölgeye yaptıkları savaş yığınağına ve İran’a yönelik provokasyonlara kılıf giydirmeyi de ihmal etmiyorlar. Kendi beslemeleri olan şeriatçı terör örgütü El Kaide’nin yeni üssünün İran olduğu iddiasını öne sürüyorlar. Pompeo, yüzsüzlükte sınırları aşarak şöyle diyor: “İran’ın El Kaide için -kilit coğrafi merkez olarak- gerçekten yeni Afganistan olduğunu söyleyebilirim ama aslında daha da kötü. Dağlarda gizlendiği Afganistan’ın aksine, bugün El Kaide, İran rejiminin koruması altında faaliyet gösteriyor.” 

Bu açıklamaları, ABD savaş makinasının bölgedeki parçası olan İsrail’in, Suriye’nin doğusunda İran’a bağlı askeri güçleri hedef alan saldırıları takip etti. Önceki hafta Deyr Ez Zor iline bağlı bazı bölgelere İsrail’in düzenlediği hava saldırısında 60 insan yaşamını yitirdi. Jerusalem Post gazetesine göre son 5 yılda 1000 hava saldırısı düzenleyen İsrail, önceleri saldırıların sorumluluğunu açıktan kabul etmekten kaçınırken, son saldırısında ABD’nin İsrail’e bilgi aktardığına dair medyaya “sızdırılan” haberleri yalanlamadı. Son iki hafta içinde İsrail’in Suriye’ye karşı yaptığı bu dördüncü saldırısı aynı zamanda en büyük saldırı olma özelliğine sahipti. Arap basını, saldırı hedefleri ile ilgili bilgilerin Pompeo tarafından Mossad Başkanı Yossi Kohen’e Washington’daki bir buluşmada verildiğini yazdı. 

İsrail’in Suriye üzerinden Tahran’a karşı gerçekleştirdiği ve inkar etmeyerek kabul ettiği bu saldırılar, Ortadoğu’da ABD, İsrail ve aşiret devletleri tarafından bölge halklarına karşı oluşturulan savaş mihveriyle doğrudan ilintilidir. 

ABD-İsrail ikilisi İran’a karşı sürdükleri provokasyonları son bir yılda iyice tırmandırdılar. ABD bölgeye, özel olarak da Basra Körfezi’ne saldırı kuvvetleri konuşlandırdı. B-52 ağır bombardıman uçakları ve bir F-16 filosunun yanı sıra USS Nimitz Uçak Gemisi Saldırı Grubu’nu Körfez’e sevk etti. İsrail ise bölgeye hem kara saldırısı hem de gemi savar füzeleriyle donatılmış Dolphin sınıfı bir saldırı denizaltısı gönderdi. Keza 2020 yılının başında Bağdat Uluslararası Havalimanı’nda İran’ın üst düzey komutanı Kasım Süleymani ABD’ye ait insansız hava aracından fırlatılan füzeyle öldürüldü. Kasım ayında da İran’ın baş nükleer bilimcisi Muhsin Fahrizade’ye Mossad tarafından suikast düzenlendi. Tüm bunların yanı sıra, Trump’ın, ABD seçimlerinden kısa bir süre sonra İran’ın ana nükleer tesisi Natanz’ı bombalama fikrini ortaya atmış olması, ABD emperyalizminin bencil çıkarları için korkunç suçlar işlemekten geri kalmayacağını gösteriyor. Nitekim tarih, ABD emperyalizminin sefil çıkarları uğruna insanlığa karşı işlediği bu tür suçlarla doludur. 

ABD emperyalizminin İran’a karşı uyguladığı çok yönlü boykot ve blokaj saldırısının ağır yükünü İran emekçi hakları çekiyor. ABD emperyalizminin “azami baskı” politikası İran emekçi halklarının pandemi döneminde yaşamsal önem taşıyan tıbbi malzemelere ulaşmasını bile engelledi. Öte yandan bu saldırgan politikalar mollalar rejiminin eline “anti-emperyalizm” malzemesi vererek, onların saltanatlarını güçlendirmesine hizmet ediyor. ABD ve siyonistler, İran emekçi halklarının nefretini üzerinde toplayan mollalar rejiminin saldırılar karşısında halkın direnişini örgütleme ve yönetme yeteneğinden yoksun olduğunu biliyorlar. Bir bakıma, emekçi halkların devrimci başkaldırılarını sabote ediyor, kolayca üstesinden gelebilecekleri çürümüş bir rejimi ayakta tutmayı yeğliyorlar. 

ABD-İsrail’in haydutça saldırılarına İran molla rejimi tarafından karşılık verileceğine dair yapılan açıklamaların hiçbir karşılığının olmayışı da saldırganları cesaretlendiriyor. İran ve “Direniş Ekseni”ne yakın bir politik çizgide duran Rai al-Youm gazetesi, Deyr Ez Zor’a yönelik İsrail saldırısından sonra tam da buna işaret etti: “İran yönetimi daha önce defalarca, kendisine ve müttefiklerine ait hedeflere gelen İsrail ve ABD saldırılarına karşılık vereceği şeklinde tehditler savurdu. Ama öyle görünüyor ki, bu tarz tehditlerin uzun senelerdir pratiğe dökülmemesi söz konusu saldırıların artmasına ve tehlikeli bir hal almasına neden oldu.”

ABD emperyalizmi ve siyonist rejimin İran’a karşı sistematik olarak geliştirdiği provokasyon ve saldırılara karşı kuru gürültü çıkartmaktan öteye gidemeyen mollalar rejimi çareyi İran’ın zenginliklerini Çin emperyalizmine peşkeş çekmekte buldu. Çin, İran’ın petrol, doğalgaz ve ulaşım sektörlerine yapacağı 400 milyar dolarlık yatırımı karşılığında, ham petrol alımlarında yüzde 32 indirim elde edecek ve ödemeleri iki yıllık aralıklarla yapacak. Çin’e güvenlik ve telekom altyapısından sağlık ve turizme kadar uzanan diğer projelerde de önemli bir pay veren mollalar rejimi, Çin’in İran’daki çıkarlarını korumak ve ülkenin güneyindeki iş merkezi konumundaki adalar üzerinde önemli bir kontrol sağlamak üzere 5.000 kadar asker göndermesine de izin veren bir anlaşma yaptı.

Sömürücü sınıfların emperyalizme bağlılığı

Emperyalizme karşı mücadeleler tarihi, devlet aygıtını ellerinde tutan sömürücü sınıflar ile onların politik parti ve ordularının emperyalist saldırganlığa karşı başarılı bir önderlik sergileyemeyeceklerinin kanıtlarıyla doludur. Devlet erkini elinde tutan egemen sömürücü sınıflar ekonomik olarak uluslararasılaşan kapitalist ekonominin eklentileri haline gelmişlerdir. Halklarla emperyalist-kapitalist sistem arasında keskinleşen çelişki ve çatışmada tercihlerini gericiliğin kalesi olan emperyalist sistemden yana yaptılar her zaman. Şüphesiz ki onların bu politik davranışlarına sınıfsal çıkarları yön veriyor. Baskı altında tuttukları halkları işsizlik, yoğun sömürü ve yoksulluğa mahkum eden, emekçilere sınırsız acılar çektiren egemen sınıfların, emekçi halkların gazabından ve devrimlerden duydukları korku her şeyden baskındır. Onların emperyalist saldırganlık karşısında tek yapabildikleri şey, bir başka emperyalist kamp veya devlete dayanarak “ulusalcılık” oyunu oynamaktır. 

1940’da dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Mareşal Petaine, Hitler Almanya’sının Fransa’yı işgal etmesine karşı direnmek yerine ülkenin kapılarını Hitler faşizmine açmış, Hitlerin basit piyonu olmayı emekçi halklarla birleşmeye tercih etmişti. Polonya ve Doğu Avrupa’nın diğer devletleri de aynı teslimiyet yolunu seçtiler. Hitler faşizminin istila ve yağmasına karşı SSCB’nin yanı sıra, Balkanlar ve Avrupa’daki komünist partiler ve devrimci halk hareketleri silahlı direniş örgütlediler. Uzak Asya’da ise Japonya’nın Çin’i işgaline karşı Çin Komünist Partisi (ÇKP) halk direnişini örgütledi. 

Öte yandan yakın tarihin Saddam rejimi örneği orta yerde duruyor. Saddam yönetimi, emperyalist devletlerin göz yummasıyla Kuveyt’i işgal etmiş, İran’a karşı Batılı emperyalist devletlerin desteğiyle bir milyondan fazla insanın ölümüyle sonuçlanan gerici bir savaşı sekiz yıl sürdürebilmişti. Aynı Saddam, Irak’ın işgaline karşı ciddi bir direniş göstermeden, önceden yaptırdığı sığınağına kaçma yolunu tuttu. Başta Kürt halkı olmak üzere halk hareketlerine karşı ölüm kusan Irak ordusu da hızla parçalandı. 

“Anti-emperyalist” duyguları istismar edip, emperyalistler karşısında kuyruğu kısmanın parlak temsilcilerinden biri de AKP-Erdoğan iktidarıdır. “Egemen bir devletiz, istediğimiz ülkeden istediğimiz silahı alırız” diyerek, üç-dört milyar dolara Rusya’dan aldıkları S-400’ler hangarlarda çürümeye bırakıldı. Türk sermaye devleti S-400 nedeniyle ABD emperyalizmi tarafından cezalandırıp, F-35 programından çıkartıldı. F-35 için ödediği kaporayı bile hala geri alamadı. S-400 alımının, 2015 yılında Rus uçağının düşürülmesi nedeniyle bir tür fidye ödeme olduğu da biliniyor. 

Güncel planda yerel egemenlerin farklı emperyalistlerle “iş bitirme” girişimlerine konu olan alanlardan biri de Doğu Akdeniz’dir. Hitler faşizminin işgaline karşı Yunanistan komünist partisi ve halkı direnirken ülkeyi utanmazca Hitlere teslim eden Yunan egemen sınıfı, Türk burjuvazisiyle karşılıklı halklar arası düşmanlığı körüklemek yoluna gitti. 

Ortadoğu’nun petrol ve doğalgaz zenginliklerinin gasp edilmesi hedefiyle yürütülen emperyalist savaş ve çatışmalarda bölge devletleri yine çeşitli emperyalistlerin saflarındalar. CENTCOM’un görev alanına İsrail’i de dahil ederek kendi savaş cephesini güçlendirmeye çalışan ABD emperyalizminin saldırganlığına karşı, İran molla rejimi sırtını karşı emperyalist kampa, Çin ve Rusya’ya dayayarak, ayakta kalmaya çalışıyor. Tüm bunlar bir kez daha gösteriyor ki, emperyalist saldırganlık, istila ve yağma savaşlarına karşı mücadele bölgenin egemen sınıfları ve onların iktidarlarına karşı mücadeleyle iç içe geçmiştir. Değişik kamplara sırtını dayayan bölge gericiliğinin sahte ‘anti-emperyalizm’ demagojilerini boşa çıkartacak yegane güç, işçi sınıfı ve emekçi halkların birleşik devrimci mücadelesidir.