Yoksul Yemen halkının acıları üzerinden “barış” şovları

ABD emperyalizmi Obama döneminden beri Yemen halkına karşı saldırı savaşı sürdüren Suudi Krallığı’na istihbarat bilgilerini aktararak, siyasi ve lojistik destek sağlayarak, özel kuvvetler konuşlandırarak aktif destek verdi. Artık sürdürülemez olan Yemen politikalarının özüne dokunmadan BM ve yardım kuruluşlarından gelen eleştirileri dizginlemek için bu politikaların revize edilmesi gerekiyordu. En önemlisi de bu, Biden’ın seçim döneminde taahhüt ettiği, AB’nin büyük emperyalist güçlerinin de isteği olan 2015 tarihli İran nükleer anlaşmasına dönüş görüşmelerinde manevra alanını genişletmek ihtiyacının bir gereğiydi. ABD’nin Yemen’e yönelik saldırgan politikalarını törpüleyerek yaptığı ve kimi liberal çevreler tarafından bilinçli olarak “U dönüşü” olarak yaftalanan değişikliğin özü ve özeti budur.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 15 Şubat 2021
  • 22:45

Kongre baskını fiyaskosunun ardından halefi Biden’a koltuğu devreden Trump, yeni yönetimin başarılı olması için güçlü bir “arena” bıraktığını söylüyordu. İşledikleri uluslararası cinayetle övünerek Kasım Süleymani’yi öldürdüklerini hatırlatıyor, “Cesur diplomasimiz ve ilkeli realizmimiz sonucunda, Ortadoğu’da birçok tarihi barış anlaşmalarını başardık. Bu, yeni Ortadoğu’nun şafağıdır” diyordu. “Ancak bu arena, düzgün yönetilirse çok fazla potansiyele sahip” diye eklemeyi de ihmal etmiyordu.

Biden, Trump’ın hazırladığı “arenayı düzgün yöneterek” ABD emperyalizminin saldırganlığına uluslararası normlara dayalı yeni bir imaj kazandırmak için, yoksul Yemen halkının acıları üzerinde tepinerek yol almaya çalışıyor. Biden’ın, “silah ihracatı da dahil olmak üzere Yemen savaşındaki saldırı eylemlerine Amerikan desteğini durduracağı”na dair “barışçıl” söylemleri, liberal ve sosyal-demokrat çevrelerde sınırlı da olsa belli bir ilgiyle karşılandı. Bu ilgi, söylenenin doğruluğuna olan inançtan çok doğru olması dileğinden, bir yalan ne kadar çok tekrarlanırsa belki doğru çıkar beklentisinden kaynaklanıyor. 

19 Ocak’ta koltuğun Joe Biden’a devredilmesinden sadece bir gün önce Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın bir sözcüsü, Trump yönetimi tarafından Yemen’de yapılan “terör örgütü” sınıflandırmasını “insani nedenlerden dolayı” yeniden tanımlayacaklarını açıkladı. Yıllardır uluslararası yardım kuruluşlarının yanı sıra Birleşmiş Milletler temsilcileri tarafından da ABD’nin Yemen’e yönelik uyguladığı yaptırımların ülkenin büyük bölümünü etkilediği, gıda ve ilaç ithalat ve intikalini imkansız hale getirdiği dile getiriliyordu. Dünya Gıda Programı Başkanı David Beasley, “Husiler” listesini “milyonlarca değilse de yüzbinlerce masuma ölüm cezası” olarak nitelendirmişti. Uluslararası kurumlara/normlara geri döneceğini beyan eden Biden yönetimi, Yemen’de sürdürülemez bir hal alan ve ABD emperyalizminin ayaklarına dolanan kötü durumu rötuşlayıp “barışçıl” görünümünü güçlendirerek, sırada bekleyen “İran’la nükleer anlaşma” öncesinde elini güçlendirmek için “insani” adımlar attı. 

ABD’nin Yemen eski Büyükelçisi Gerald Feierstein, Washington Post’a verdiği demeçte, birçok analistin de belirttiği gibi ABD’nin Yemen politikasındaki “U dönüşü”nün sembolik olduğunu söyledi. Bu kararla Suudi Arabistan ve müttefiklerinin askeri yetenek ve saldırılarının gözle görülür biçimde engellenemeyeceği değerlendirmesini yaptı. Trump yönetiminde diğer görevlerinin yanı sıra İran’dan sorumlu devlet sekreter yardımcısı olan ve Körfez ülkelerinde mükemmel temaslara sahip olduğu söylenen ABD’nin yeni Yemen elçisi Timothy Lenderking, “ABD Yemen için gerçekten adil ve sürdürülebilir bir çözüm arayışında olup olmadığını henüz göstermedi ve zamanımızın en büyük insani felaketinden sorumlu olan ablukanın kaldırılması hakkında şimdiye kadar hiçbir konuşma yapılmadı” (jungewelt.de) diyor. 

 “Silah ihracatı da dahil olmak üzere Yemen savaşındaki saldırı eylemlerine Amerikan desteği”nin durdurulacağını vurgulayan Dışişleri Bakanlığı açıklamasında, kararın hangi silah türünü kapsadığı özelikle belirtilmedi. Buna ek olarak, Suudi kraliyet klanının düzenli olarak yerleşim alanlarına yönelik olarak sürdürdüğü bombalama saldırılarını “meşru müdafaa” olarak tanımlayan Biden, Riyad’a, “egemenliğinin, toprak bütünlüğünün ve nüfusunun savunulması” için yardım sözü verdi. “İran’ın desteklediği güçleri” bir tehdit olarak tanımladı. ABD’nin ezilen ve baskı altındaki halkların umut ve özlemlerini emperyalist amaçlarının bir kaldıracı olarak kullandığını, Kürt halkının ulusal özlemleriyle oynamasından da biliyoruz. 

ABD emperyalizmi Obama döneminden beri Yemen halkına karşı saldırı savaşı sürdüren Suudi Krallığı’na istihbarat bilgilerini aktararak, siyasi ve lojistik destek sağlayarak, özel kuvvetler konuşlandırarak aktif destek verdi. ABD vatandaşı gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’daki Suudi konsolosluğunda öldürülmesi nedeniyle, 2019’da ABD Kongresi’nin “Riyad’a silah ihracatını durdurma kararı”nı Trump veto etmiş, yoksul Yemen halkı hız kesmeden sürdürülen bombardımanın hedefi olmuştu. Artık sürdürülemez olan Yemen politikalarının özüne dokunmadan BM ve yardım kuruluşlarından gelen eleştirileri dizginlemek için bu politikaların revize edilmesi gerekiyordu. En önemlisi de bu, Biden’ın seçim döneminde taahhüt ettiği, AB’nin büyük emperyalist güçlerinin de isteği olan 2015 tarihli İran nükleer anlaşmasına dönüş görüşmelerinde manevra alanını genişletmek ihtiyacının bir gereğiydi. ABD’nin Yemen’e yönelik saldırgan politikalarını törpüleyerek yaptığı ve kimi liberal çevreler tarafından bilinçli olarak “U dönüşü” olarak yaftalanan değişikliğin özü ve özeti budur. 

Sürdürülemez hal alan Yemen politikalarında törpülemelerin yapıldığı günlerde Biden, ABD’nin İran’la nükleer anlaşma için masaya oturma şartını açıkladı: “Önce onların uranyum zenginleştirmeyi durdurması gerekiyor.” Bu açıklama, Yemen’de uçurulan sahte barış güvercinin gerçek amacının ne olduğunu tüm açıklığıyla gözler önüne serdi. 

Diplomasi masasına dönen Biden ekibi, yaptığı manevralarla, bir yandan ambargonun kaldırılması için çaba sarf ettiği yanılsamasını yaratarak, İran pazarlarına girebilmek sabırsızlığı içindeki büyük emperyalist ortaklarıyla bozulan ilişkilerini onarmaya çalışıyor. Diğer yandan medyadaki liberal kalem ve yorumcular üzerinden de dünya kamuoyuna “barışçıl” bir görünüm sunmayı hedefliyor. 

Stratejik olarak da Biden, NATO’yu yeniden canlandırarak Batı emperyalist blokunu birleştirmeye, halefi Trump’ın Ortadoğu’da Körfez ülkelerini dahil ederek yarattığı İsrail merkezli savaş odağını ve Hint-Pasifik’te Dörtlü Güvenlik Diyaloğu (Quad) ittifakını tahkim etmeye çalışıyor. Keza tarihin sonunun büyük bir zevkle ilan edildiği 1990’lardan kalma “insan hakları ve demokratik değerler” paslı silahını envanterinden çıkartıp kuşanarak, Çin-Rusya ve onların Ortadoğu’da müttefiki olan İran’a karşı savaşta emperyalist Batı blokunun ihtiyaç duyduğu ideolojik bir silah sağlamak istiyor. 

Bu içi boş, denenmiş argümanların, Suudiler ve diğer krallıklarla birlikte siyonist İsrail’in kirli ittifakını maskelemesi mümkün değildir. Savaş aygıtı NATO içerisinde yer alan Batılı emperyalist güçlerin bölgede döktükleri kan ve halklara çektirdikleri acıların üzerini örtmek içinse, incir yaprağı kadar bile bir değeri yoktur. Çürüyen, çürürken etrafına iğrenç kokular yayan kapitalist özel mülkiyet düzeni ve temsilcilerinin şanssızlığı, halkları aldatmak için de olsa bundan daha kullanışlı bir başka ideolojik silaha sahip olamayışlarıdır. 

Eskimiş paslı argümanlara sarılanlar, ellerinin altındaki maddi zenginlik ve teknik olanakların yanı sıra sahip oldukları medya ordusu gücüne rağmen, bu kirli argümanlarla 1990’lar dünyası gibi en uygun koşullarda bile bir arpa boyu yol alamadılar. Envanterlerindeki paslı silahlarla bugünün dünyasında yol almaları ise çok daha zordur. ‘90’ların tek kutuplu, uzlaşmacı politik ikliminin, keza neoliberal ekonomik politikaların dünya çapında birikmiş kamu zenginliklerini yağmalamasına eşlik eden “liberal demokrasi ve barış” söylemlerinin yerini, çoktandır çatışma, gerilim, savaş, ülkelerin istila edilmesi, faşist parti ve darbelerin teşvik edilmesi almış durumda. 

Hazırlanan arenaya itirazı olmayan, “Ancak bu arena, düzgün yönetilirse çok fazla potansiyele sahip” nasihatine uyan Biden ve ekibi, 2015’te İran ile ABD, Çin, Fransa, Almanya, Rusya ve İngiltere arasında imzalanan anlaşmayı kabul etmeyerek, öne sürdüğü yeni şartlarla bölgedeki gerilimi tırmandırıyor. Libya ve Suriye’de rejim değişikliği saldırı savaşlarını başlatan, ucu Çin’le askeri çatışmaya kadar uzanacak olan “Asya’ya dönüş” saldırgan dış politikanın sorumlusu olan kadroyu iktidara geri getiren Biden yönetimi, döndüğü uluslararası kurtlar masasında halefleri gibi bölgemiz ve dünyada savaş tohumları ekmeye devam ediyor. Zira eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz. 

Trump’ın hazırladığı arenada “yeni Ortadoğu’nun şafağı” değil ama, eğer halklar süreci devrimci savaşımlarıyla tersine çevirmezlerse çok daha karanlık ve kanlı, uzun bir gece doğabilir. Bölgemizde ve dünyada nükleer, biyolojik ve bir bütün olarak kitle imha silahlarının yasaklanmasını sağlayacak yegane güç, emperyalist savaşlara ve faşizme karşı halkların ortak devrimci mücadelesidir.