Amerikan emperyalizmi, İran’a boyun eğdirmek için savaş çığırtkanlığını ve saldırgan tutumunu sistematik olarak yoğunlaştırıyor.
ABD ile İran arasında BM üzerinden yürüyen nükleer anlaşmazlık hala açıklığa kavuşmuş değil. Her iki taraf birbirlerini “gizli ajandaları” olmakla suçlamaya devam ediyorlar. Bu arada “İran uranyum zenginleştirme programına hız verdi” haberleri de emperyalist merkezlerin tekelci basınının manşetlerinden düşmüyor.
Batılı emperyalist ülkeler, ABD’nin Mayıs 2018’de tek taraflı çekildiği İran’la 2015’de varılan Nükleer Anlaşma’ya bir an önce geri dönmesinden yanalar. Trump yönetimi görev süresi boyunca “İsrail’in güvenliği için” tek taraflı çekildiği anlaşmaya geri dönmeye razı edilemedi. Nükleer anlaşmazlık bahane edilerek İran’a uygulanan ambargo batılı emperyalist merkezlerin de bir nevi tekerine çomak soktuğu için, umut halef Joe Biden’a bağlandı. “Joe Biden göreve başladıktan sonra İran’la nükleer anlaşmaya hızlı bir şekilde geri dönmeyi hedefliyor” denilerek ‘yüksek beklentiler’ önden dile getiriliyor.
Joe Biden ‘İsrail’in güvenliğine rağmen’, ‘bu düğümü’ çözmede başarılı olabilecek mi, bunu zaman gösterecek. Bu arada Joe Biden’dan ‘yüksek beklentisi’ olan, sadece batılı emperyalist ülkeler değil elbette. İran’ın mollalar rejimi de aynı beklentiler içinde ve bunu dillendiriyor da. Joe Biden da “göreve gelir gelmez 2015 Viyana anlaşmasına geri döneceğini” önden açıklayarak, bir nevi ‘yüksek beklentilere’ cevap vermiş oldu. Joe Biden’ın açıklamasını, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin “İran, 2015 Viyana anlaşmasının yükümlülüklerini yerine getirmeye hazırdır” açıklaması izledi.
Kağıt üzerinde her şey çok kolay
Kağıt üzerinde “İran uluslararası topluma nükleer silahlardan vazgeçme konusunda kalıcı bir taahhütte bulunmuştur” denilmekte. Aynı kağıt üzerinde İran’a uygulanan ambargo cenderesinin kaldırılması da yer alıyor. Bu taahhütlere rağmen İran’ın kendi petrolünü ‘serbest piyasada’ pazarlamasına bile tahammül edilmedi. “İslam Cumhuriyetine güven olmaz” denildi, ‘gizli ajanda’ denildi vs.
Joe Biden göreve geldikten sonra nükleer anlaşmaya geri dönüş için İran’la görüşmeye başladığında bunlar yeniden gündeme gelecek. Biden ve Ruhani nükleer anlaşma konusunda benzer sözler sarf etseler de işler kağıt üzerindeki kadar kolay görünmüyor.
ABD’nin Ortadoğu’daki çıkar bekçisi ve beşinci kolu İsrail, Tahran ile varılan nükleer anlaşmanın İran’ı atom bombası yapma hedefinden asla vazgeçiremeyeceği iddiasında ısrarlı. Aslında İsrail hem ABD ve hem de Avrupalı emperyalist odakların diline tercüman oluyor. Çünkü onlar da İran’ın İsrail’in iddia ettiği gibi bir hedefi olduğunu düşünmekteler. Elbette İran da hakkında böyle düşünüldüğünü biliyor. Ama karşılıklı bir oyundur, oynanıp gidiyor.
İran’ın nükleer programı ta Şah dönemine kadar uzanıyor. 1953 yılında ABD ve İngiltere istihbaratlarının iştiraki ile düzenlenen darbe ile İran Başbakanı Muhammed Musaddık ve hükümeti devrildi. Musaddık’ın yerine ABD’nin yeminli uşağı Şah Rıza Pehlevi göreve getirildi. ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, 2000 yılında “ABD’nin demokratik olarak seçilmiş Başbakanı Musaddık’ın darbeyle devrilmesindeki rolünden dolayı özür diliyorum” demekle, darbedeki ABD rolünü alenen de kabul etti zaten.
ABD, tahta getirdiği Şah Rıza Pehlevi ile 1957’de ABD-İran nükleer anlaşması imzaladı. Pehlevi döneminin 38 günlük (4 Ocak-11Şubat 1979) son başbakanı Şahpur Bahtiyar ise, görevinin bitmesinden iki hafta önce, 29 Ocak 1979’da ABD ile varılan 6,2 milyar dolar değerindeki iki nükleer santral anlaşmasının iptal ettiğini duyurdu.
ABD uşağı İran ‘hükümdarı’ şah Rıza Pehlevi, “stratejik bir bakış açısıyla bakıldığında atom bombasının saçma olduğu”nu söylese de İran’ın nükleer silah arayışına olduğu “endişesi” öncelikle İsrail, ABD ve Avrupalı emperyalist odaklar tarafından hep taşına geldi. Bu, İran’ı dizginlemek için kullanılan ve güncelliğini yitirmeyen bir varsayım özelliğini yitirmedi hiç.
1979’da Şah’ın devrilmesinden sonra, tahtı devralan molla Ayetullah Humeyni verdiği bir fetvada “kitle imha silahlarının İslam hukukuna aykırı olduğunu” ilan etti. Humeyni sonrası onun tahtını devralan Halefi Ayetullah Ali Hamaney de defalarca “nükleer silahların İslam ile bağdaşmadığını” fetva etti. Bu fetvalara ne söyleyen ne de dinleyen inandı.
ABD’nin direk rolü ile 1980’de sekiz yıl süren İran-Irak savaşı başladı. İlginçtir, 1 milyon insanın hayatını kaybettiği savaşta ABD Irak’ı, İsrail ise İran’ı destekledi. Bu sayede her iki taraf da ABD silahları ile donatılmışlardı. Suriye ve Libya hariç tüm Arap ülkeleri Irak’ın, yani ABD’nin yanında yer aldılar.
ABD’nin düşman yaratma, düşmanlaştırma çabaları da hiç eksik olmadı. İsrail gizli servisi Mossad’ın Ağustos 2002’de, “İran Natanz’da bir uranyum zenginleştirme tesisi inşa ediyor” iddiası Ortadoğu’da İran dizginlemek, İsrail’in hareket alanını genişletmek için oynanan oyunun yeni bir perdesi oldu.
2000’li yıllarda Fransa, İngiltere ve Almanya ile görüşmelerde İran’ı temsilen baş müzakerecisi olan şu anki Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’nın (NPT) Ek Protokolü’nü gönüllü olarak uygulamayı ve uranyum zenginleştirmesini askıya almayı kabul etmesine rağmen, ABD ve batılı emperyalistler BM aracılığı ile İran’a kabulü mümkün olmayan dayatmalarda bulundular. O dönem görüşmelerde yer alan bir Alman diplomat, 2005’te müzakereler başarısızlıkla sonuçlanınca, meselenin “üzüm yemek değil, bağcı dövmek” olduğunu itiraf etti.
ABD’nin 40 yıllık hayali: İran’ı dize getirmek!
İran’a yeniden diz çöktürmek ABD emperyalizminin 40 yıllık rüyasıdır. 1979’da İranlı işçi, emekçi ve yoksul kitlelerin baskı ve sömürüye karşı direnişleri sonucunda ABD ve batılı emperyalistlerin kuklası, faşist diktatör Şah Rıza Pehlevi ülkeyi terk ederek Mısır’a kaçmıştı. Humeyni önderliğindeki gerici-dinci mollalar, ilerici-devrimci güçlerin vahim hatalarının da sağladığı avantajlarla, geniş yığınları peşlerine takmayı başararak, yönetimi ele geçirdiler.
İşçi ve emekçiler, yoksul yığınlar çektikleri sefalet ve baskının nedeni olarak ABD’yi ve onun kuklası Şah Rıza Pehlevi’yi görüyorlardı. Gerici-faşist mollalar hem laiklik düşmanı ortaçağ artığı yaklaşımları gereği hem de kitlelerin bu bilincine rağmen ABD ve batılı emperyalistlerle dostluk içinde iktidarda kalamazlardı.
ABD kuklası Şah’a ve dolayısı ile ABD emperyalizminin İran’daki çıkarlarına mollaların çelme takmalarından ötürüdür ki ABD kırk yıldır yapamadığını (İran’ı dize getirmek) İran’ın “nükleer silahlar elde etme çabasından” ötürü, “uluslararası toplum”u da ardına alarak yapmak istiyor.
Dinci-gerici molla rejimi ise İran işçi sınıfı ve yoksul emekçi halkının ABD ve batılı emperyalistlere karşı öfkesini peşinden sürükleyerek iktidarını pekiştirmeye çalışıyor.