Dünya genelinde insanlar, yaklaşık iki yıldır, kapitalizmin yarattığı tahribatın ürünü olan koronavirüs pandemisi ile boğuşuyorlar. Sadece kâr amacı güden kapitalist düzen, bu süre zarfında toplumları yıkıma uğrattı, milyonlarca insanın ölümüne sebep oldu. Sömürü sistemi içinde ayrıcalıklı sınıf olan burjuvazi istediği her şeye hemen ulaşma imkânına sahipken, yoksul emekçiler salgınla baş başa bırakıldı. Sömürücü asalaklar tabiri caizse kendilerini fanusun içine korumaya alırken, işçi sınıfı onlar için üretmeye devam etti. Yoksul halklar açlığa terk edildi. Hindistan’da açlıktan ölen bir annenin yol kenarında duran cesedinin başucunda ağlayan çocuğunun görüntüleri hafızalara kazınmış ve yaşanan buna benzer örnekler kapitalist sistemin acımasızlığını gözler önüne sermiştir.
İnsanlık, uygarlık ve doğa için anbean tehlike saçan kapitalist sistemin iğrenç uygulamaları aşıda da devam etti. Pandeminin kendine yaşam alanı bulmaması ve toplumsal bağışıklığın kazanılması için aşının yaygın bir şekilde yapılması gerekiyor. Fakat kapitalist sistemin sınıflar ve ülkeler arası eşitsizliği yüzünden bu bir türlü hayata geçmemekte ve dolayısıyla virüs mutasyonu için zengin bir ortam daimi kılınmaktadır. Bu durumda ortaya çıkan yeni varyantlar herkesin kabusu olmayı sürdürmektedir.
Aşıdaki en önemli sorun patent hakkıdır. Patent yüzünden yoksul ülkeler hala aşıya ulaşmakta zorluk çekerken, zengin ülkeler aşıyı stoklama yarışı yapıyorlar. Yoksul ülkelerin 15’i şimdiye kadar aşıya hiç ulaşamamış, 35 kadar ülkede ise aşı girişi sadece yüzde 1’in altında kalmıştır. Türk Tabipleri Birliği (TTB) Genel Sekreteri Prof. Dr. Vedat Bulut’un ifade ettiği gibi, zengin ülkeler ihtiyaçları olan aşıdan çok daha fazlasını aldıkları ve yoksul ülkeleri umursamadıkları için, virüs yoksul ülkelerde yeni mutasyonlar geçirip, dönüp yine zengin ülke toplumlarını tehdit etmektedir. Bu koşullar daha riskli ve insan soyunu ciddi bir şekilde tehdit eden varyantların ortaya çıkması potansiyeli doğurmaktadır. Bu, aynı zamanda, insan sağlığını esas almayan kapitalist sistemde pandemi gibi bir sorunun nasıl da sürüncemeye bırakıldığını ve yeniden yeniden üretildiğinin çarpıcı bir göstergesidir.
Tsunami etkisi yaratan yeni varyant: Omicron
Güney Afrika’da ortaya çıkan ve şimdiye kadar en yüksek bulaş riski taşıdığı söylenen omicron varyantı dünyada yeniden alarm zillerinin çalınmasına sebep oldu. Dünyanın birçok ülkesinde vaka sayıları şimdiye kadar görülmemiş düzeyde arttı. Avrupa, Amerika ve Çin’de yeniden kısıtlayıcı önlemlere dönüldü. Örneğin Çin’in bir kentinde 2 omicron varyantı çıkması üzerine kent karantinaya alındı ve herkese test yapıldı. Ülkelerin aldığı kısıtlama önlemleri dışında aşı yapma yaşı beşe kadar düşürüldü ve yetişkinler için ise hatırlatma dozu devreye sokuldu. Fakat diğer yandan Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) pandeminin bitirilmesinde kesin çözüm ve yoksul ülkelerde yaşanan katliamlarının önüne geçebilmek için dünyanın en ücra köşesine dahi aşı ulaştırmak gerektiği uyarısı, kulak arkası edilmeye devam ediliyor.
Türkiye’deki tsunamiye karşı yaprak kıpırdanmıyor
Dünya ülkelerini sarsan ve haftalardır Türkiye’yi de kasıp kavuran omicron varyantına karşı AKP-MHP iktidarı sessizlik içindedir ve adeta böylesi bir sorun yokmuş gibi davranmaktadır. Geçtiğimiz yılın temmuz ayında göstermelik önlemler bile rafa kaldırıldı. Bunun yanı sıra aşı, maske, mesafe, hijyen gibi önlemler bireylerin inisiyatifine kaldı. Bu politika sonucunda aylardır hemen hemen her gün ortalama 200 kişi pandemiye kurban gitmektedir. Deltadan sonra ortaya çıkan omicron varyantı ile pandeminin yeni pik yaptığı apaçık ortadayken, Sağlık Bakanı hala sorun edecek bir şey yok demeye getiren ifadeler kullanmakta ve pembe tablolar çizmektedir. Bunun yeni yıkımlara bile bile davetiye çıkarmaktan başka bir anlamı yoktur. Üstelik iktidar, 10 günlük karantina süresini 7 güne indirerek, kapitalistlerin taleplerini yerine getirmeye de devam etmektedir.
Pandemide şeffaflıktan uzak, gerçekleri gizleyen bir politika izleyen gerici-fasit iktidar, pandeminin başından beri en yüksek vaka sayılarını görüldüğü bugünlerde böylesi önemli bir gündemin üzerinden atlamaktadır. Vaka sayıları 70 bini aştığı, aslında gerçek rakam açıklananın katbekat üzerinde olduğu halde AKP-MHP rejiminin sergilemiş olduğu bu aymazlık, içinde bulunduğu çıkışsızlığın bir başka yansımasıdır.
Ekonomik ve siyasal krizin yaşandığı Türkiye’de, kapitalistlerin vurucu gücü AKP-Erdoğan iktidarının açmazları gün geçtikçe çoğalmaktadır. İktidar gelinen aşamada toplumun ihtiyaçlarına yanıt üretememekte ve yarattığı kaos ortamından beslenmektedir. Ekonomik krizin bu denli derinleştiği bir ortamda göstermelik de olsa pandemi kısıtlamalarına gitmenin, iktidar tarafından açlığa ve sefalete sürüklenen emekçilerin biriken öfkesini körükleyeceğini hesap eden AKP şefi Erdoğan, şimdilik pandemi gündeminden imtina etmeyi tercih etmektedir. Fakat günlük vaka tablosundaki artış böyle devam ederse, yakın zamanda hastanelerin yoğun bakım koridorları dahi dolmaya başlayacaktır. AKP-MHP iktidarının bu politikaları yüzünden ülkenin yeni kırımlara gebe olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Bu arada AKP-Erdoğan iktidarı, Faz 2-3 çalışmaları açıklanmadan, DSÖ’den onay almadan Turkovac aşısını uygulamaya sokarak, “milli ve yerli” zırvalıklarını öne sürmektedir.
Ekonomik yıkımın ve pandeminin yarattığı ağır tablo işçi ve emekçiler üzerinde onarılmaz izler bırakmaktadır. Bu sürdürülemez politikalar sonucunda toplumda büyük sarsıntıların meydana gelmesi kaçınılmaz görünmektedir. Önemli olan bu sarsıntıları önden bir hazırlıkla karşılamak ve işçi sınıfının mücadele potansiyelini açığa çıkartmak için sabırla geleceği örgütleyebilmektir.