Zengin eğlencesinden sandıklara: Avrupa’da ırkçılık neden yükseliyor?

Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta AP seçimleri ve Almanya'daki zengin eğlencesinde atılan ırkçı sloganlar var. İngiltere'de ise Gazzeli bir doktorun işgal ve saldırılara dair anlattıkları gündem oldu.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 02 Haziran 2024
  • 08:55

Avrupa Parlamentosu seçimlerine az bir süre kala, Fransa’da aşırı sağa karşı kendini yegane alternatif olarak sunan Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un söylemleri inandırıcı bulunmuyor. Geçtiğimiz hafta Almanya’ya bir ziyarette bulunan Macron, mevkidaşı Olaf Scholz gibi aşırı sağın yükselişine karşı pozisyon alırken, bu yükselişin nedeninin halka karşı uyguladığı neoliberal politikalarla kendisi olduğunu unutmuş gözüküyor.

Almanya’da Kuzey Denizi’ndeki Sylt Adası’nda çekilen bir parti videosunun ortaya çıkmasının ardından büyük bir öfke oluştu. Videoda gençler Gigi D’Agostino’nun “L’amour Toujours” adlı parti şarkısının melodisiyle dans ediyor, “Yabancılar dışarı” ve “Almanya Almanlara” sloganlarını atıyor. Telepolis’ten seçtiğimiz makalede soruluyor: Rekabetçi bir toplumda ırkçılık ortadan kalkmaz. Sylt züppeleri neden sert sonuçlarla karşı karşıya kalıyor ama ırkçılık devlet politikası olmaya devam ediyor?

Öte yandan İsrail’in Filistin saldırıları devam ediyor. Bu hafta İngiltere’de yayımlanan The Guardian gazetesinde, Gazze’deki Filistinliler için Tıbbi Yardım (MAP) kuruluşunda çalışan Mohammed Al Khatib’in WhatsApp mesajlarından derlenen makaleyi sayfamıza aldık.

Macron’un almanya’da aşırı sağa karşı verdiği ders inandırıcılıktan uzak

Bruno ODENT
Humanité

Fransa Cumhurbaşkanı, İkinci Dünya Savaşı’nın yıkımını simgeleyen Dresden’den, genç Avrupalıları “Avrupa projesinin varlığına yönelik bir tehdit” olan aşırı sağa karşı uyarmak amacıyla bir konuşma yaptı. Ancak Emmanuel Macron, Olaf Scholz hükümeti gibi, kıta genelinde aşırı sağın yükselişinin temelinde yatan sosyal sefaleti derinleştiren bir politikanın sadık bir savunucusu.

Emmanuel Macron, 9 Haziran’daki Avrupa seçimlerinden iki hafta önce, 27 Mayıs Pazartesi günü Almanya’ya yaptığı resmi ziyaretini bir tür seçim mitingine dönüştürdü. Berlin’in merkezinde öldürülen Avrupa Yahudileri anıtına uğradıktan sonra Dresden’e giderek şubat 1945’teki yıkıcı bombardımanda yerle bir olan Notre Dame Kilisesi’nin önünde bir açıklama yaptı ve Avrupa gençliğini, Almanca olarak “Avrupa projesinin varlığına yönelik bir tehdit” olduğunu vurguladığı aşırı sağdan uzaklaşmaya çağırdı.

Enerji, Ukrayna’daki savaşa katılım derecesi ve kamu açıklarının hangi hızda azaltılması gerektiği gibi bir dizi önemli konuda devam eden anlaşmazlıklara rağmen, Saksonya başkentinin kalbinde toplanan kalabalığın önünde, iyi organize edilmiş bu “Avrupa şöleni” sırasında Paris ve Berlin arasındaki mükemmel anlayışa vurgu yapıldı.

İronik bir şekilde, iki başkentin kararlılıklarını sergiledikleri sırada AfD’li ırkçılar komşu eyalet Thüringen’deki belediye ve yerel seçimlerde (2019’daki puanlarına kıyasla) yaklaşık 10 puanlık bir yükseliş elde ediyorlardı. Bu, AfD’nin Avrupa seçimlerinde liste başını kaybetmesine ve (Fransız aşırı sağ partisi) Rassemblement National’in talebi üzerine Avrupa Parlamentosu Kimlik ve Demokrasi Grubundan ihraç edilmesine yol açan skandallara ve diğer aşırılıklara rağmen gerçekleşti.

Emmanuel Macron, nisan ayında Sorbonne’da yaptığı Avrupa konuşmasının ana temalarını Dresden’de toplanan genç Almanlar, Çekler, Polonyalılar ve Fransızlara tekrarladı. Ancak daha yakından bakıldığında, Fransız-Alman çifti, Ren Nehri’nin her iki yakasındaki toplumları etkileyen derin adaletsizlikle başa çıkmak yeteneğinden muzdarip. Berlin yılbaşından bu yana “borç frenine” (yüzde 0.3 kamu açığı) geri dönmeyi tercih ederek sert kemer sıkma politikaları uyguluyor. Paris ise iş arayanların haklarına saldırıyor. Her iki durumda da sonuç, halkın çektiği acıların öne çıkması ve iktidardaki siyasi partilerin liderlerine ve liberal uzlaşılarına karşı rekor düzeyde güvensizliği körüklemek oldu.

Bunun sonucunda ise gerek Almanya’da gerekse Fransa’da büyük bir kamu yatırım açığı ortaya çıkmıştı. Almanya’da sosyal konutlar tükeniyor, çünkü bunları geliştirmenin tek yolu olarak inşaat sektörünü liberalleştirmek görülüyor. Sonuç olarak, Alman Federal İstatistik Ofisi Destatis tarafından yayımlanan son rakamlar, nüfusun giderek genişleyen bir kesimi için fahiş konut maliyetini gözler önüne seriyor.

Her iki ülkede de kötü durumda olan sağlık ve eğitim; şüphesiz Fransa’da daha da kötü durumda. Bu durum, Almanya’da Die Linke partisi ve Fransa’da komünist Léon Deffontaines tarafından önerilen, Avrupa Merkez Bankası tarafından sıfır faizle yeniden finanse edilen geçici bir Avrupa fonunun oluşturulması gibi acil Avrupa tedbirlerine duyulan ihtiyacı vurgulamakta. Mevcut Avrupa yasalarıyla tamamen uyumlu olan bu fon, Avrupa Birliği genelinde, kamu hizmetlerinde her yerde ortaya çıkan muazzam ihtiyaçların serbest kredi kullanılarak finanse edilmesinin önünü açacak. İşte aşırı sağla mücadele için gerçek tedbirlerden biri!

Çeviren: Eren Can

Zenginler adasında ırkçı sloganlar

Claudia WANGERIN
Telepolis

Rekabetçi bir toplumda ırkçılık ortadan kalkmaz. Sylt züppeleri neden sert sonuçlarla karşı karşıya kalıyor ama ırkçılık devlet politikası olmaya devam ediyor? Bu sağa kaymayı durduracak mı?

Neonaziler başka alanlarda çok yaratıcı olmayabilir ama iş Münih’teki bira festivali Oktoberfest şarkılarını yeniden yazmaya gelince böyledirler: “Çok güzelim, çok harikayım, Tirol’den Anton’um” şarkısı bir zamanlar “Çok iyiyim, çok akıllıyım, ben Braunau’lu Adolf’um” olarak Hitler’e uyarlanmıştı.

Eğer peşinden açıkça insanlık dışı tekerlemeler gelmemiş olsaydı, bu başarısız, aptal bir hiciv olarak değerlendirilebilirdi: “Gaza bulaşmış kabinlerim Yahudiler için harikadır.”

Bunun aslında Oktoberfest’te veya çevredeki barlarda ne sıklıkta söylendiği bilinmiyor; sonuçta, DJ Ötzi 2000 yılında “Anton from Tirol” şarkısıyla hit yaptığında Facebook, TikTok, Instagram ve Co. henüz mevcut değildi.

Gigi D’Agostino’nun yeniden yazdığı “L’Amour toujours” şarkısının artık bira festivalinde çalınmasına izin verilmediğinden, toplu içki çadırlarında “yabancılar dışarı” sloganlarını yasaklama girişimi anlamsız görünüyor. Çevrim içi hiciv dergisi Der Postillon, sonuç olarak bira festivalinin ırkçı sloganları önlemek için bu yıl bira servisi yapmak istemediğini yazıyor.

Kafanızda ırkçılık olmazsa, sarhoşken Nazi sloganları atmazsınız. Alkolle ilgili aklın baştan çıkması her şeyi açıklamaz; yalnızca buna maruz kalanların aklında olanı gün ışığına çıkarır.

Bu arada, böyle bir şey yüzünden Nazi olup olmadığınız ve şu anda açık havada ritimleri dinleyip ses çıkarmayan zengin parti insanları gibi herhangi birinin bu konuda kamuya açık bir şekilde kınanmayı hak edip etmediği konusundaki tartışma tüm Almanya’yı kasıp kavuruyor.

Bu bağlamda Thüringen’de pazar günü yapılan ilçe seçimlerinin sonuçları da ilgi çekici.

Bir öğrenci ırkçı sözlerle şarkıyı söylediği için meyhaneye girme yasağı aldı, üniversiteden atıldı.

Bir tarafta Hamburglu bir öğrenci Sylt’e sarhoş bir şekilde “Almanya Almanlarındır, yabancılar dışarı” diye bağırdığı için üniversiteden men edilirken, diğer tarafta açıkça Neonazi bir restoran işletmecisi belediye başkanlığı seçiminde yüksek oy alırsa demokrasi ve hukukun üstünlüğü işe yarar mı? Hildburghausen’de örneğin bu adam Hitler’in doğum günü şinitzelini 8.88 avroya satmasının ardından ikinci tura çıkıyor.

88, “Heil Hitler” için yerleşik bir kod olarak kabul edilir çünkü H, alfabenin sekizinci harfidir. İkinci tura kalan Hitler hayranı Tommy Frenck böyle oyunları seviyor; bunlar hesaplanmış pazarlama gösterileridir; ve bunları yaparken muhtemelen tamamen sarhoş değildir. Irkçılık suçundan “Önceden siciline geçmiş mahkumiyeti” yok çünkü mahkumiyetleri henüz 90 günlük ceza sınırını aşmadı. Ancak onun, Hitler’in doğum günündeki şakacı fiyatlandırma konusunda, söz konusu öğrencinin Sylt’e şarkı söylemesinden daha planlı olduğu söylenebilir. Lokantasının reklamı yapılan bir yemek kitabında ayrıca “Reich’ın (imparatorluğun) en iyi 88 ​​et yemeği”ni sunuyor.

Frenck 37 yaşında ve gençliğinde neofaşist NPD’nin bir üyesi olmuş, 2009’da kurulan aşırı sağcı seçim grubu Hildburghausen Gelecek Birliğine  (BZH) katılmadan önce bir süre bölge başkanlığını yapmıştı. Frenck’in restoranını işlettiği küçük kasabada aldığı oy oranı yüzde 31.5’e ulaştı ve tüm bölgede bu oran neredeyse yüzde 25’ti. 9 Haziran’daki ikinci tur seçimlerde kendisine karşı yarışacağı aday, sol görüşü temsil etmiyor, ehvenişer mantığıyla destek alacak.

Almanya’nın bazı bölgelerinde ana akım açıkça merkezin sağında yer alıyor; Frenck gibi açık Neonazilerin hedef grubu kritik bir kitleye ulaştı.

Okuldan atılan öğrencinin, Sylt videosundan önce aşırı sağcı yapıların bir üyesi olduğu göze çarpmamıştı. Ancak işini kaybetti ve üniversitesi, halihazırda uygulanan sekiz haftalık evde kalma yasağına ek olarak okuldan atmayı düşünüyor.

Tommy Frenck ise ne üniversiteden atılabilir ne de işvereni tarafından kovulabilir, çünkü kendisi bir lokanta sahibi ve sağcı rock konserleri organizatörü olarak serbest meslek sahibi. Bu nedenle benzer düşüncelere sahip insanlara “iş verir”.

Şimdi elbette bunu bir Doğu Almanya eyaletinde yapıyor; ve aşırı sağcılığın neden burada özellikle yaygın olduğuna dair her türlü teori mevcut; antikomünistler bunun için Doğu Almanya’yı suçlamayı seviyorlar, ancak örneğin Anayasanın Korunmasından Sorumlu Eski Başkan Hans-Georg Maaßen de bir antikomünistti ve çalıştığı kurum onu aşırı sağcı olarak tescilledi. Bu şekilde bakıldığında Batı, Doğu’daki sağcı gelişme konusunda tamamen masum değildi. Doğu Almanya’nın “öngörülen antifaşizmi” temelde başarısız olmuş olabilir, ancak geriye dönüp bakıldığında belki de hiç antifaşizm olmamasından daha iyiydi.

Bunun dışında: Sylt konusunda ise; okumuş ve sosyal medya deneyimi olan gençler, Batı Almanya’nın zengin adasında ve ülkenin geri kalanında ırkçı sloganların kabulü konusunda nasıl bu kadar yanlış değerlendirebildiler?

Belki o kadar da yanlış değerlendirmediler, geç kapitalist rekabetçi toplumda ortadan kaldırılamayan, kapitalizmin bekası için kaldırılmayan ırkçılık onlara da doğal olarak bulaşmıştı.

Gerçek şu ki, Sylt züppelerinin Nazi sloganları eşliğinde şarkı söylemesi Almanya’nın uluslararası imajını zedelediği için kabul edilemez ama ırkçı partilerin kurulması, programlarında bu sloganların yer alması ifade ve örgütlenme özgürlüğüdür. İltica hakkının tümden yok edilmesi ülkenin çıkarınadır. Somut veriler olmadan ‘yabancı’ suçluların arttığından söz etmek, ‘yabancı’ tecavüzcüleri hedefe koymak kesinlikle ırkçılık değildir…

Çeviren: Semra Çelik

Ailem refah’tan başka bir ‘güvenli’ bölgeye kaçtı

Mohammed Al KHATİB
The Guardian

Ben bir yardım çalışanıyım ve işim yerel sağlık sistemini desteklemeyi ve çevremdeki topluluklara yardım sağlamayı içeriyor. Ancak Gazze’deki herkes gibi ben de sadece hayatta kalmaya çalışıyorum. Yakın zamana kadar Refah’ta barınıyor ve çalışıyordum. Bölgenin “insani güvenli bölge” olarak belirlenmesinin ardından ailemle birlikte Han Yunus’tan kaçmak zorunda kaldım. Ancak çok geçmeden İsrail ordusu Refah’ı işgal etmeye başladı ve İsrail’in tahliye emirlerinin ardından tekrar taşınmak zorunda kaldık.

Refah’taki durum şu anda tamamen kaotik. İnsanlar nereye taşınacaklarını bilmiyorlar ve bombalanacak başka bir yere gitmekten korkuyorlar. Uluslararası Adalet Divanının İsrail’e askeri saldırılarını durdurma emri vermesinden birkaç gün sonra, İsrail ordusu Refah’ın batısındaki “güvenli bölge “de bulunan bir çadır kampına füze atarak en az 45 Filistinlinin ölümüne ve onlarcasının da yaralanmasına neden oldu. Bu haberi, aralarında çocukların da bulunduğu yanmış ve parçalanmış cesetleri gösteren şok edici ve iğrenç görüntüler izledi. Salı günü, İsrail ordusunun hava saldırılarında, İsrailli yetkililerin Filistinlilere kaçmalarını söylediği bir başka sözde güvenli bölge olan El-Mevasi’de yerinden edilmiş 21 Filistinlinin öldüğü bildirildi.

Ben bu satırları yazarken, İsrail askerleri ve tankları Refah’ın derinliklerine doğru ilerlerken, hayatlarından endişe eden Filistinlilerin gidecek hiçbir yeri yok.

Ailemle birlikte zaten sekiz kez yerimden edilmiştim ve seçeneklerimizi değerlendirmek zorundaydık. Ailenizle birlikte kaçmak inanılmaz zor bir karar ve size bulunduğunuz yerin güvenli olduğu söylendiği için taşınmanız gerekip gerekmediğini düşünmelisiniz. Karar vermek için zaman çok kısa. Eşyalarınızı geride bırakmak zorunda kalıyorsunuz ve bir sonraki adımda nereye gideceğinizi asla bilemiyorsunuz.

Şu anda Gazze’nin merkezinde, son üç hafta içinde yaklaşık 1 milyon insanın Refah’tan kaçtığı Deyr el-Belah’tayım. Bize buranın güvenli bir insani yardım bölgesi olduğu söylendi, ancak etrafımızda bombalama ve çatışma sesleri duyuyoruz. Burada yerinden edilmiş aileler için barınak, hijyen kitleri veya onur kitlerine erişim yok ve aşırı kalabalık çadır sıkıntısına neden oldu.

Bu kaos insanlara tıbbi bakım sağlamayı akıl almaz derecede zorlaştırıyor. Ekim ayından bu yana İsrail’in Gazze’ye yönelik ayrım gözetmeyen askeri bombardımanı 20 hastanenin hizmet dışı kalmasına neden oldu. Şu anda sadece 16 tanesi kısmen çalışır durumda ve bu durum yarın tekrar değişebilir. Tüm tıbbi tesisler kritik malzeme, personel ve ilaçtan yoksun ve kırılma noktasında çalışıyor.

Pazartesi günü Refah’taki Kuveyt hastanesinde iki sağlık personeli bir İsrail tankı tarafından öldürüldü ve hastane hizmet dışı bırakıldı. Endonezya’daki sahra hastanesi de dahil olmak üzere, Refah’ın batısında büyük yaralı akınını tedavi etmek üzere kurulan sahra hastaneleri de kapanmak zorunda kaldı.

Hatta sağlık çalışanları ve yaralı hastalar Gazze’deki hastanelerde mahsur kaldı. İsrail askeri harekatı ambulansların hareket etmesini ya da hastalara ulaşmasını inanılmaz derecede zorlaştırdı ve sağlık çalışanlarından İsrail quadcopterlerinin (küçük silahlı insansız hava araçları) ambulansları hedef aldığına dair haberler duydum. Hiç kimse saldırıya karşı güvende değil.

Bir hastaneyi hızla tahliye etmek zorunda kalmanın ne anlama geldiğini bir an için düşünün. Hizmetleri durdurmanız gerekir ve çoğu zaman hastaneler kuşatma veya bombardıman altında olduğundan, tıbbi bakım almak, sevdiklerine destek olmak veya barınak bulmak için çaresiz insan selleriyle kaos yaşanır. Durumu kritik olan hastaları genellikle ambulans olmadan taşımak zorundasınız ve ardından keskin nişancıların, insansız hava araçlarının veya hava saldırılarının saldırılarına maruz kalma riskiyle karşı karşıya kalıyorlar. İletişim eksikliği, insanlara yaralıları nereye götürmeleri gerektiğini söylemeyi bile zorlaştırıyor. Sonuç olarak daha fazla insan ölüyor.

Bu sağlık ve insani felaket, İsrail’in Refah sınır kapısını üç haftadan uzun bir süredir kapatarak çok ihtiyaç duyulan gıda ve tıbbi yardımın girişini fiilen engellemesiyle daha da derinleşti. Kuzey Gazze’deki meslektaşlarım bana şu anda orada çalışan tek bir hastane olduğunu ve onun da yakıt eksikliği nedeniyle her an kapanabileceğini söylediler.

Sınırın kapalı olması nedeniyle sağlık personeli giriş yapamıyor ve dışarıda tıbbi tedaviye ihtiyaç duyan yüzlerce ağır hasta ve yaralı Gazze’de mahsur kalıyor. Şu anda Gazze’de yanık ünitesi yok, kanser ve diyaliz tedavisi ile doğum hizmetleri de son derece sınırlı. İsrail yeterli miktarda yardımın girişine tekrar izin vermezse, daha fazla sivil ölecek ve uygun tedavi olmaksızın acı verici şekillerde hayatını kaybedecek.

Belirsizlik ve tehlike korkusu sürekli bir stres yaratıyor; hepimiz dehşete düşmüş ve bitkin durumdayız. Kimse nereye gideceğini ya da ne yapacağını bilmiyor. Bir yardım çalışanı olarak, işimi düzgün bir şekilde yürütebilmeyi ve ihtiyacı olan insanların hayatlarına yardımcı olabilmeyi çok isterdim. Bu mümkün değil. Gazze’de acil ve kalıcı bir ateşkes sağlanana kadar bu asla mümkün olmayacak.

Refah’ta insanlık dışı muamelenin yeni boyutlarına tanık oluyoruz ve İsrail uluslararası adalet divanının emirlerine tam olarak uyup askeri saldırısını durdurana kadar bunlar tekrarlanacaktır.

*Mohammed Al Khatib Gazze’deki Filistinliler için Tıbbi Yardım (MAP) kuruluşunda kıdemli program yöneticisi olarak görev yapıyor. Bu makale Londra’daki meslektaşlarıyla birlikte WhatsApp mesajlarına ve sesli notlara dayanarak hazırlanmıştır. Refah’ta sahadaki durum hızla değişiyor. Bu makale 28 Mayıs tarihinde Mohammed’in o sırada sahip olduğu bilgilerle yazılmıştır.

Çeviren: Sarya Tunç

Evrensel / 02.06.24