“Saf” bir toplumsal devrim bekleyen kimsenin ömrü, bunu görmeye yetmeyecektir. Böylesi, gerçek bir devrimin ne olduğunu hiç anlamayan sözde devrimcidir.” (Lenin)
“Lenin için ‘ezilen uluslar’ sorunu, hiç de ‘Rusya işçi sınıfının maddi eksiklerini kapatmak’, yani bu alanda işçi sınıfına yeni müttefikler bulmak, yani ‘ittifaklar sorunu’ değildir. Proletarya enternasyonalizmine sıkı sıkıya bağlı tutarlı bir marksist olarak Lenin için sorun, her türden ulusal baskıya, eşitsizliğe ve ayrıcalığa karşı olmaktır. Bir ulusun, kendi istek ve iradesinin çiğnenerek bir başka ulusal siyasal bünye içinde zora dayalı olarak tutulmasını reddetmektir. Dolayısıyla ezilen bir ulusun kendi kaderini tayin etme hakkını açık, net ve kararlı bir tutumla savunmaktır.” (Marksizm ve sosyal-şovenizm 3, H. Fırat, www.tkip.org)
Bu alıntı “Marksizm ve sosyal-şovenizm” başlıklı altı bölümden oluşan makalelerin üçüncü bölümünden alınmıştır. Lenin’in başından itibaren ulusal sorun ve sömürgelerin kurtuluşu sorununa hangi teorik zemin ve politik perspektiften yaklaştığını ve Ekim Devrimi’nin başarısının sırrını ortaya koymaktadır. Ve Rusya gibi çok uluslu bir ülkede, işçi sınıfı ve köylülük arasında Çarlık rejimine karşı ortak mücadele zemininde birliği oluşturmak da ulusal soruna doğru yaklaşımla yakından bağlantılıdır.
Çarlık İmparatorluğu bünyesinde geniş topraklara dağılmış yüzden fazla ulus ve ulusal azınlık vardı. Böyle bir ülkede ulusal sorunu çözmek doğrudan devrimin başarısıyla ilintiliydi. Rusya’da proletarya ağırlıklı olarak Rus iken, köylü kitleleri önemli ölçüde başka milliyetlere mensuptu. Çarlık Rusya’sında yaklaşık 60 milyon Rus ve 75 milyon diğer milliyetlerden insan yaşıyordu. Devrimin ilk görevi, iki milyonu aşkın Rus proleteri ile diğer milliyetlere mensup milyonlarca köylü arasında bir birlik yaratmaktı.
Ulusal sorun ve “ülke sınırları”
Proletarya iktidarı koşullarında da ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesinin savunulmasına, Bolşevikler içinde “ülke sınırları” gerekçesiyle tepki gösterenlerin sayısı hiç de az değildir. Bu eğilime karşı Lenin bugün de güncelliğini koruyan ikirciksiz bir tutum almıştır:
“Bize Rusya’nın parçalanacağı, tek tek cumhuriyetlere bölüneceği söyleniyor.
Ancak bundan endişe etmemize gerek yok. Ne kadar bağımsız cumhuriyet olursa olsun, bundan korkmayacağız. Bizim için önemli olan devlet sınırlarının hangi noktada olduğu değil, tüm ulusların burjuvazisine karşı mücadele için tüm ulusların emekçileri arasındaki birlikteliğin korunmasıdır…”
“Burjuvazi utanç verici, aşağılık bir kavga başlatabilir ve sınırlar üzerinde pazarlık yapabilir, ancak tüm ülkelerin ve tüm ulusların işçileri böyle utanç verici şeyler yüzünden bölünmeyecektir... Bu birliktelik anlaşmalara değil, sömürülenlerin sömürenlere karşı dayanışmasına dayanmaktadır...” (Lenin, Werke 26, s.339)
Bu bakış açısı büyük bir önem taşıyordu. Zira savaşlar ve şiddet yoluyla yaratılan devlet sınırlarının ulusal sorunun çözümü için çıkış noktası alınması, Otto Bauer ve Renner gibi Avusturyalı kültürel otonomi savunucuları tarafından propaganda ediliyordu.
Ekim Devrimi yol gösteriyor!
Ulusal kurtuluş hareketleri Ekim Devrim’i ile birlikte ve sonrasında muazzam bir yükseliş gösterdi. Birçok sömürge ve bağımlı ülkede en ileri güçler komünist partiler kurdular. Asya’daki köylü hareketleri içinde olası bir siyasi biçim olarak Sovyetler fikri kurtuluş yolu olarak etkili olmaya başladı.
Lenin, 1905-1907 Rus Devrimi’nin tarihsel rolünü değerlendirirken, iktidara gelen işçi sınıfının, sömürge ya da yarı-sömürge olarak köleleştirilmiş halkların ulusal kurtuluş hareketlerine önemli bir devrimci enerji kazandıracağına dikkat çekmişti. Emperyalizm tahliliyle de dünya sosyalist devriminin temel bir önkoşulu olarak bu ortak cephenin teorik temellerini açıklığa kavuşturdu.
Bu noktada Marx ve Engels’in bu soruna yaklaşımına da değinerek bazı temel olguların altını çizmek gerekiyor.
Birincisi, Marx ve Engels ileri kapitalist ülkelerdeki sosyalist devrimin sömürge sisteminin çöküşüne yol açacağına ve proletaryanın zaferinin aynı zamanda tüm ezilen uluslar için bir kurtuluş ateşi olacağına işaret etmişlerdi. (Marx-Engels, Polonya üzerine konuşmalar, Werke, Cilt 4, s.16)
İkinci olarak, uluslararası işçi sınıfının İrlanda’daki gibi ulusal kurtuluş hareketlerini aktif olarak desteklemesi gerektiğini vurgulamışlardı. Bu bağlamda, Marx’ın İrlanda sorununun çözümünü yalnızca İngiltere’deki sosyalist devrimin bir sonucu olarak görmediği, aynı zamanda İngiliz sömürge yönetiminden kurtuluşunun İngiliz proletaryasının toplumsal kurtuluşunun bir önkoşulu olarak gördüğü düşüncesi önemlidir.
Marx, Engels’e 10 Aralık 1869’da yazdığı mektupta, “Uzun zamandır İrlanda rejiminin İngiliz işçi sınıfı tarafından yıkılacağı olasılığına inandım” diyor ve şöyle devam ediyordu: “Daha yoğun bir çalışma şimdi beni tam tersine ikna etti. İngiliz işçi sınıfı, İrlanda'dan kurtulmadıkça, asla bir şey başaramayacaktır. Eğer bu gerçekleşmezse, İngiliz işçi sınıfı ideolojik ve siyasi olarak İrlandalı sınıf yoldaşlarına karşı burjuvazinin yanında yer almaya devam edecektir.”
Üçüncü olarak, Marx ve Engels, sosyalist devrimin zaferinin, kapitalist üretim koşullarının henüz yeşermediği geri kalmış toplumlara bu süreci atlama olanağını yaratabileceği olasılığına da işaret etmişlerdi:
“… bu ülkelerin de sosyalizme ulaşmadan önce hangi sosyal ve siyasi aşamalardan geçmeleri gerekeceği konusunda bugün ancak boş hipotezler ileri sürebileceğimize inanıyorum. Kesin olan tek bir şey var: muzaffer proletarya, kendi zaferini zaafa uğratmadan hiçbir yabancı halka herhangi bir mutluluğu dayatamaz.” (Engels, Kautsky’e Mektup, 12 Aralık 1882, Marx-Engels, Werke, Cilt 35, s.358)
Marx ve Engels Rus “mir”ini / komünal köy mülkiyetini tahlil ederken de benzer bir düşünce ileri sürmüşlerdi.
Nitekim Ekim Devrimi, Çarlık imparatorluğunun sömürgeci boyunduruğu altında ezilen “mazlum halklar”ın ulusal kurtuluşlarına yol açtı ve toplumsal kurtuluşlarının yolunu gösterdi. Devrimci işçi sınıfı ile ulusal kurtuluş hareketinin uluslararası planda birliğinin gerçekleşmesine büyük bir itici güç sağladı. Böylece, bu halkların kapitalist gelişme aşamasını atlayarak, yani kapitalist toplumsal aşamanın yıkıcılığını yaşamadan sosyalizme geçişi sorunu artık pratik bir çözüm perspektifine kavuşmuş oluyordu.
Lenin, “Rus köylüleri ve işçilerinin feodalizmin kalıntılarına ve kapitalizme karşı mücadelede birliğini sağlamak” kadar, Sovyetler Birliği ile ağırlıklı olarak köylü nüfusa sahip geri kalmış ülkeler arasında bir ittifak yaratmanın mümkün olduğunu sürekli vurgulamıştır. Kızıl Ekim’in zaferinin üzerinden geçen iki yıllık deneyime dayanarak Lenin şu sonuca varmıştır:
“... sosyalist devrim sadece ve esas olarak her ülkenin devrimci proleterlerinin kendi burjuvazilerine karşı mücadelesi olmayacak, hayır, emperyalizm tarafından ezilen tüm sömürgelerin ve ülkelerin, tüm bağımlı ülkelerin uluslararası emperyalizme karşı mücadelesi olacaktır.” (Lenin, Doğu Halkları Komünist Örgütleri II. Tüm Rusya Kongresi’nde yapılan konuşma, 22 Kasım 1919, Cilt 39, s.147)
Öte yandan Lenin, sömürge ülkelerdeki emekçi kitlelerin büyük çoğunluğunun kapitalist fabrikaların okullarında eğitim görmüş işçiler olmadığına, dünya devriminin farklı hareketlerinin ittifakının temelini oluşturabilmek için aşılması gereken zorluklara da işaret ediyordu. Doğu Halkları Komünist Örgütleri İkinci Tüm Rusya Kongresi’nde yaptığı konuşmada şu uyarıyı yapıyordu:
“Burada önünüze, tüm dünya komünistlerinin daha önce hiç karşılaşmadığı bir görev çıkmaktadır: Genel komünist teori ve pratiğe dayanarak, bu teori ve pratiği Avrupa ülkelerinde var olmayan özgül koşullara, nüfusun ana kitlesinin köylüler olduğu ve mücadelenin sermayeye karşı değil ortaçağ kalıntılarına karşı yürütüleceği koşullara uyarlayarak nasıl uygulayacağınızı bilmelisiniz.”
Dünya devriminin çok uzun yıllar alacağı ve yoğun, sabırlı ve çok yönlü bir çabayı gerektirdiği açıktı. Komünizme ilerleyişin tüm ezilen sömürge halklarının emekçi kitlelerinin destek ve katılımı olmadan başarılamayacağı bilinmeliydi.
Komünist Enternasyonal’in 1920 yazındaki İkinci Kongresi de, dünya devriminin iki büyük hareketinin birliğine/ittifakına ilişkin tüm karmaşık sorunların olağanüstü önemde tartışılmasına sahne oldu. Lenin bu kongreye ulusal mücadele ve sömürge sorunu üzerine tezler taslağı sundu. İşçi sınıfı hareketi tarihinde ilk kez sömürgelerin kurtuluşu sorunu bu denli açık ve net bir perspektifle ele alınıyordu. Lenin’in ezilen ulusların kurtuluş mücadelesine büyük bir önem vermesi ve açık destek sunması, dönemin ulusal kurtuluş hareketlerinin saflarında büyük bir coşku yaratmıştı.
"Uygarlık" misyonerleri!
Bastille’in ele geçirilmesinin 100. yıldönümünde, yani 14 Temmuz 1889’da, yirmi ülkeden delegeler Uluslararası Sosyalist Kongre için Paris’te bir araya geldiler. Bu kongrede II. Enternasyonal kuruldu. Sömürgecilik sorunu üzerine ilk ayrıntılı tartışma 1900’deki 5. Kongre’de gerçekleşti. Kongre bu sorunda alınacak tutuma ilişkin şu açıklamayı yaptı:
“Örgütlü proletarya, kapitalist sömürgeci yayılmayla mücadele etmek, burjuva sınıfının sömürgeci politikasını mahkum etmek ve onursuz ve acımasız kapitalizmin açgözlülüğünün insafına kalmış dünyanın her yerinde meydana gelen adaletsizlikleri ve zulümleri her koşulda ve tüm gücüyle lanetlemek için elindeki tüm araçları kullanacaktır.”
Bir sonraki Amsterdam Kongresi’nde bu enternasyonalist tutuma ilk saldırılar yaşandı. Hollandalı Henri van Kol tarafından hazırlanan bir raporda, “sömürgelerin ... gelecek yüzyıllar boyunca var olmaya devam edeceği”, çünkü çoğu durumda “kendi kendini yönetmeye alışkın olmayan ve yüzyıllarca süren vesayet nedeniyle zayıflayan eski sömürgelerden kolayca vazgeçilemeyeceği ve sefalete düşecekleri” belirtiliyordu. Rapor şöyle devam ediyordu: “İşçi sınıfının zaferi ve kurtuluşundan sonra ortaya çıkacak yeni ihtiyaçlar, geleceğin sosyalist düzeninde bile sömürgeleri gerekli kılacaktır.”
1907’de Stuttgart’ta gerçekleştirilen bir sonraki kongrede ise kamuoyuna açık bir tartışma yapıldı. SPD temsilcileri Eduard Bernstein ve Eduard David ile Hollandalı Henri van Kol’un da aralarında bulunduğu Sömürge Komisyonu’nun çoğunluğu, şu ifadelerin yer aldığı bir karar taslağı sundu:
“Bununla birlikte kongre, sosyalist bir rejim altında uygarlaştırıcı bir etkiye sahip olabilecek herhangi bir sömürge politikasını ilke olarak ve her zaman için reddetmez.”
Karl Kautsky ve Julian Marchlewski gibi İkinci Enternasyonal’in bazı önde gelen isimleri bu önergeye karşı çıktılar. Yapılan ilk oylamada, komisyon çoğunluğunun önergesi çok az bir farkla reddedildi. 108 delege önergenin lehinde, 127 delege aleyhinde ve 10 delege de çekimser oy kullandı. Sonuçta kongre, Georg Ledebour ve Julian Marchlewski’nin de aralarında bulunduğu azınlık tarafından hazırlanan Sömürge Sorunu Komisyonu önergesini bir çekimser oyla kabul etti. Bu oportünist uzlaşmanın nedeni, Sosyalist Enternasyonal’in gerçekte kendi içinde derin bir şekilde bölünmüş olmasına rağmen, dış dünyaya birleşik bir güç olduğu görünümü verilmek istenmesiydi. (Internationaler Sozialisten-Kongress zu Stuttgart, 18-24 August 1907, Berlin 1907, s.24)
Lenin daha sonra kongreye ilişkin notlarında bu taslağı “burjuva siyasetini, sömürge savaşlarını ve zulmünü meşrulaştıran burjuva dünya görüşüne doğru açık bir geri çekilme” olarak mahkum etti. Stuttgart kongresindeki tartışmaların ışığında bakıldığında, bütün bu partilerin birinci emperyalist dünya savaşı sırasında kendi burjuva sınıflarının yanında saf tutmaları ve sömürge politikasını açıktan desteklemeleri şaşırtıcı değildi. Lenin bu açıdan işçi hareketi tarihinde ilk kez ikirciksiz bir tutum ortaya koymuş, gerçek bir kopuş yaratmıştı.
Lenin ve ulusal sorun
Lenin ulusal sorunu soyut ve biçimsel ilkelere dayandırmamış, her zaman somut tarihsel durumu esas almış, ezilen ve sömürülen sınıfların çıkarlarını "ulusal çıkar" kavramından ayırmış, ezilen ve ezen uluslar arasında net bir ayrım yapılması gerektiği üzerinde durmuştu. Bu bakış açısı, emperyalist burjuvazinin sahte eşitlik ve özgürlük demagojisiyle açık bir zıtlık içindeydi. Tüm uluslardan proleterlerin ve emekçi kitlelerin burjuvaziye ve toprak sahiplerine karşı mücadelede birliği en temel ilke olarak formüle edildi.
Lenin, Komünist Enternasyonal II. Kongresi’ne sunduğu tezlerde yeni dönemin temel çelişkisini şöyle tanımlıyordu:
“Dünyadaki siyasi durum şimdi proletarya diktatörlüğünü gündeme getirmiş bulunmaktadır ve dünya siyasetinin bütün olayları kaçınılmaz olarak tek bir merkezi noktada kesişmektedir: Bir yandan bütün ülkelerin ileri işçilerinin Sovyet hareketlerini, öte yandan Sovyetlerin dünya emperyalizmi üzerindeki zaferi olmadan kendileri için kurtuluş olmadığını acı deneyimlerle öğrenmiş olan sömürgelerin ve ezilen ulusların bütün ulusal kurtuluş hareketlerini kaçınılmaz olarak kendi çevresinde toplamış olan Rusya Sovyet Cumhuriyeti’ne karşı, dünya burjuvazisinin mücadelesi." (Lenin, Ulusal sorun ve sömürgeler sorunu üzerine tezlerin ilk taslağı, Werke 31, s.133)
Kongre’de yapılan tartışmalar sonucunda, demokrasinin gelişimindeki en yüksek aşama olan Sovyet sisteminin ilkelerini kapitalizm öncesi koşullara sahip ülkelere uygulama ve köylü sovyetleri oluşturma kararı alındı. Sovyet devrimci iktidarının aktif ve doğrudan desteğinin, kapitalist gelişmeyi yaşamamış ülkelere sosyalizme geçiş süreci için yeni bir perspektif sunduğu ortadaydı.
Lenin tezlerinde ve ulusal soruna ilişkin tartışmalarında iki noktayı vurgulamıştır: Birincisi, gelişmekte olan komünist hareketin burjuva-demokratik hareketin içine çekilmemesi ve onunla birleşmemesine ilişkin ilkesel tutumdur. Proleter hareketin bağımsızlığı -filiz haliyle bile- mutlaka korunmalıdır. İkincisi ise, sömürgelerde hala nesnel olarak ilerici bir içeriğe sahip olan burjuva-demokratik ulasal hareketle ittifak olanağıdır.
Aynı zamanda Lenin, sömürge ve yarı-sömürgelerin yerli burjuvazisinin saflarında daha net bir ayrışmanın altını çiziyordu. Bu ülkelerdeki sınıfsal konumlanma göz önüne alındığında, ulusal hareketlerin ve devrimlerin burjuva-demokratik karakterde olduğuna şüphe yoktu. Bununla birlikte, bu hareketlerin ilerici unsurlarını ayırmak için, “burjuva demokratik” hareket yerine “devrimci ulusal hareket” terimini kullanmayı doğru görmüştü:
“Bu terim değişikliğinin anlamı şudur ki, biz sömürge ülkelerin burjuva kurtuluş hareketlerini, ancak bu hareketler gerçekten devrimci oldukları taktirde, bu hareketlerin temsilcilerinin o ülkelerdeki köylülüğü ve sömürülen geniş kitleleri, devrimci bir ruhla örgütlememize engel olmadıkları taktirde desteklemeliyiz ve destekleyeceğiz.”
Komünist Enternasyonal’in 1921 yazındaki III. Kongresi’nde Lenin, ezilen ve sömürge ulusların devrimci hareketinin “dikkate değer bir canlılıkla” büyüdüğünü ifade etmişti. Ocak 1922’de Moskova’da gerçekleştirilen Uzak Doğu Komünist ve Devrimci Örgütleri Birinci Kongresi’nin ulusal kurtuluş hareketine ilişkin değerlendirmesi de bunu doğruladı. Komünist Enternasyonal IV. Kongresi ise, sömürgeci boyunduruktan kurtulmak için mücadele eden ülkelerde anti-emperyalist birleşik cephe fikrini geliştirdi. Kongre şu noktayı önemle vurguluyordu:
“Geniş emekçi kitleleri uluslararası proletarya ve Sovyet cumhuriyetleriyle ittifakın gerekliliği konusunda açıklığa kavuşturmak, antiemperyalist birleşik cephe taktiklerinin en önemli görevlerinden biridir.”
Bu bağlamda Lenin’in, dünya devriminin seyri ve uluslararası işçi hareketi ile ulusal kurtuluş hareketlerinin birleşmesinin olanakları konusunda, kapitalizmin aşılması olasılığı kadar, somut-tarihsel durumu, dünya ölçeğinde sosyo-ekonomik açıdan zayıf ülkeler ile gelişmiş ülkelerdeki güç dengelerini dikkate alarak hareket ettiğini vurgulamak gerekir. Lenin, ulusal sorun ve sömürgeler sorununa ilişkin tez taslağında, proletarya diktatörlüğünün tek ülkede var olduğu 1920’deki durum ile, tüm dünya devrimci hareketinin birkaç gelişmiş ülkedeki işçi sınıfının siyasi gücüne dayanacağı ve sosyalizme geçiş için tarihsel olanakların önemli ölçüde genişleyeceği dünya devrim sürecinin gelecekteki aşaması arasındaki farka dikkat çekiyordu.
Lenin 1923’ten sonra bu soruna birkaç kez geri döndü ve sorunu her zaman dünya devrimi perspektifi, gelişmiş kapitalist ülkeler ile sömürge ve bağımlı ülkelerdeki devrimlerin karşılıklı ilişkisi içinde ele aldı. Son çalışmasında, mücadelenin sonucunun, dünya nüfusunun büyük çoğunluğunun giderek emperyalizmle daha derin çelişkilere düşeceği ve zorunlu olarak sosyalizme yöneleceği gerçeğine bağlı olduğunun altını çizdi.
Ekim Devrimi yol gösteriyor!
Ekim Devrimi yeni bir çağı, proleter devrimler çağını başlatmıştır. Daha önceki devrimler bir sömürücü sınıfın yerine bir diğerini geçirirken, Ekim Devrimi sınıfsız bir topluma geçiş aşaması olan sosyalist toplumsal düzeni kurmaya yönelmiş, insanlık tarihinde ilk kez olarak ezilen ve sömürülen sınıf iktidarı kendi eline almayı başarmıştır.
Yanı sıra, devrimci dalgayı Batı’dan Doğu’ya taşıyan, sömürge devrimlerini ve bu devrimlerde proletaryanın hegemonyasının kurulmasını sağlayan bir çıkış rolü oynamıştır. İşçi sınıfı hareketi ve ulusal kurtuluş hareketlerinin sosyalizm perspektifiyle stratejik zeminde birliğini sağlamıştır.
Ekim Devrimi’nin bu temel önemde özelliği hala güncelliğini korumaktadır. Bugün de, ulusal kurtuluş mücadelesine karşı işçi sınıfının devrimci enternasyonalist tutumu geliştirilmeden, büyük Ekim Devrimi’nin sadece teorik değil pratik-politik yaklaşımı gözetilmeden, sermaye iktidarına karşı farklı uluslardan işçi sınıfının mücadele birliğini sağlamak mümkün değildir.
Ekim Devrimi’nin en önemli derslerinden biri, işçi sınıfının halkların kaynaşmasının önündeki tüm engelleri aşmak için kararlılıkla mücadele etmek zorunda olduğudur. Ülkemizde de, ulusal önyargıların ve burjuvazi tarafından körüklenen ulusal nefretin üstesinden gelmek, günün en temel devrimci görevlerinden biridir.