Türkiye gelir eşitsizliğinde Avrupa birincisi

Geçtiğimiz günlerde İsviçre Zürih merkezli Credit Suisse ve UBS bankaları tarafından istatistiksel ekonomi verileri yayınlandı.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 14 Nisan 2024
  • 15:30

Geçtiğimiz günlerde İsviçre Zürih merkezli Credit Suisse ve UBS bankaları tarafından istatistiksel ekonomi verileri yayınlandı. Bu veriler ışığında Gini Katsayısı (Servet dağılımı eşitsizliği ölçüsü) üzerinden baktığımız zaman, Türkiye 80.2 puanla 34 Avrupa ülkesi arasında İsveç ve Letonya’dan sonra üçüncü sıraya yerleşiyor.

Türkiye’de nüfusun %1’i toplam zenginliğin yaklaşık %39.5’ine, nüfusun %10’u ise yaklaşık %69.8’ine sahip. Birincisinde Türkiye’yi Çek Cumhuriyeti, İsveç ve peşinden Almanya izliyor. İkincisinde ise Türkiye İsveç’in hemen ardından ikinci sıraya yerleşiyor. Türkiye’nin toplam milli serveti üzerinden bakıldığında gelir eşitsizliğinde zirvede olduğunu görüyoruz. Nüfusun %1’i zenginliğin yaklaşık %40’ına sahipken, %90’ı toplam zenginliğin %30’unu alabilmektedir.

Öte yandan kişi başına düşen servet oranı baz alındığında Türkiye’de toplam nüfusun yaklaşık %71’i 10 Bin doların altında bir servete sahip. Türkiye burada da zirvede yer alırken, son sırada bulunan Almanya’da bu oran %10. Fakat yetişkin kişi başına düşen servet ortalaması baz alındığında yaklaşık 5.2 bin Euro ile Türkiye açık ara sonda yer alıyor. Bu oran, Türkiye’nin ardından ikinci sırada olan Sırbistan’da 15.6 bin Euro. Yani Türkiye, Avrupa ülkeleri arasında gelir dağılımı adaletsizliğinin en derin olduğu ülkedir.

***

Türkiye’deki rejimin ekonomi politikalarına bakılırsa, servet dağılımındaki eşitsizliğin neden bu denli yüksek olduğu açıklıkla görünecektir. İktidarın icraatlarıyla zenginlerin daha çok servet biriktirdiği, yoksulların ise açlık ve sefalete itildiği bir ülkede bu sonuçlar şaşırtıcı olmasa gerek. Bugün asgari ücretin açlık sınırı altında olduğu ülkelerin başında Türkiye geliyor. Dinci-faşist iktidarın politikaları sonucunda ücretli-maaşlı işçi ve emekçilerin toplam gelirden aldık payın 10 puan kadar düşürülmesi, yoksullaştırma politikasının ne kadar azgın bir şekilde uygulandığını gözler önüne serer.

Hal böyleyken her şeye zam geliyor, fiyatlar artıyor, alım gücü düşüyor fakat işçi ücretlerinde artış olmuyor. On milyonlarca insan yoksulluğa itiliyor, sefalete sürükleniyor. İşçi-emekçilere “kriz var tutumlu olmalıyız” deniyor ya da saraylarda şatafat içinde yaşayan utanmazlar “porsiyonlarımızı küçültmeliyiz” diye nasihat veriyor. Kapitalistler rekor karlar elde ediyorlar. Fakat öte yandan krizi bahane ederek işçilere-emekçilere ağır koşullar altında düşük ücretleri dayatıyorlar.

AKP şefi Tayyip Erdoğan’ın özellikle pandemi döneminde bütün dünyaya çağrı yaparak sermayelerini Türkiye’ye taşımalarını isterken, ‘gelin yarattığımız sömürü cennetinden nemalanın’ demeye getiriyordu. Düşük ücretler, güvencesiz ve ağır çalışma koşulları, kaçak işçi çalıştırma, taşeron sistemi vb. gibi işçi-emekçilerin aleyhine, faizsiz krediler, teşvikler, vergi afları, kamu arazilerinin peşkeş çekilmesi vb. ile sermaye için ‘cazip’ bir ülke yarattılar. Erdoğan “Türkiye’ye yatırım yapan kazanır” derken, ülkeyi emekçiler için cehennem, asalak kapitalistler için cennet haline getirdiklerini de anlatıyordu. Tam bir pişkinlikle grevleri yasakladığını da ekleyerek cazibeyi arttırmaya çalışıyordu.

***

Kapitalist üretim artı-değer sömürüsü üzerine kurulan bir politik ekonomi biçimidir. Kapitalizmin temel yasası “artı değer”, yani “kâr” üzerine kuruludur. Kapitalizmin hakim olduğu her ülkede gelir adaletsizliğinin olması kaçınılmazdır. Zira servetin bir tarafta sefaletin karşı tarafta birikmesi bu sistemin yapısal özelliklerinden biridir. Bu adaletsizliği kısmen hafifleten şey ise sınıf mücadelesinin gelişmesidir. Bu olmadığı zaman ise uçurum giderek derinleşir. Tıpkı AKP Türkiye’sinde olduğu gibi… 

Türkiye gelir adaletsizliğinin en derin olduğu ülkelerden biridir.  Cumhuriyetin daha ilk yıllarında yapılan iktisat kongresi ile özel mülkiyetin kutsallığı perçinleşmiş ve zengin burjuva sınıfın çıkarlarının korunduğu ekonomik modelin temelleri atılmıştır. Son çeyrek yüzyılda yaratılan ‘sefalet cumhuriyeti’ o kapitalist temel üzerine bina edilmiştir.

Türkiye’de emekçilerin ürettiği toplumsal servetin dağılımının adil olması elbette söz konusu değildi. Fakat bir avuç zengin ile on milyonlarca yoksulun arasındaki gelir eşitsizliği uçurumu de hiç bu kadar derinleştirilmemişti. Sermayenin demir yumruğu AKP iktidarı ve onun şefi Erdoğan sermayeye hizmet etmekte hiçbir zaman kusur etmedi. Tersine, her fırsatta sermayeye sunduğu hizmetle pervasızca övündü. Uzun yıllardan beri sömürü ve yağmadan pay alan Erdoğan, çocukları, yakınları, partisinin şefleri servet biriktirerek kapitalist sınıfın organik birer parçası haline geldiler. Bu ise emekçi düşmanlığının iliklerine kadar işlemesine neden oluyor. Zira sermayeye hizmet ettiklerinde bundan kendileri de nemalanıyorlar.   

Türkiye gibi ‘sosyal devlet’ uygulamalarının kırıntısının bile olmadığı ülkelerde bu uçurumun derin olması kaçınılmazdır. Kısmi düzelme ise ancak işçi sınıfının örgütlü mücadeleyi yükselttiği dönemlerde mümkün olabilir. Her yönüyle sömürü cehennemi olan bu ucube sistemden kurtulmanın yolu ise, ancak işçi sınıfı ile emekçilerin örgütlü mücadeleyi yükseltmesi ve devrimci bir sınıf hareketinin geliştirilmesi ile açılabilir.

K. Torlak