Avrupa'da vergi uçurumunun iki ucu!

Kriz koşullarında dahi kapitalist düzen, toplumdan elde ettiği kaynakları militarizme, silahlanmaya ve savaşa aktarıyor. Bize düşen görev bu adaletsizliğin (bir hükümet politikası olmasının yanı sıra) kapitalist sistemin genetik kodlarından biri olduğunu her yolla teşhir etmektir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 28 Eylül 2024
  • 19:00

Kapitalizmin devlet aygıtındaki yansımasını ve devletin sınıf karakterini en iyi gösteren alanlardan biri vergilerdir. Kapitalist sistemde sağlık, eğitim hakkı ya da suçların cezalandırılmasında en azından kağıt üzerinde denklik var. Ancak vergilere baktığınız anda durum değişir: Paradan para kazanan ya da emekçileri sömüren kapitalistler ile emekçiler arasındaki eşitsizlik kabak gibi ortada durur. 

Bu konuda son dönemde yapılan bir araştırmanın verileriyse oldukça çarpıcı. Sürekli alım gücü düşen emekçiler ve enflasyon haberleriyle anılan Avrupa'nın öteki yüzünde zenginleşmeye devam eden kapitalistler var. Devlet bütçelerindeki açıklar için yeni vergiler tartışılırken kimse bunu sermaye kodamanları üzerinden tartışmıyor, aksine en yoksullardan en çok çalışanlardan alınan vergiler artırılıyor.

AB’nin istatistik kurumu Eurostat’ın verilerinde görüldüğü üzere, en zenginlerin ve şirketlerin vergileri düşürülürken işçi ve emekçiler üzerindeki vergi yükü artırılıyor. 2000 yılından bu yana, AB’nin en zenginleri için kişisel gelir vergisi oranları ortalama olarak yüzde 44,8’den yüzde 37,9’a, kurumlar vergisiyse yüzde 32,1’den yüzde 21,2’ye düşürüldü. Öte yandan, emekçilerin aldıkları ücretlerden kesilen vergi oranı artırıldı ve tüketim vergileri yükseltildi. Çalışanların maaşlarından kesilen vergiler yüzde 34,8'e dayandı. 

Kapitalist devletler emekçilerden daha çok vergi alırken, 2020’den bu yana AB'deki milyarderlerin serveti üçte bir oranında artarak 2 Trilyon Euro'ya yaklaştı. Avrupa’nın en zengin yüzde biri artık banka mevduatları, hisse senetleri, tahviller ve krediler de dahil olmak üzere kıtanın finansal varlıklarının neredeyse yarısını kontrol ediyor. Bu vampir takımı doğru dürüst vergi ödemezken öğrenci olarak gelip işçi statüsüne geçenlerden, beyaz yakalı göçmenlerden, barınabileceği bir evi krediyle alabilenlerden toplanan vergiler ise sistematik olarak artırıldı.

Emperyalist Fransa'dan Almanya'ya ve Avrupa’nın diğer ülkelerine değin bu örnekler çoğaltılabilir. Örneğin İsveç'te 1996'da 28 olan Kron milyarderi sayısı, 25 yıl sonra 542'ye çıkmıştı. Bunun arka planına bakıldığında ilk göze çarpan şeylerden biri vergi adaletsizliğidir. İsveç 2000'li yıllarda veraset vergisini kaldırdı. Hisse senetlerinden elde edilen gelir ve şirket hissedarlarına yapılan ödemelerden alınan vergi, ücret ve maaşlardan alınandan çok daha düşüktür. Kurumlar vergisi oranı da aynı şekilde 1990'lardan başlayarak yaklaşık %30'dan %20 civarına düşürüldü. Bu oran, Avrupa ortalamasının altına çekilmesi anlamına geliyor. “Yüksek vergiden” kaçan Avrupalı spekülatör ve kapitalistler servetlerini İsveç’e taşıyarak vurgunlar yapmaya devam ediyor.

Avrupa kapitalistleri “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” misali kendi hırsızlıklarını gizlemek için ülke bütçelerindeki “sosyal yardım yükü” ve göçmen/kağıtsız işçilerin “kaçırdığı vergiler” üzerinden propaganda yapıyor. Faşistlerin de beslendiği bu propaganda yalan ve demagojiye dayanıyor. Avrupa'da sektörlerine hakim tekelci şirketlerin kağıt üzerindeki oyunlarla kaçırdıkları vergiler, göçmenler tüm gelirlerini vergiden kaçırsalar bile ulaşamayacakları meblağlardadır. Çünkü tek kalemde milyonlarca Euro vergi kaçırılmaktadır.

***

Geçtiğimiz perşembe günü istifasını sunan Fransa Maliye Bakanı Le Maire veda konuşmasında şöyle dedi: 

“İnişli çıkışlı vergilere karşı mali istikrarı seçtik, orta sınıfların aşağılanmasına karşı, işe yeniden değer verdik. Kitlesel offshoring'e (şirketlerin vergi nedeniyle yurtdışında faaliyet göstermesi) karşı bölgelerimizin yeniden sanayileşmesini başlattık. Fransa'ya yönelik eleştirilere karşı Fransa'yı Avrupa'nın en cazip ülkesi haline getirdik.

“Orta sınıfların aşağılanması(!)” lafıyla “En az vergi verenler en mağdur olanlardır” demeye getiren bir Maliye Bakanı, sistemi içselleştirmiş demektir. Aynı Bakan, fosil yakıtlara karşı yeşil dönüşüm için en varlıklı hanelerin finansal varlıklarına geçici bir vergi getirilmesi talebine, “yeni bir vergi çözüm değil” diyerek itiraz etmişti. Sermayeyi temsil eden eski Bakan’a göre, işçilere yeni vergiler getirmek ve oranları artırmak ise zorunluluktu! 

Bu tutum Fransa’ya özgü değil. Sermaye devletlerinin sözcülüğünü yapan Bakanların ve hükümetlerin bu konudaki açıklamaları paralellik gösteriyor. En zenginlere daraltılmış dahi olsa kapitalistlerden vergi alınması talebi “gerçekdışı” bulunuyor. Bu aynı zihniyete göre işçilerin gelirlerinden alınan vergi payının artırılması ise “doğal”, hatta kaçınılmazdır.

Burada safça bir soru sormak sistemin neden yıkılması gerektiğini gösterebilir; “Vergileri (naif reformistlerin önerdiği gibi) yüzde 3'e çekilse bile yıllık gelirleri on milyonlarca Euro olanlar neden bunu kabul etmez?” Ne kapitalistler ne de onların da birer kölesi haline geldikleri şirketler bunu kabul edebilir. Zira sistem daha çok kâr üzerine kuruluyken en ufak bir “paylaşıma” tahammülleri yoktur. İşte bundan dolayı “adil vergi düzeni” kapitalist/emperyalizmin işleyişine uymaz. Eşyanın tabiatına uymayacak bu formülasyon ancak bir avuntu olabilir. “Artan oranlı gelir vergisi” talebi meşru olsa da hiçbir kapitalist ülkede böyle bir vergi sistemi mevcut değil. 

Sınıflar arasındaki uçurumu derinleştiren sermayenin diktatörlüğü yıkılmadan bu alandaki en radikal değişim bile sorunun özünü ortadan kaldıramaz. Üretim araçlarına, sermayeye sahip oldukları için servetlerini katlayanlarla sefalete mahkum edilenlerin “adil denkliğinden” söz etmek kaba bir sahtekarlıktır. Ne kadar vergi alınsa alınsın kapitalistler yine asalak yaşamlarıyla işçi sınıfının sırtından zengin olmaya devam edecekler. 

Kaldı ki mesele salt alınan vergilerle ölçülemez; o vergilerin nasıl kullanıldığına da bakılması gerekir. Asgari ücrete yakın geliri olan birinin sosyal yardımları hak edemediği bir Avrupa gerçekliğinde kapitalistlerin şirketlerine “teşvik”, “fon” vb. adlar altında aktarılan kaynaklar da bu vergilerden karşılanıyor. Emperyalizmin Ukrayna savaşı ile Avrupa’da silah pazarı canlanırken “Avrupa Savunma Fonu” adı altında savaş simsarlığı yapan silah tekellerine aktarılan Ar-Ge kaynakları da vergilerden karşılanıyor. Öyleyse salt alınan vergi değil dağıtılan zenginlik de aynı derecede önemlidir. 

Kriz koşullarında dahi kapitalist düzen, toplumdan elde ettiği kaynakları militarizme, silahlanmaya ve savaşa aktarıyor. Bize düşen görev bu adaletsizliğin (bir hükümet politikası olmasının yanı sıra) kapitalist sistemin genetik kodlarından biri olduğunu her yolla teşhir etmektir.